Pırıltılı Sabahlara Uyanıp, Aydınlık Günler Yaşayacağız

Son zamanlarda ülkemizde yaşananları malum çevreler her ne kadar kriz, kaos diye nitelendirseler de; bunlar ülkemiz, insanımız, geleceğimiz adına özlediğimiz güzelliklerdir.

 

EMASYA Protokolü’nün kaldırılması, Anayasa’nın kısmen de olsa değiştirilmeye çalışılması, özellikle Anayasa Mahkemesi’nin ve Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun (HSYK) yapısıyla ilgili değişiklikler; Ergenekon, Balyoz gibi davalar, Yüksek Askeri Şura (YAŞ) ile ilgili yaşananlar, ülkemizin geleceği adına ümitli olmamızı besleyen gelişmelerdir.

 

Bu güzel gelişmeleri hazmedemeyenler; bunlarla ilgili kurabilecekleri en olumsuz cümleleri kurmakta ve en ajite edici sıfatları kullanmakta, izan dışı yorumlar getirmektedir. Aslında bu yorumlama biçimleri ve kullandıkları dil, onların ezberlerinden başka bir şey değildir. Hatta şunu bile söylemek mümkün ki, bu tür değerlendirmeler bir düşünce ürünü olmaktan ziyade bir kabullenişin, farklıyı düşünememenin sonucudur. Bu kabulleniş öyle bir aşamaya gelmiş ki; demokrasi, insan hakları savunucusu kalemler, sözcüler bile buradan kendilerini sıyıramamakta ve normal demokrasilerde çok olağan sayılması gereken olayları kaos, kriz olarak ifadelendirebilmektedir. Bu durumu ancak zihin kirlenmesiyle izah etmek mümkündür. Meclis’in, hükümetin yetkilerine kolaylıkla müdahale edilmekte ve bu müdahaleye karşı en küçük bir direniş, kurumlar arası kavga olarak ifadelendirilmekte ve bunun da tek sorumlusu ve bedel ödemesi gerekeni sivil irade olarak yansıtılmakta ve kabullenilmektedir.

 

Yakın dönemde sivil iradenin kendi sorumluluğunu bilerek, bu sorumluluğun gerektirdiği inisiyatifi kullanıp yetkilerine sahip çıkması ezberleri bozmakta, zihinleri yeniden dizayn etmektedir. Bu gelişmeler doğrultusunda toplum, beklentilerini yeniden belirlemekte, söylemlerini yeni baştan kurgulamaktadır. Bugüne kadar sivil iradenin kendi yetkilerine sahip çıkmasını kolaylıkla uzlaşmazlık olarak sunup, bunun kabul ettirilmesinde de zorlanmayanlar, şimdi artık aynı kolaylığa sahip değillerdir.

 

YAŞ’la ilgili yaşananlara baktığımızda, bunu daha net olarak görmemiz mümkündür. Bugüne kadar YAŞ toplantılarında sözümona hiçbir sorun yaşanmıyordu; atılacaklar atılıyor, terfi ettirilecekler terfi ettiriliyor, emekliye sevk edilecekler emekliye sevk ediliyor ve her şey rutin içerisinde yürüyordu ve bu rutine karşı kimsenin bir itirazı olmuyordu. Siviller, Başbakan da olsalar, Cumhurbaşkanı da olsalar, konunun sadece mankenleriydi. Aktörlerse, askeri bürokratlardı. Günler öncesinden askerlerin kendi aralarında hazırlamış oldukları listeleri Başbakanlar, Cumhurbaşkanları sadece imzalarken görüyordu. Bu listeler karşısında bu Başbakanların, bu Cumhurbaşkanlarının en kahramanı bile ancak ‘mahkemesiz, kanıtsız, delilsiz, irticai faaliyetlere karıştılar’ diyerek askeriyeden atılanlara şerh düşebiliyordu. Bugüne kadar YAŞ’lardan gündeme taşınan tek konu, “Bu yıl YAŞ’ta kaç subayın irticai faaliyetler nedeniyle orduyla ilişiği kesilecek” meselesiydi. Ve bütün bunlar bir rutin olarak sunuluyor, kimsenin de bir itirazı olmuyordu.

