Teslime Gülsen NURDOĞAN

Teslime Gülsen NURDOĞAN

Ramazan Ayında Kur'an Yolculuğu

Bir yorgun edayla açtım Allah’ın  kitabını. Sîne yorgun, beden yorgun, can yorgun...

Bugün Ramazan ayının ilk günü. Artık Allah’ın izniyle oruç tutacağım ve Allah’ın kitabı Kur’an-i Kerim’i okuyacağım. Hz. Peygamberimiz aleyhisselam hiç bırakmadığı için mukabele-i şerif sünnetini eda edeceğim.  Her gün en az bir cüz, sonra aşina oldukça bir buçuk-iki cüz Kur’an okuyacağım.  Tabi mealiyle birlikte okunan bir hatim olacak.

Kalbim, tutulacak orucun verebileceği sıkıntıyla endişeli. Zira sürekli tekrarlayan migren ağrılarım başlayabilir. Ah başım!.. Hep ağrıyan başım. Gözlerime zonklamayla gelen ağrılar, boyun fıtığından muzdarip boynum...

Amma aylardan Ramazan. Allah’ın mü’min kulları için cûşa geldiği Ramazan. Bu ay kutludur. Mü’minler de her zaman Allah’a tevekkül etmelidir. Öyleyse, çocuk gönlüm kaygılardan azade... misali Bismillah diyorum.

Bu arada mukabeleyi birlikte eda edeceğim bir de misafirim var.

O kutlu yolculuk Bakaradan başlıyor. Kur’an’ın kendisine indiği o nebiyyi muhterem aleyhissaletü vetteslimat Efendimiz, Peygamberimiz’e inen ayetlerle satırlarda geziyoruz.  

“Siz Allah’ı anın ki Allah da sizi ansın.” ayetiyle zikre vuruyorum kalbimi.

Al-i İmran geliyor Bakaranın ardından.

Hz. Meryem validenin anneciğinin duasına rastlıyorum burada. Dua şöyle:

“İmran’ın hanımı bir zamanlar şöyle demişti: Ey Rabbim ben karnımdaki çocuğu hür irademle Sana adadım. Kabul buyur benden! Çünkü işiten ve bilen Sensin Sen! Ve onu ve neslini koru racim şeytanın şerrinden!..” diyordu.

Ve sürüp gidiyor sure. Al-i İmran'dan Nisa’ya geçiyorum. Ve Peygambere itaati, Allah’a itaatle birlikte emreden ayetlerden birine rastlıyorum burada. Kulaklarımda siren sesleri gibi sesler yankılanıyor. Ayet şöyle diyor:

“İşte bunlar Allah’ın belirlediği sınırlardır. Kim Allah’a ve Peygamberine itaat ederse Allah onu, içinde ebedi kalmak üzere altlarından ırmaklar akan cennetlere yerleştirir. İşte en büyük başarı ve kurtuluş budur.”

Hani o Peygamberi etkisiz bırakmak isteyenler nerede?

“Bana Kur’an yeter.” diyerek Hz. Peygamberin söz ve emirlerini hayatına karıştırmayanlar nerede?

Vallahi Hz. Muhammed’i hayatınıza karıştırmazsanız kesinlikle Allah’ın gazabına uğrarsınız.

Teleffuzu bana zor gelen surelerden biridir Nisa. Onu okurken gayriihtiyari bir düşünce gelir gönlüme ve tebessüm ederim. Kadınlar zor insanlar olmalı ki bak onlardan bahseden Nisa suresinin telaffuzu da zor derim kendi kendime. Kadınlar, Rabbimin narin kullarıdır.

Ve Maide suresi çıkıyor karşıma.

Maide, gökten inen sofra demek. Bu surede İsa Peygamberden gökten bir sofra inmesini istiyorlar. O da dua ediyor da Hak Teala içi dolu bir sofra indiriyor. Görsünler, yesinler, elleriyle dokunsunlar da Rableri olan Allah’a teslim olsunlar diye.

