SURİYE SORUNU, ŞARTLAR OPERASYONU MU ÇAĞRIŞTIRIYOR?

Geçen yüzyılın ortalarından itibaren bağımsızlıklarının elde edilmesi sürecinde demokrasi rüzgarını yakalayamayan ve çoğu krallık, emirlik, sivil veya askeri dikta (cunta) rejimleri gibi günümüzde artık çağdışı olarak görülen yönetimlerin boyunduruğuna giren Arap ülkelerinin hemen hemen tamamında siyasi sistemin, bir şekilde totaliter ( her şeyi kapsayan, koordine eden, yönlendiren, zorlayan, dayatan, terör uygulayan) veya oligarşik ( azınlığın egemenliği) bir düzene dönüştüğü ve geniş halk kitlelerinin sefaletin pençesinde boğuşmasına karşılık, ülkenin tüm zenginliğinin iktidar ve yönetici zümreler tarafından talan edildiği gerçeğini gözlemlendi insanlık.

Bu çerçevede baktığımızda Ocak 2011’de Tunus’ta Yasemin Devrimi ile başlayan, Mısır sonrası ilk aşamada Yemen ve Libya’da mevcut iktidarlara yönelik halk ayaklanmaları siyasi bir sürpriz veya beklenilmeyen bir durum olmadığı görülmektedir.

 Yaşadığı dönemin şartlarında haksızlıklara ve ümitsizliğe dayanamayan Tunuslu genç Muhammed Buazizi, 17 Aralık’ta işporta tezgahıyla evinden çıkıp başkent sokaklarını mahmur gözleriyle adımlarken, beraberinde tüm K.Afrika ve Ortadoğu’yu ateşe verecek bir kibrit çöpünü taşıdığından habersizdi.

Ortadoğu’nun en kapalı ve en baskıcı rejimlerinden biri olan Suriye de bu ateşin kıvılcımlarından yanıp kavrulan bir diğer ülke oldu.

 Suriye’de gösterilerin ilk günlerinde halkın “ biz reformlar istiyoruz” sloganlarının yerini daha sonraları “ artık rejimin devrilmesini istiyoruz “ taleplerinin almış olması şu an ülkede yaşanan kaosun çıkış sebebi olmuştur.

 Halbuki ilk günlerdeki reform istekleri karşısında Esed yönetiminin kayıtsız kalmayacağını zaman içersinde bunları gerçekleştirecek bir anlayış veya olgunluğa sahip olduğu beklentisini taşıyordu herkes.  Böyle bir beklentinin sebebi, Suriye ile ülkemiz arasındaki sıcak ilişkiler ve bunun neticesinde demokratikleşmeyi kolaylaştıracak Türkiye tecrübelerinden faydalanabilinirlik düşüncesi idi.

Türkiye her şeye rağmen işleyen demokrasisi ve büyüyen ekonomik gücüyle Ortadoğu’da tek örnek olarak öne çıkmıştı. İlişkilerin en ileri düzeyde olduğu zamanlarda vizelerin kaldırılması, yüksek düzeyli stratejik işbirliği anlaşmalarıyla büyük bir yakınlaşma içindeydi.

Bu yakınlaşmadan dolayı Türkiye’nin Arap baharı öncesi ve sonrasında Suriye’ye sunduğu rahatlatıcı değişim paketleri vardı. Esed tarafından ciddiye de alınmıştı. Eğer Arap baharı olmasaydı zaman içerisinde doğal akışı içerisinde bu paketler bu değişimi gerçekleştirecekti. Ama maalesef bu ayaklanmaların direkt Ortadoğu rejimlerini hedef alan etkisi Esed ve Baas rejimi üzerinde ters etkiye neden olmuş, sonrası gerçekleşen dış müdahaleler rejimi daha da tepkisel davranmaya itmiştir.

 Dışişleri Bakanı Davutoğlu tarafından iletilen tüm bu paketler hak ve özgürlükler konusunda Suriye belki de bu üreci en az hasarla atlatabilecekti. Neticede Esed, halkını özgürleştiren bir kahraman olmaktan öte halkına karşı silah kullanarak katleden bir halk düşmanı olmayı tercih etti. Bu tercih tek çıkış yolu olan Türkiye dostluğunu da kaybettirmiştir.

Uluslar arası rol’ ü kabulleniş...

