Ruhun fiyakası, vicdanın hava parası ucuz kahramanlıklar

Eski monşer Onur Öymen tarihe kendi vecizeleriyle geçecek adamdır. Terörle nasıl mücadele edileceği tartışmalarının yapıldığı bir dönemde de, bu vecizelerinden en tartışılanını söylemiştir.

“Terörle mücadelenin yöntemi bellidir. Geçmişte Şeyh Sait Ayaklanması’nda hangi yöntem uygulandıysa, Dersim İsyanı’nda hangi yöntem tatbik edildiyse; bu günde uygulanacak yöntem aynı olmalıdır.”

 Bu söz Türkiye’yi sarstı, insanların demokratlık damarlarını kabarttı. 

Liberaller, ayağa kalktılar.

Demokratlar haddini bildirmek için yol aradılar, iz bulmaya çalıştılar.

İslamcılar geri durmadılar, ağızlarına geleni söylediler.

Muhafazakârlar, bütün muhafazakâr kimliklerini bir tarafa bırakıp; bu pervasıza, insan haklarına saygıyı hatırlattılar. 

Komik ama gerçek, Kemalistler bile üzerlerine düşeni yapıp “bunlar yanlış düşünceler” dediler.

Hatta Kemal Kılıçtaroğlu bile gaza gelip, laf söyledi, sonradan ağzına biber sürüp sustursalar da, gam değil.

Evet, bütün bu kesimler, asla sorgulanamaz demokrat kimliklerini takınmışlardı. Birer cengâvere dönüşmüşlerdi. Toplumda tam bir mutabakat sağlanmıştı. Hep birlikte hadsize haddi bildirilmişti. “Nasıl olurdu da Dersim’le ilgili bu cümleyi kullanırdı.” Dersim’de bir zulüm işlenmişti, insanlar zehirlenmiş, hunharca katledilmişti. Seyit Rıza’ya, oğluna olmadık işkenceler reva görülmüş, katledilmişlerdi.

Amenna. Doğrudur, kitaplar öyle yazar, tanıklıklar bunun üzerinedir. Burada itiraz edilebilecek bir husus yoktur. Ve bu liberaller, bu demokratlar, bu İslamcılar, bu muhafazakârlar, bu Kemalistler takdir edilmeli, alkışlanmalıdır. Hepsini tebrik ediyor, gazalarının mübarek olmasını diliyorum. Ancak Onur Öymen iki örnek vermişti: Biri Dersim, diğeri de Şeyh Sait.

Nedense sadece Dersim üzerinden kıyamet koparıldı, Şeyh Sait örneğini kimse hatırlamadı.

Liberaller herhalde unuttular.

Demokratlar, “o kadar da değil” dediler.

İslamcılar; demokrat olmanın, insan hakları savunucusu olmanın bedelsizini tercih etmiş olabilirler.

Muhafazakârlar, “yahu Şeyh Sait’i dile getirmenin şimdi sırası mı” diyebilirler. 

Kemalistlerin “yok artık, daha neler” deme ihtimalleri yüksektir.

Şeyh Sait isyanını konuşmanın her şeye rağmen, hâlâ vebalı bir iş olduğunu anlayabiliyorum.

Ancak bu ikircikli tavır sadece Şeyh Sait olayıyla sınırlı değil. Toplumun bir kesiminin insan haklarını savunmak; demokratlık, liberallik ve daha bilmem ne tür ‘cicilikler’ adına, bütün kesimlerin boynunun borcu. Lakin bu borç, nedense sadece bazıları adına ve bedelsiz olduğu için üstlenilir. Bu tavır nedeniyle, bir bedel ödenmediği gibi bir sürü de aferin alınır. Bedel gerektirebilecek ve kendileri için ‘kesinlikle öteki’ görülerinse; asla neyle karşılaşırsalar karşılaşsınlar, savunulmaması gerektiğine inanılır ve yaşananlar karşısında bir büyük sükût hâkim olur.

 ***

Bu ülkede dokunulmazlığı olan bazı aileler, bazı kurumlar, bazı meslekler ve o mesleklerin mensupları vardır. Bunlar hangi suçu işlerlerse işlesinler, neyle karşılaşırlarsa karşılaşsınlar hep bir koruma altına alınırlar. Bunun karşısında da, başka bir kesim var ki; onlar, hangi muameleye tabi tutulurlarsa tutulsunlar, neyle karşılaşırlarsa karşılaşsınlar, hangi haksız hukuksuz muameleye tabi tutulurlarsa tutulsunlar fark etmez, çünkü onlar her şeye müstahaktırlar ve onların insan hakkı, adaletle muamele gibi bir talepleri dahi olamaz ve onların uğradıkları haksızlıklar da asla yanlarında kimse olmaz.

 Bu durumu son günlerde sıklıkla yaşıyoruz. Güneydoğu Anadolu merkezli Hizbullah’a yakın sayılan kişilere karşı baskın, operasyon ve gözaltı olayları yaşanıyor. Gazetelere, dergilere baskınlar düzenleniyor; yazarlar, muhabirler gözaltına alınıyor. Dernekler, vakıflar aranıyor yöneticileri, gönüllüleri gözaltına alınıyor, gece yarıları evlere operasyonlar düzenleniyor ailelerin tedirginliklerine, çocukların korkularına ve bu korkuların yaşatacağı travmalara dikkat edilmeden aile fertleri toplanıyor. Karakollarda süründürülüp savcılıklarda çok büyük bir kısmı serbest bırakılıyor. Ve bu durum Türkiye geneline yaygınlaştırılarak devam ediyor. İnsanlar, niçin gözaltına alındıklarını bilmiyorlar ve bu gözaltıların ne kadar daha devam edeceği kimsenin bilgisinde değil. Yüzlerce insan gözaltına alındı; ancak bunlardan on tanesi bile mahkemeye sevk edilmedi. Bu gözaltıların büyük kısmı karakoldan, geri kalanlarsa savcılılardan serbest bırakılıyor. Ama binlerce aile, çoluk çocuk tedirgin ediliyor, çevrelerine şüpheli olarak sunuluyor. Bunun karşısında bu ülkede demokrasi, insan hakları savunuculuğu bayraktarlığına soyunanlar dahi hiç kimsenin sesi çıkmıyor, kimse “ne oluyor kardeşim” diye sormuyor. Çünkü bu gözaltına alınanlar, daha çok dindar kimlikleriyle temayüz etmiş kişiler. Onların gazeteci olması, yardım gönüllüsü olması, vakıfçı olması, öğretmen, doktor, yazar, çizer olması önemli değil. Onlar ne olurlarsa olsunlar, diğerleri için kimliklerinden dolayı makbul kişiler değiller.

 Bu manzarada, diğer haksızlığa uğramışlar adına gözyaşı dökenlere, cengâverce televizyonlarda konuşanlara, insan haklarından, demokrasiden bahsedenlere kim inanır. O cicili sözler sadece ruhun fiyakasıdır. Bu tipler sadece kadrolu cenaze ağlayıcılarıdır. Bunların dertleri, asla başkalarının insan haklarına saygıyı hâkim kılmak değil, vicdanın hava parasını ödemektir. 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.