Sonra İsa Peygamberin kıyamet gününde ümmetiyle birlikte sorguya çekileceği hadisesiyle devam ediyor sure.

“Söyle ey İsa! Sen mi söyledin kullarıma beni ve anamı Rab edinin diye?” diye soruyor Allah cc.  Öyle ya bu Allah’a isnad edilen çok çirkin bir iftira! Hak Teala bu söz için  buyuruyor ki:

“Bu sözün şiddetinden neredeyse gökler çatlayacak!” buyuruyor.

O temiz Peygamber İsa nebi diyor ki:

“Allah’ım ben böyle bir şey söylemedim. Söyleyip söylemediğimi Sen bilirsin.” Diyor.

Gönlüm yana yana geçiyorum En’am suresine.

Oradaki şu ayet şuurumu “dikkat” nidalarıyla dolduruyor.

“Ayetlerimiz hakkında münasebetsizlik yapanları gördüğün zaman başka bir söze dalsınlar diye onlardan yüz çevir! Eğer şeytan bunu sana unutturursa hatırına geldikten sonra hemen kalk ve o zalim toplulukla birlikte oturma!” diyor En’am 68. Ayet.

Allah’ın ayetleriyle dalga geçen o kişileri ise Allah cc.  “zalim topluluk” diyor isimlendiriyor. “Onlarla oturma!” diyor. Oyy oy!

A’raf’a geliyoruz ağlaya ağlaya.

A’raf, cennet ile cehennem arasında bir yerdir.

Ve ben ta çocukluğumda anlatılanlara gidiyorum a’rafı duyduğumda. Çocukluğumda amcamın kızıyla oyunlar oynarken buna benzer bir şey konuşurduk biz. Bizim konuştuğumuz şey Arasatta kalmaktı.

Çocukken amcamın kızı ve ben için Arasatta kalmak, çok feci bir şeydi. Oradakiler hem cenneti görecek hem de cehennemi görecekmiş. Cehenneme düşerim diye korkacak, cennete girerim diye birazcık umut da edecekmiş ama kendi ahvalini bilemeyecekmiş. Ayy Allah bizi Arasatta koymasın der korkardık. Bizim çocukken Arasat diye korktuğumuz yer meğer A’raf imiş.

Enfal, Tövbe, Yunus... uzayıp gidiyor Kur’an yolculuğumuz. Yol boyu çok acaip şeylerle karşılaşıyoruz. Yol boyunca Allah’ın yarattığı İnsanı tanıyoruz; o insanı yaratan Allah cc. bize anlatıp duruyor yarattığı kulunu. Bazen çok utanıyoruz, mahcup oluyoruz Rabbimize karşı. “Kuluz, aciziz, acziyetimizi Sana sunuyoruz Yarabbi!” diyoruz.

Yeşil yeşil vadilerden geçiyoruz. Bir güzel hallere düşüyoruz. Saçılmış inci tanelerine benzeyen hizmetçiler emrimize amade oluyor. Dostlar ile oturup şeker tadında muhabbetler ediyoruz. Ah bunları bize ikram eden Zât’a bir garip aşkla bağlanıyoruz. Bu aşk öyle bir tuhaf; ana şefkati gibi bir şefkat, bir acayip sevgi, yüreğimiz kavruluyor.

Yol boyunca çeşit çeşit menzillerde konaklıyoruz. Cehenneme de uğruyor yolumuz, çok korkuyoruz. Bakmaya tahammül edilmeyen hadiseler bunlar. Korkuyoruz. Ama O Rahim-i Rahman şefkatiyle kucaklıyor bizi. O elleri bağlı bağlı cehenneme iteklenenler, o haykırış ve inleyişler... Onlar orada irin yiyorlar ve tiksiniyorlar. Öyle bir ateş çukuruymuş ki cehennem her alevi develer gibi büyük. Küçükcük insan buna nasıl dayansın? Ölmek istiyor ölemiyor da!.. Cehennem bekçisine çağırıyorlar:

“Ey Malik Rabbimize söyle bizim işimizi bitiriversin.” diyorlar. Malik diyor ki:

“Siz böyle kalacaksınız!”