 

Bugüne kadar YAŞ’ta; görevini ihmal ettiği için, suistimal nedeniyle, darbeye teşebbüs nedeniyle, görevine ihanetten ötürü ordudan ilişiği kesilmiş kimse olmuyordu. Hatta bizlere öyle bir duygu, düşünce yüklendi ki, askerde herkes görevini hakkıyla yerine getirir, askerin eksiği, noksanı olmaz, onlar mükemmeldir. Onlar hata yapmaz, noksan iş işlemez. Sadece içlerine karışmış birkaç karısının başı örtülü irticacı vardır, onlar da görüldükleri yerde sorgusuz, sualsiz kapı dışarı edilir. Ve askerin tek kötüleri bunlardır. Bunun dışında her şey mükemmeldir.

 

Halbuki bu ülkede her 10 yılda bir darbe yapılır, darbeye teşebbüs edilir. Yine kendilerinin yapmış olduğu darbeler sonrası teşekkül ettirdikleri anayasalar rafa kaldırılır. Yüz binlerce insan sorgusuz, sualsiz gözetim altına alınır, hapse atılır; mahalledeki kasap, berber, bakkal, işsiz, öğrenci, imam, doktor, öğretmen fişlenir, nefes alışları bile takip edilir. Yasadışı gerçekleşen bu faaliyetlerin hiçbirinden hesap sorulmaz.

 

Heronların çektiği asker çocuklarımızın katledilişleri, film gibi seyredilip bununla ilgili günlerdir bir açıklama yapma ihtiyacı duymayan Genelkurmay, anaokulundaki kız çocuğunun giysisi hakkında açıklamalar yapma hakkını kendinde buluyor. Bu duruma itiraz edip, “Yahu bu nedir, bir açıklama yapmayacak mısınız?” dendiğinde de, “kahraman ordumuzu yıpratıyorsunuz, hainlik yapıyorsunuz” denilebilmektedir. Çünkü bugüne kadar “tek suçlu, eşi başörtülü olan askerdir” anlayışı hakimdi.

 

Bu sene gerçekleştirilen YAŞ toplantısı bu durumu değiştirdi. İlk kez sorumlu olanlar inisiyatif alıp, yetki kullandılar. Anayasa’yla ilgili tartışmalar bu gelişmelerin önünü açtı. Ülkede bir ufuk genişlemesi yaşanıyor. Taşlar yerli yerine oturuyor. Bazı zihinler bunu kavrayamasa da, artık yeni bir dönem başlamıştır. “Kardeşim sen askerin işine sivil olarak ne karışıyorsun” diyen CHP bile artık Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu’nun 35. maddesinin (arkasında duramasa da) kaldırılmasından bahsedip, dün destek verip hararetle alkışladıkları 27 Nisan e-muhtırasını sorguluyor ve bunun demokrasiye bir müdahale olduğunu, yapanların cezalandırılması gerektiğini söylüyor. Hatta 12 Eylül Referandumu’na “hayır” kampanyası düzenleyen MHP bile yeni ve daha demokratik bir anayasadan bahsederek kendi “hayır”ına haklılık katmaya çalışıyor. Evet dostlar, bunlar güzel gelişmeler. Bu gelişmelerin daha yoğun ve daha hızlı olması için çaba harcanmalıdır.

 

Varlıklarını antidemokratik yapılara borçlu olanlar bile halkın talepleri karşısında “Ben daha demokratım, şunlar da yapılmalıdır” diyorlar. Bu sürece sahip çıkılmalı, engel olmaya kalkanlar zorlanmalıdır. Gelecek güzel günleri hep birlikte kucaklamalıyız. 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum