Şiirde kelime seçimi

20 Mayıs 2010 tarihinde, Haydar Ergülen'le beraber "Şiir işçiliği" başlıklı bir konuşma gerçekleştirmiştik. Kocaeli Kitap Fuarı'nda...

O konuşmada, "Şiirde kelime seçimi"ne değinmeyi tercih etmiş ve ona göre notlar almıştım.

Söz uçar, yazı kalır. Bu yüzden, konuşma notlarımı bir yazıya dönüştürmeye karar verdim.

Konuyla ilgili olarak, öncelikle şunu söylemek gerekir: 'Bir kelimenin başına gelebilecek en kötü şey, o kelimenin şiirde eskimesidir.' Yalnızlık, hüzün, sevda, bülbül, gül, Leyla vs. Bu kelimeleri ya hiç kullanmamalı ya da mevcut anlamları yıkarak, yeni bir formatta kullanmalıyız. Peltek Vaiz kitabında yer alan "Eline sağlık Tanrım, Leyla çok güzel olmuş" dizesi, işte bu çabanın ürünüdür.

Çok kullanılan ve fakat asla eskimeyecek olan kelimeler de var. Bu kelimeleri diğerleriyle karıştırmamak lazım... Örneğin "yağmur", "ırmak" veya "toprak" asla eskimez.

Bir de başlı başına şiir olan kelimeler var. Bu kelimeleri kullanırken, en azından mevcut şiirselliği korumak, o şiirselliğin altına düşmemek gerekiyor. 'Gelincik' kelimesi bunlardan biri...

Kelimelerle ilgili dikkat edilmesi gereken bir diğer husus da şudur: Bazı kelimeler, adeta bazı şairlerin mülkiyetine girmiştir. Örnek verecek olursak; fayton deyince Ece Ayhan, balkon deyince Sezai Karakoç, gümrah deyince İsmet Özel, çile deyince Necip Fazıl, beyaz deyince Ziya Osman Saba, kar deyince Ahmet Muhip, zaman deyince Ahmet Hamdi Tanpınar akla gelir. Bunlar, tehlikeli kelimelerdir. Kullanan kişiyi (şairi) ezebilir. Bu noktada, ortaya bir fark koymanız icap eder. Mesela Sezai Karakoç, "balkon" kelimesini mimari anlamda kullanmıştı. Balkonu biz de kullandık. Fakat mimari olarak değil, ideolojik olarak... "Avlumuz vardı, çok uzaktık balkona / Büyük farktı bu, düşmanla aramızda" derken, hem balkonun bize Hıristiyan Batı'dan geldiğini, hem de mahremiyete bir saldırı olduğunu söylemiş olduk.

Yine, yeri gelmişken, "heves" kelimesini Haydar Ergülen'den öğrendiğimi itiraf etmeliyim.

Kelimelerle ilgili dikkat ettiğim bir diğer husus da şudur: Bazı kelimelerin ikinci ve üçüncü anlamları, birincisinden daha kuvvetli, daha çarpıcıdır. Mesela "alışmak" kelimesinin bir diğer anlamı da tutuşmaktır. Yine, "okumak", davet etmek anlamına da gelir. Bu durum, bir imkân olarak şairin karşısında durmaktadır.

Her kelimenin, insanlar gibi kendine has bir karakteri, bir sesi vardır. Kimi kelimenin sesi şiire müsaittir, kimininki değildir. Beş-altı açık heceden oluşan bir kelimeyi şiirimizde kullanırsak, ritim düşer ve nesre yaklaşmış oluruz. İşte bu noktada, aruzun imkânları aklımızda olmalıdır.

Şahsen ben, ritmi daima canlı tutmak için, iki ve üç hecelik kelimeleri tercih ediyorum.

Uygun kelimeyi tercih etmenin ne kadar hayati bir mesele olduğunu göstermek için bir örnek verelim: Osman Numan Baranus'un 1990 tarihli Alaza Kesen Yürek kitabı, "Gelenler" şiiriyle başlar. Şiirin ilk üç dizesi şöyle:

"Ulu cami dendi mi, usa

Bir bedesten gelir, havuzlu

Havuz olsa da, olmasa da..."

Osman Numan'ın şiirine iyi bir giriş yaptığını ve kayda değer bir bölüm yazdığını söyleyebiliriz. Fakat "usa" kelimesinin yanlış bir tercih olduğunu da görmekte zorlanmayız. Bugün için "usa", Amerika'dan başka bir şey çağrıştırmamaktadır. Onun yerine "akıl" kelimesini tercih etseydi, daha doğru bir iş yapmış olurdu:

"Ulu cami dendi mi, akla

Bir bedesten gelir, havuzlu

Havuz olsa da, olmasa da..."

Cemal Süreya, "Şiir geldi, kelimeye dayandı" derken, birçok şeyle beraber, bu durumu da kastediyor olabilir. Tabii böyle bir iddiada bulunurken, dizenin önemini yok sayıyor değildi.

Öte yandan, her şey gibi, söz de, şiir de daima ilerliyor. Örneğin bugün için, "Şiir geldi, harflere dayandı" diyebiliriz. Böyle dersek, kelimeleri hafife almış olmayız. Hele dizeyi, asla!

Macar dilbilimci İvan Fonagy, harfleri "ses" olarak gruplara ayırır. T, K ve R sesleri sert/saldırgan; L ve M sesleri ise yumuşak seslerdir.

Yazara göre; İ aydınlık, U karanlık, R erkeksi, L kadınsıdır. Buna göre değerlendirecek olursak, sözgelimi "sevgili" kelimesinin, İ ve L harflerinden dolayı aydınlık ve kadınsı olduğunu söyleyebiliriz. "Şiir"in de, İ ve R harflerinden dolayı aydınlık ve erkeksi...

Mesela "Şu adam ne şanssız, işte karısı" dersek, 'karı' kelimesindeki K ve R harfleri, dizeyi oldukça sert ve saldırgan yapar. Karı kelimesinin yerine 'hanım' kelimesini tercih edersek, anlamı da, sesi de yumuşatmış oluruz: "Şu adam ne şanssız, işte hanımı..."

Ece Ayhan, "Bir Fotoğrafın Arabı" başlıklı üç bölümlük şiirinde, (Bakışsız Bir Kedi Kara, De Yayınları, Mayıs 1965) her 'bölüm'ü U harfiyle bitirir: "Lekesi gibi U", "Gibi U" ve sadece "U"...

U harfi, ilk bakışta bir oyun veya anlamsız bir şeymiş gibi görünebilir. Ama değil... Ece Ayhan, kanaatimce, karanlığı daha da pekiştirmek, belirgin hale getirmek için böyle bir finali tercih etmiştir.

Kelime seçimi ve harf tercihlerinden yola çıkarak, lirik ve epik şiirin ses ve eda meselesini de konuşabiliriz. İbrahim Tüzer, buna benzer bir şeyi İsmet Özel: Şiire Damıtılmış Hayat kitabında (Dergâh Yayınları, Ocak 2008) yapmıştı. Macar dilbilimcinin yöntemini kullanan Tüzer, İsmet Özel şiirinin ses yapısını incelemiş ve ortaya ilginç sonuçlar çıkarmıştı.

Hakan Arslanbenzer'in de harflerin karakterleriyle ilgili bir paragrafını Fayrap dergisinin sunuş yazısından hatırlıyorum. Keşke o konuyu orada bırakmasa, müstakil bir yazı haline getirseydi.

Dememiz o ki; şair, en büyük dil işçisidir. Şiirin hakkını vermek, aynı zamanda dilin de hakkını vermektir.

Önceki ve Sonraki Yazılar