Hele Kur’an’ın bir yerinde şöyle geçiyor:

“O Rablerinin ayetlerini az bir menfaat karşılığında satanlar var ya, Allah hesap günü onlarla konuşmayacak!..”

Çok korkuyorum.

Bizden önce yaşayan milletlere uğruyoruz. Âd’a, Semud’a, Eyke’ye, Lut’un kavmine, Salih’in milletine, İbrahim babamıza, Musa kelimullah’a, Meryem validenin oğlu İsa’ya uğruyoruz. Çok tuhaf, çok acaip şeyler görüyoruz.

Hele Firavun ve milletine o kadar çok rastlıyoruz ki. Her seferinde Firavun zalim,  her seferinde inatçı, her seferinde mağrur ve kibirli; bir o kadar da akılsız. Musa aleyhisselam ona Allah’tan büyük büyük mucizeler gösteriyor. Firavunsa her seferinde yan çiziyor. Öyle ki büyük cezayı hak ediyor. Bir görseniz ne kadar aksi adam olduğunu ve ahmak olduğunu. Dersiniz ki: “sen bu cezayı hak ettin alçak adam!” dersiniz.

Musa Peygamber Allah’ı öyle seviyor ve özlüyor ki:

“Allah’ım bana kendini göster!” diye yalvarıyor bir yerde. Allah cc. Da ona:

“Ya Musa diyor, şu dağa bir tecelli edeyim gör bak o dağ benim heybetime dayanabilir mi? O dayanırsa sen de dayanırsın.” diyor.

Allah-u zülcelal, dağa tecelli edince dağ Allah’ın haşyetinden yanıp kül oluyor. Musa aleyhisselam düşüp bayılıyor. Anlıyor ki Rabbini görmeye takat getirilmez. Ben sana iman edenlerin ilkiyim ya Rabbi diyor sonunda. “Bunu anlayanların ilkiyim.” Amma ahirette şu dolunayı gökyüzünde nasıl apaçık görüyorsak biz Muhammed ümmeti de Allah’ı öyle görecekmişiz. Öyle ya Allah, seveni sevdiğinden ayırır mı?

Bir yol üzerinde Lut aleyhisselam’a uğruyoruz. Ona çok kıymetli misafirler geliyor. Lut’un sapık halkı evi sarıyor, Lut’u sıkıştırıyor. Bir görseniz öyle mahcup oluyor ki o peygamber. Yüreğimiz yandı, çok üzüldük. Meğer o misafirler Allah’ın melekleriymiş. Lut peygamberi teselli ediyorlar. Korkma biz Allah’ın gönderdiği elçileriz. Senin bu sapık halkını Allah’ın izniyle yerle bir etmek için gönderildik diyorlar. Haydi sana inananları ve aileni al buradan çık diyorlar. Yalnız karın burada kalsın, o helak edilecek diyorlar.

Güzel yüzlü Salih peygambere uğruyor yolumuz. Ona verilen dişi deveyi görüyoruz.  O dişi deve yani nak’a,  öyle güzel bir şey ki sevgisinden yüreğimiz hopluyor.  Ama Salih’in halkı o güzel deveyi öldürüyor. O masum devecikten ne istediniz!.. Allah da onları yüksek bir sesle helak ediyor.

