Tarkovsky mavisi

Melaike... Gerçekte Hz. İbrahim'e gelen üç melek... Rus dindarlığının bilincindeyse teslis'in sembolü... üçlemenin...

İkona geleneğinin devrimci teşebbüslerinden...

Bir 15. yüzyıl duyarlılığı...

Mütevazi ve fakat kararlı...

Ne istediğini bilen bir iradenin eseri.

Ne anlatmak istediğini bilen bir iradenin...

Bu nedenle de Moskova'da Galeri Tretyakov'un en seçkin yapıtlarından...

İstanbul süslemeciliğinin naif işçiliğine hâkim o derviş ızdırabını duymamak mümkün mü?

Andrei Rublev'in ızdırabını...

Yitip gitmez bir hüzün saçar çevresine bu yüzden.

Melaikeye ne de yakışır o mavi!

Lapis Lazuli'nin o hüzünlü ışıltısı.

Dikkatli bakıldığında ancak görülebilecek olan siyah, beyaz, gri kırçıllarıyla görkemini hiç kaybetmeyen Lapis Lazuli!

 

* * *

Çizgileri boşverin, acemi perspektif denemelerini de...

Siz asıl renklere bakın!

İkona demek renk demektir çünkü.

Renk ve ışık.

İstanbul, bir zamanlar rengin ve ışığın yurduydu.

Bizans biraz da ışık ve renktir. Lütfen ışığını Bizans'tan, yani İstanbul'dan alan o Venedikli ustaları hatırlayınız. Tiziano'yu, Tintoretto'yu, Verones'i...

Bir yanda Venedik rutubeti, öte yanda coşkun renkleriyle neşeyi de hüznü de birleştiren İstanbul'un ışığı.

Göğün, denizin ve gözlerin mavisi...

İlk baharda koynuna kırmızıları da alarak mora çalmaktan çekinmeyen çiçeklerin mavisi...

Rum usta Theophanes'in ekibinde çalışan bir sanatçıydı Andrei Rublev.

Bir ressam, bir nakkaş, bir derviş...

Kendisi gibi bir dervişin hayretle açılmış gözlerinden seyredilmeyi hakeden bir derviş...

 

* * *

— "Olsun, ben maviyi herkesten daha iyi görüyorum."

Ustası Andrei Rublev'in, "Sen herşeyi bildiğini düşünüyorsun, sana artık bir şey öğretemem" şeklindeki sitemine böyle cevap verir huysuz çırak Foma.

İstidadının çabayla kemâline ereceğini akıl edemez. Çabayla, yani alçak gönüllülükle...

Bir zamanlar bizde "cehl-i mürekkeb" denirdi bilgisizliğin böylesine.

İki katmanlı bilgisizlik. Hem bilmemek, hem bilmediğini bilmemek.

Başka bir deyişle cehalet değil, gaflet. Yani kişinin kendinden habersiz olması.

Bilmediğini bilmeyene ne öğretilebilir?

Hiç.

 

* * *

Andrei Rublev (1966), tartışmasız Tarkovsky'nin opus magnumudur.

Bir şah-eser.

Sanata dair bir şah-eser.

Sanatın gereksindiği özgürlüğe dair.

Yasaklanır bu yüzden.

Henüz ikinci filmidir.

Ne Stalker, ne Solaris, ne Nostalgia, ne Zerkalo, ne Offret...

Bütün eserlerinin zirvesinde Andrei Rublev yer alır.

Tarkovsky'nin ufku her yeni adımında yukarılara yükselmez sanıldığı gibi, bilâkis adım adım aşağıya iner. Genişler. Ovaya yayılır.

Tohumun ağaca dönüşmesi gibi büyür içgörüleri. Ağaç tohumda saklıdır.

— "İnsanlara insan olduklarını daha çok hatırlatmalıyız" der Tarkovsky.

Sanat işbu duyarlılığın bir gerecidir.

Filmleri de insana insan olduğunu daha çok hatırlatmanın bir aracı.

 

* * *

Filmin en önemli karakterlerinden biri de İvan Lapikov'un canlandırdığı Kirill.

Gerçekte Judas'ın ta kendisi. Yahuda'nın.

Hasedin yiyip bitirdiği adam.

Miloş Forman'ın ünlü yapıtı Amadeus'un (1984) baş karakteri Antonio Salieri'nin selefi.

Aradaki fark, Kirill bir Rus gibi pişman olur. İtirafı da Rusçadır.

Salieri gibi istidad yoksunluğuna dayanamaz bir türlü. İstidadı, kabiliyeti olmadığı için sonunda bir hiç olacağına inanır. Tanrı'yla başı belâya girer. Adaletinden kuşkuya düşer çünkü.

İstidada sahip olmak için önce inanması gerektiğini bilemez.

Kime? Neye?

Kendi dışında bir noktaya sadece. Dışında ve üstünde...

Andrei Rublev gibi.

O önce derviştir. Sanatın ilk koşulunun sanatçının özgürlüğü olduğuna inanır

Özgür ruhların işidir sanat. Tıpkı dervişlik gibi.

Masumdur. Bir bebek kadar.

Bu yüzden kirlendiğini hisseder her defasında. Günahlarını...

 

* * *

— "Bir insan sadece yalnızken mi iyidir?"

Yanlış soru.

İyilik aslâ yalnızlıktan hoşlanmaz. Kalabalığa ihtiyacı vardır. Günaha. Şehre. Çarşıya.

Korunmaya muhtaç görünecek denli saf ve masum ruhlara, zannedildiği gibi, zırhsız dolaştıkları için değil, zırha ihtiyaç duymadıkları için kötülük bir zarar veremez.

Ne zaman korunmaya muhtaç olduklarını anlarlar ve zırhlarını kuşanırlarsa, işte o zaman kötülük okları bedenlerine saplanmaya başlar.

Düşmanın gözü, tabiatı gereği, çıplak bedenleri değil, parlak zırhları hedef seçer kendisine.

Aklı-sıra korunanları.

Hayrın ve şerrin sahibinden sakınanları.

Hal böyleyken ey talib, nasıl oluyor da maviyi herkesten daha iyi gördüğünü iddia edebiliyorsun.

Sen günahı tanımazsın ki!

Önceki ve Sonraki Yazılar