 Türkiye Suriye çıkmazında hem Arap Birliği ile hem de uluslar arası kurumlarla birlikte hareket etmektedir. Geçmişte uluslar arası sistemlerin de esnek davranışı Suriye ilişkilerinde kendince sıcak politikalar üretip uygulamaya geçirmesine neden olmuş, adeta bölgedeki diğer ülkeleri kıskandıracak noktaya taşınmıştı. Şu an bu ilişkiler sona ermiş durumda. Bundan sonraki süreçte tek başına hareket emekten öte uluslar arası koalisyonla hareket etmektedir. Bu da Türkiye’nin bundan sonraki süreçte yaşanan problemlerin tek başına üretilen bir takım projelerle ortadan kaldırılamayacağına inandığı anlamına gelmektedir. Bu meselede artık Türkiye “bölgesel rol” den “uluslar arası rolü” kabullenmiş bulunmaktadır.

 Suriye’yi neler bekliyor?

 Suriye şu an tamamen yalnızlaşma sürecinde. En son Arap Birliği’nin de ilişkileri askıya almasıyla birlikte girmiş de diyebiliriz. Birliğin endişesi, ülkede devam eden ve gittikçe yayılan yangının kendilerine de sıçraması. Esed rejimini feda ederek bu endişeyi en kısa zamanda ortadan kaldırmak istiyor. Ürdün Kralı Abdullah’ın “ Ben Esed’in yerinde olsam istifa ederim” açıklaması da bu süreci hızlandırmak isteğinin bir tezahürü olarak ortaya çıkmaktadır. 

 Hem Türkiye’yi hem de Arap Birliği’nin desteği kaybeden Esed ve Baas Rejimini iyi günler beklemiyor. Her geçen gün daha da yalnız kalan rejimi bekleyen son net bir şekilde görülüyor.

 Ülkede gittikçe artan sancılı durumlara rağmen gerçekleşemeyen doğumun bir “Sezeryan Operasyonu” yla gerçekleşebileceği düşüncesini taşıyanların sayısı da önemsenmeyecek kadar az değil.

 Türkiye’nin böyle bir operasyona girip girmeyeceği sorusu uluslar arası kamuoyunda sıkca konuşulmaya başlanmış, hatta ciddi beklentiler oluşmuştur. Fakat Türkiye’nin tercihlerine baktığımızda bunun şimdilik mümkün olamayacağı kanaatini uyandırıyor bizlerde. Çünkü diplomaside her zaman dış müdahalelere karşı olan, hangi ülke olursa olsun dönüşümlerin iç dinamiklerce gerçekleştirilmesini savunan bir yaklaşım izlemektedir.

 Ancak şunu da bilmemiz gerekir ki; Suriye’nin son dönemlerde Türkiye’ye karşı tahrikkar politikalarını arttırmasıyla değişecek olan şartlar ileriki dönmelerde bunun ihtimal dışı kalmayacağını düşündürmektedir. PKK kartını tekrar gündeme getirmesi ise en önemli gerekçe olarak önümüzde durmaktadır.

Operasyon mecburiyeti her zaman tek taraflı istek ve tercihlere bağlı gelişmeyebiliyor, bazen de karşı tarafın tutum ve meydan okumaları da bunun sebebi olabilmektedir… Türkiye için bunun en iyi örneği Kıbrıs Barış Harekatı olmuştur.

 Her halükarda bölgede güçlü bir ülke olan Türkiye’nin aynı sınırı paylaştığı ülkelerde meydan gelebilecek sıcak olaylara hazırlıklı olarak yeşilden kırmızıya bir çok askeri planlarının olması gerekmektedir. Bu sadece Suriye için söz konusu olmamalıdır.

 Türkiye mutlak surette Suriye’deki olumsuz gelişmelere seyirci kalmamaktadır ve kalmayacaktır da. Eğer bir müdahale zorunluluğu doğacaksa da her şeye rağmen şartların son derece olgunlaşmasını beklemek ve operasyonun en son düşünülebilecek bir seçenek olduğu unutulmamalıdır. Buna ise uluslar arası bir konsensüs ve koalisyon olmaksızın girişmeyeceği de bir gerçek. 

 Ama ne yazık ki tüm şartlar bir “sezeryan operasyonu”nun zorunluluğuna işaret ediyor…

                            

ulvi_sevecen@hotmail.com

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.