Yol boyunca Musa Peygamberle sık sık karşılaşıyoruz. Hele Musa aleyhisselam yanlışlıkla Firavun’un adamlarından birini öldürüyor ki yakalanmaktan nasıl korkuyor o güzel nebî. Medyen şehrine doğru yol alıyor. Yolda davarlarını sulayan insanlara rastlıyor. Bir köşede iki kızın davarlarını sulayabilmek için mahzun bir şekilde beklediklerini görüyor. Varıp onların davarlarını sulayıveriyor. Sonra bir ağacın gölgesine çekiliyor da Rabbisine sığınıyor. Çünkü o çok üzgün ve masum bir kaçak. Hataen öldürdü adamı. Zulme uğrayan birine yardım etmek amacıyla adama bir yumruk atınca eceli gelmişmiş adamın ölüverdi. Musa aleyhisselam sonradan öğrendi ki meğer ölen adam  haklıymış da kendisinin koruduğu adam zalimmiş. Allah-u Teala bunu Musa Peygamberine hatırlatıyor da buyuruyor ki: “Hani sana iki kez ikram etmiştik.” diyor. Yani seni bu korkudan kurtarmıştık diyor. Şimdi onu anlatacağım.

Musa kaçıyor ya ülkeden, çünkü Firavun’un askerleri yakalarlarsa işini bitirecekler. Boynu bükük bir vaziyette: “Yarabbi bugün katından inecek en küçük hayra bile muhtacım.” Diye yalvarıyor.

Biraz sonra az önce davarlarını suladığı o iki kız bir edeb-ü haya ile ona doğru geliyorlar. Onların o edepli yürüyüşlerine imreniyorum. O kızlar Musa aleyhisselam’a diyorlar ki: “Ey iyi adam, babamız bize yardım ettiğine teşekkür için seni çağırıyor.” diyorlar.

Kızların babası iyice kocalmış olan Şuayb Peygambermiş. Ben lafı uzatmayayım. Musa Peygamber o güzel kızlardan biriyle nikahlanıyor. O zalim kavimden de böylece kurtuluyor. Musa aleyhisselam yoluna devam ede dursun. Biz de Kur’an içinde yolculuğumuza devam ediyoruz.

İbrahim Peygamberin sofrasına konuk oluyoruz. Sofrada yok yok! Hele o kızartılmış semiz dana etlerinin tadına doyum olmuyor. Öyle şefkatli ki İbrahim babamız. Bize güzel dualar etmeyi öğretiyor. Onun öğrettiği dualardan şunu çok seviyorum.

“İyi bilin ki onlar (putlar) benim düşmanımdır; ancak alemlerin Rabbi (benim dostumdur), beni yaratan ve bana doğru yolu gösteren O’dur.

Beni yediren, içiren O’dur.

Hastalandığım zaman bana şifa veren O’dur.

Benim canımı alacak, sonra beni diriltecek O’dur.

Ve hesap günü ben O’nun hatalarımı bağışlayacağını umarım!”

Lut’a gönderilen misafirler önce İbrahim babamıza konuk olmuşlarmış. İbrahim aleyhisselam, elçilerin bundan sonraki görevinin Lut aleyhisselamın sapık kavmini helak etmek olduğunu öğrenince ne yapıyor biliyor musunuz? Bunları Kur’an’da Allah cc. Söylüyor.

Buyuruyor ki: “İbrahim hemen bizimle mücadeleye kalkıştı.” Yani Lut aleyhisselam’ın kavmini helak etme ya Rabbi diye Bize yalvarıp yakarmaya başladı.” Diyor. Arkasından da buyuruyor ki Rabbimiz: “İbrahim çok yanık, çok halim idi.” diyor.

Meryem valideyi manastırda Allah’a dua ederken bulduk. Doğrusu Allah’ın bir mucizesiyle babasız doğuracağı çocuğu için çok üzgün ve perişandı.

“Doğum sancısı onu bir hurma dalının altına getirdi. Keşke dedi, bundan önce ölseydim de unutulup gitmiş olsaydım.”

Ah annem! Ah Meryem annem! Ey Allah’ın Kur’an’da “iffetli” diye buyurduğu seçilmiş kadın! Seni nasıl özlüyorum bir bilsen! Yol boyunca seni teselli etmeye çalıştım. O alçak kavmin sana ağır sözler söylerken ben sana hep: “üzülme annem, üzülme!” diye teselli verdim. Ah anneciğim çok özlüyorum! Özlemimi gidermek için açıp açıp Meryem suresini okuyorum.

