
Muammer YALÇIN
SAVAŞIN GÖLGESİNDE YİTİRİLEN İNSANLIK: SAYILARDAN ÖTE BİR ÇIĞLIK
Bugün sözü uzatmadan yazacağım.
Savaş... Tek bir kelime, içinde milyonlarca canın solduğu, sayısız hayallerin yıkıldığı, tarifsiz acıların saklandığı bir kâbus. Televizyon ekranlarından, gazete manşetlerinden akıp giden sayılarla ölçülmeye çalışılan bu felaket, aslında her biri birer dünya olan insanların hikâyelerini yutar. Ölenler sadece istatistik değil; birer baba, birer anne, birer evlat, birer kardeş. Onların yokluğuyla parçalanan aileler, savaşın asıl ve en trajik yüzünü oluşturur.
Bir düşünün: Dün baba olan bir adam, bugün cansız bedeniyle toprakla buluşuyor. Geride kalan minicik eller, annelerinin eteğine sımsıkı sarılırken, babalarının gülüşünü bir daha hiç göremeyecekler. Çocuklar öksüz kalıyor, kadınlar dul. Bu cümle, sadece bir durumu değil, binlerce evin içinde yankılanan sessiz çığlıkları anlatır. Oyun oynaması, düşler kurması gereken çocuklar, savaşın soğuk gerçeğiyle büyüyor; anneler, eşlerini kaybetmenin derin acısıyla hayata tutunmaya çalışıyor. Onların gözlerindeki boşluk, savaşın yarattığı en büyük yıkımdır. Bu, sadece bir kayıp değil, bir geleceğin çalınmasıdır.
Ahlakın Çözülüşü ve İnsanlığın Direnişi
Savaşın getirdiği buhran, sadece bedenleri değil, ruhları da esir alır. Gözlerdeki pırıltı sönerken, ahlakın kaybolup ahlaksızlığın derinleştiği zamanlardır savaş. İnsanların hayatta kalma güdüsü, bazen merhamet ve vicdanın önüne geçer. Hırsızlık, talan, zulüm... Savaşın gri tonlarında, insanlığın en karanlık yönleri ortaya çıkar. Komşunun komşuya, insanın insana duyduğu güven paramparça olur. Hukukun ve düzenin yerini, gücün ve kaosun kanunları alır. Bu çürüme, toplumun en derin katmanlarına işler, gelecek nesillere onarılması zor bir miras bırakır.
Peki, insanlık bu çöküşe karşı hep direnişsiz midir? Hayır. En karanlık anlarda bile, insanlık onuru ve direnci kendini gösterir. Yıkıntıların arasında birbirine kenetlenen eller, aç kalanlarla paylaşılan son lokma, yaralıya uzatılan yardım eli... Bunlar, savaşın dondurucu soğuğuna rağmen filizlenen umut çiçekleridir. Bir annenin evladına duyduğu sonsuz sevgiyle hayata tutunuşu, bir gönüllünün tüm risklere rağmen başkalarına yardım etme çabası, insanlığın en temel değerlerinin hala var olduğunu fısıldar. Bu direniş, bazen sessiz bir çığlık, bazen ise devasa bir kalkan olur.
Savaş, sadece sayılardan ibaret olmayan, gözyaşlarından ve kanla yazılan bir tarihtir. O, sadece yıkım değil, aynı zamanda insanın en derin acılarını ve en yüce direnişlerini de ortaya çıkaran bir laboratuvardır. Bu hikâyeler, bizlere savaşın asla bir çözüm olmadığını, barışın ise en büyük lüks değil, insanlığın temel ihtiyacı olduğunu hatırlatır. Belki de bu karanlık tablodan çıkaracağımız en önemli ders, insanlığın çöküşünü durdurmak için hepimizin üzerimize düşeni yapma sorumluluğudur.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.