Tabi ki en çok bahsetmem gereken kişi Hz. Muhammed aleyhisselam değil mi? Onu anmamaktan Allah’a sığınırım. Onun sevgisinin kalbimde olmamasından Allah’a sığınırım. Çünkü bu Kur’an ona vahyediliyor.

Yaş almış bir dostum dedi ki: “Bizim hocamız Ramazan ayında Kur’an’ı hatmederken Mevlid şiirini de hatmettirirdi dedi. Çok ilginç geldi bana. Çok hoşuma gitti. Biz de misafirimle eskilerin usulüyle Kur’an’dan sonra Mevlid okuduk. Süleyman Çelebi rahimetullah’ın Peygamberimizin bütün peygamberlerden üstün olduğunu delillendirmek için yazdığı mevlid şiirini okuduk. Her ne hikmetse her mevlid okuyuşta gözyaşım sağanak oluyor. Hak aşkından, Peygamber aşkından ağlamak Allah’ın rahmetini celbedermiş. Ben kalp katılığından kotktukça mevlid okuyayım inşallah.

Misafirim ve ben Kur’an boyunca gördük ki Allah-u zülcelal Muhammed-i Mustafa’sına Kur’an ile, Allah’a karşı nasıl terbiyeli bir kul olunacağını öğretiyordu.

Hatta misafirime dedim ki:  “Bak görüyor musun Allah cc. Peygamberi Muhammed-i Mustafa’sını sürekli uyarıyor. Şöyle yapma, böyle yap; böyle yapma şöyle yap tarzında hep Peygamberini uyarıyor, terbiye ediyor dedim. İşte biz de böyle Kur’an terbiyesiyle terbiyelenmeliyiz dedim.

Hz. Aişe’ye sormuşlar: “Ey annemiz! Bize biraz Peygamberimiz Hz. Muhammed’i anlatsana! O nasıl biriydi?” Demişler. Hz. Aişe anamız demiş ki: “Siz Kur’an okumuyor musunuz? Onun ahlakı Kur’an idi.” Demiş.

Yol boyunca gördük ki, ne güzel şeyler söylüyor Allah cc. Kur’an’da Hz. Peygambere.

Diyor ki: “Sabah akşam Rablerinin rızasını dileyerek Ona yalvaranlarla beraber sen de sabret! Dünya hayatının güzelliklerini isteyerek gözlerini o kimselerden ayırma. Bizi anmayı unutturduğumuz ve işinde aşırı giderek hevesine uyan kişiye uyma.” diye buyuruyor.

Daha Hz. Muhammed aleyhisselam’a çok tedipler var da uzatmayayım diyorum.

Misafirime dedim ki bak görüyor musun Allah Peygamberini, şöyle yap böyle yapma tarzında sürekli uyarıyor dedim. Ya biz napacaz dedim. Biz cenneti garantilemiş gibi yaşıyoruz dedim. Bizim halimiz Allah’a kaldı dedim. Şu nefsin elinden çaresiz ve bitap boyun büktüm. Aman ya Rabbi Sen bize acı, yoksa biz mahvolduk dedim.

Yol boyunca Allah’tan çok korkulması gerektiğini öğrendik. Allah’tan kaçmak mümkün değil. Yerler, gökler, her yer Onunmuş. Hem her derde deva da Allah imiş. Gördük ve öğrendik ki her bir şeyi Allah yapıyormuş. Ona sığın. Zira O herkesi kuşatıyor, her şeyi kuşatıyor, biz bunu gördük.

Ve böylece biz anladık ki Allah; Kur’an’ı vahyettiği Peygamberini, insanları ve cinleri uyarsın diye eğitmiş. Çok güzel eğitmiş. Yani Kur’an ile ne kadar çok yolculuk yaparsanız, o kadar iyi olur diyorum.

Başka neler vardı hatırlamaya çalışıyorum.

Yusuf Peygamberin başına gelenleri biliyorsunuz diye onu burada anlatmadım.

Ama yol boyunca gördüm ki arzuları sadece Allah’ın rızası olan insanlara aman aman hor bakmayın. Onları kendinize dost edinin. Onları sevin. Onları incitirseniz Allah hiç razı olmaz.

Sonra yoksula, yetime, esire Allah için seve seve ikram edin, yemek yedirin. Çünkü önümüzde kara bir gün var. Asık suratlı bir gün. Zalimlerin tutulup tutulup cehenneme atıldığı bir gün var.

Sonra Fatır suresinde çok ilginç bir ayetle karşılaştık. Ayet şöyleydi.

“Sonra biz o kitabı kullarımızdan süzüp seçtiklerimize miras bıraktık. Onlardan da nefislerine zulmeden var, orta yolu tutan var, Allah’ın izniyle hayırlarda ileri geçenler var. İşte bu büyük lütuftur.”

Bak dikkat ettin mi, 'Onlardan Allah’ın izniyle hayırlarda ileri geçenler var.’ buyruluyor. Biz bu ileri geçenlerden olmayı istedik.

Amma iman edip salih amel işleyenlere ne mutlu. Biliyor musunuz hep bu ayetle ferahladık. “O iman edip de salih amel işleyen kullarım yok mu!..” buyuruyor Allah. Onlara gözlerin görmediği, kulakların işitmediği nimetler vereceğini söylüyor. Bu ayetleri okuyup okuyup yutkunduk; ah Rabbim dedik n’olur bizi de onlardan eyle! Dedik.

Bir garip hale düştüm, gönlüm mahzun ve boynumu eğdim. Eğer beni azaplandırırsa Allah’ı kim tutabilir? Amma eğer beni nimetlendirirse Allah’a kim engel olabilir? İşim Sana kaldı ya Rabbi! Ben bu Kur’an’dan anladım ki; Senden istenecek en güzel şey affını ve mağfiretini istemektir. Eğer Sen beni affu mağfiret edersen daha ne isterim!

Yarab Sana aşık kulların ile birlikte benim de duamı kabul et! Anamı, babamı, üstad ve hocalarımı, ninelerimi, dedelerimi, amcalarımı, dayılarımı, yengelerimi, kuzenlerimi, teyzelerimi, halalarımı, aynı rahimde halk ettiğin kardeşlerimi, kocamı ve çocuklarımı, sonradan aileme eklenen gelinimi ve torunlarımı, ve inşallah izninle eklenmesini isteyip durduğum müstakbel damat ve dünürlerimi, uzak-yakın akrabalarımı, dost ve arkadaşlarımı, kendisinden en küçük fayda gördüğüm insanları ve komşularımı bağışla!

Ya Rab! Huzurunda hesaba duracağım herkese hakkım helal olsun. Allah’ım kimin canını yaktıysam Sen ona geniş lutfunla ikram et. Beni Sana şikayet edenin ahından Sana sığınırım. Allah’ım beni zalimlerden yazma! Benimle birlikte yüce kitabın Kur’an’ı birlikte hatmettiğimiz misafirime de ben ne istediysem aynısından ikram et. Bu yazdıklarımı okuyan ve dinleyen herkesi de mağfiret eyle!

Allah’ım Kur’an boyunca bahsettiğin Hz. Muhammed Mustafa’ya beni ümmet ettiğin için Sana sonsuz teşekkürler ederim. Ona sonsuz salatü selam olsun. Onun ümmetini affet. Dünyanın farklı coğrafyalarındaki Çin ve Gazze’deki mazlum Müslümanlara bizim ellerimizle yardım et. Bizi tekrar dünyaya hakim et! Allah’ım Peygamberim benden yüz çevirmesin! Allah’ım Senin ve Rasülüyün aşkını gönlüme nakşet! Dostlarım ve okuyucularımla beraber. Amin!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum