Engin YİĞİTOĞLU

Engin YİĞİTOĞLU

TELEVİZYON SİNEMA ÜZERİNDEKİ SOL TAHAKKÜM DEVAM EDİYOR

"Çok büyük aktörsün ama çok Allah diyorsun. Biz seninle ondan asla çalışmayacağız." Oyuncu Cem Uçan, televizyon-sinema sektöründeki sol tahakkümü ve maruz kaldığı zorbalığı bu sözlerle ifade etmişti. Çok Allah, bayrak diyormuş. Ne gereği varmış böyle şeylere!

Benzer bir durumu (zulmü) yine ünlü aktör Hakan Boyavyaşamış ve anlatmıştı. Sektörde kalıplaşmış bir güruh olduğunu ve bunların hiç değişmeksizin hep jüri grubu falan olduklarını dile getirmişti. Yine sanatın hiçbir normlarına göre değil bizzat her yerde kendi normlarına göre hareket ettiklerinden yakınmıştı. Öyle ya. Böyle bir ortamda nasıl ödül alabilirsiniz ki? Boyav kendi anlatıyor:

"Türkiye'de ya politik görüşünüz olarak solcu olacaksınız veya oradan birilerine daha yakın olacaksınız falan. Yaşam biçimi olarak, onunla oturacaksınız, kalkacaksınız. Akşamları barda 'hahahaha hihihihi'. Adil bir değerlendirmeden çok uzaktır Türkiye'de ödüller... En iyi yardımcı oyuncu ödülü adayıydım ben. Ben içeri girdiğim zaman insanlar, 'aaa tebrik ederiz. En iyi yar...' Ya dedim ki, 'Ben ödül almadım ki'. Dediler ki, 'biz seyrettik kardeşim. Gerçekten iyi oynanmış.' Ulan Allah var. İyi oynamışım. Ödüller bir açıklandı. Son derece kötü bir filmde bir abimiz ödül almış. Sırf solcu olduğu için. Yapmayın ya! Hem sanatçının hakkını yemeyin, hem ödülünüzü küçültmeyin hem de inançlı biriyseniz kul hakkı yemeyin kardeşim."

Hakan Boyav, sektör üzerindeki vesayete isyanını bu sözlerle dile getiriyordu. Hani Payitaht Abdülhamid'de Mahmud Paşa ve Kurtlar Vadisi'nde Kara karakterlerini mükemmel derecede ustaca oynamış Hakan Boyav. Kurtlar Vadisi demişken, bu vesayete karşı sancak açmış öncülerin başında, yönetmen ve yapımcı rahmetli Osman Sınav gelir. Bu öyle bir sancak kaldırıştı ki, "3 tane İsmet Özel şiiri okuyamayan adama, ben oyuncu diyemiyorum" sözleriyle adeta karşı bir manifesto yayınlamıştı. Zira bu sektör içerisinde, böylesine yapımlara imza atmak ve böylesine açıklamalarda bulunmak, her babayiğidin harcı değildi. Keza, Kurtlar Vadisi de yıllarca aynı linçe maruz kaldı. Sadece karşı mahalle değil çoğu vatandaş, bu diziye sıradan bir mafya filmi gözüyle baktı. Oysa ben, bu diziyi her zaman Türkiye'nin iç ve dış meselelerini "derinlemesine" işleyen bir proje olarak gördüm hep. Özellikle, Sabacı suikastını anlattığı söylenen Toros cinayetinin kimlerin ne amaçla, nasıl ve yine kimlere ihale edilerek gerçekleştirildiğini anlattıkları bölümleri izlemediyseniz, tavsiye ederim. Yine unutmayalım ki, işgalci devletin arzu mevud hayalini siyonist askerin "Bize vadedilmiş toprakları kirleteceksin" sözlerine Polat Alemdar'ın, "Bu toprakların neresi size vadedildi bilmiyorum ama ben sana altını vadediyorum" ifadeleriyle belki de ekranlarda ilk kez Kurtlar Vadisi Filistin filmi vesilesiyle izlemiştik. Eee tabi bunun bir bedeli olmak zorundaydı. Dizinin müziklerini yapan ünlü bestekar ve müzisyen Gökhan Kırdar, onlarca yıl cep telefonlarının zil sesi yapılan bu dizi müziklerine bir kez olsun ödül verilmediğinden yakınmıştı.

Çünkü sanat sol içindi! Sanat da sanatçı da solcu, devrimci olmak zorundaydı. Oysa yine, senelerdir dillerinden düşürmedikleri, Musa Eroğlu ile özdeşleşmiş Mihriban Türküsü ‘nün sözlerinin Üstat Abdürrahim Karakoç'a ait olduğunu bile bilmiyorlardı. "Lambada titreyen alev üşüyor" tabirini, hangi felsefe hakkıyla ifade edebilirdi ki? Bu büyüklüğü bizzat Aşık Mahsuni Şerif yine ekranlarda şöyle dile getiriyordu:

"Sana ne söylerim, bilmem ne derim

Benim gibi doğdu gitti pederim

Der Mahsuni ellerinden öperim.

Çünkü sana varmak güçtü Karakoç"

Yine solun bir diğer önemli şairlerinden Can Yücel, Üstat Necip Fazıl Kısakürek için "solda adam mı var, Necip Fazıl'ı anlayacak? Hepsi dangalak." şeklinde epeyce ağır bir laf etmişti.

"Bir alem ki, gökler boru içinde

Akıl olmazların zoru içinde

Üst üste sorular soru içinde

Düşün mü, konuş mu, sus mu unut mu

Buradan insan mı çıkar, tabut mu"

Şiir üzerinden edebiyata daldığımın farkındayım. Sanat çatısı altında çok da birbirlerinden bağımsız değiller aslında. Yine de ana konumuza dönecek olursak... Televizyon-sinema alanındaki bu sol tahakkümün son kurbanları ise, TRT 1'in yeni dizisi Taşacak Bu Deniz'in baş rol karakterleri Deniz Baysal Yurtçu ve Ava Yaman oldu. Dizinin galasında giyindikleri kıyafetlere yönelik, "reytinglerin şerefine şunlara yakında çarşaf giydirilir." şeklinde seviyesizce ve hadsizce yorumlar yapıldı.

Özellikle dikkat kesilmenizi istirham ettiğim husus şurası. Burada iğrenç seviyede bir çarpıtma ve algı operasyonu söz konusu. Adı geçen diziden bağımsız olarak TRT ve benzeri kanallar özellikle milli-manevi değerlere yönelik önemli projelere imza atmaya başladıkları andan itibaren, malum çevrelerce acımasızca hedef tahtasına oturtulmaya başlandılar. Çünkü bu alanda baskın güç olan sol tahakkümün o güne kadar rakibi veya alternatifi hiç yoktu. Ne zaman ki, ekranlarda Diriliş Ertuğrul, Kuruluş Osman, Payitaht Abdülhamid, Mehmed Fetihler Sultanı tarzında yapımlar boy gösterir oldu, bu malum güruh, "yandım anam" kabilinden tutuşmaya başladı. Zira beyaz perdenin gücünü, nelere mal olduğunu, bugün hangi noktalara vardığını Yeşilçam'dan beri biz inançlı kesim gayet iyi bilmekteyiz. Diğer taraftan yüzlerce, binlerce bilimsel yayının, makalenin dünya genelinde bir tek Çağrı filminin yaptığı etkiye ulaşamadığına da şahidiz. İşte tüm bunlar televizyon-sinemanın olumlu-olumsuz gücüydü. Tutuşma derken ise daha çok zikrettiğimiz dizi ve filmlerde oynayan isimlere tehdit, hakaret ve de iftiralardan bahsediyorum. Özellikle, kendilerine ters gelen projelerde yer alan isimleri reyting peşinde koşmakla, parayla satılmakla, işini-geleceğini garantiye almakla suçluyorlar.

Bu aynı, özellikle 2000lere kadar başta askeriye ve yargı olmak üzere hemen hemen tüm devlet kademelerine bir çeşit kast sistemi şeklinde çöreklenmiş vesayete benzemektedir. Hani, yüzde kaç oy alırsak alalım fark etmeyeceğini, onların istemediği hiçbir şeyin olamayacağını ve ülkenin gerçek efendilerinin kendileri olduğunu iddia eden Türkan Saylan'ların vesayeti! Kendilerinden başka kimseyi görmeyen, tanımayan bu vesayet, ne hikmetse 2000lerden sonra "ayrıştırıyorlar, bölüyorlar, ötekileştiriyorlar" diye cıyaklamaya başlamışlardı. Oysa ne ayrıştırma ne de ötekileştirme söz konusuydu. Ülkenin ekseri çoğunluğunu oluşturan Anadolu Müslüman Türkü'nün yönetimde hakkı olan kendi sesinin ve fikirlerinin karşılık bulma çabasıydı bu sadece. Ancak her koltuğa çökmüş malum grup bu talebi dediğim gibi "bölüştürme-ayrıştırma", hakkını isteyen vatandaşları ise "makarnacı-kömürcü" yani çıkarcı, menfaatçi, rüşvetçi ilan etmişti. Aslında hazmedemedikleri şey, altlarındaki koltukların bir bir kayıyor olması ve artık seslerinin karşısında her defasında farklı bir ses duyuyor olmalarıydı. 80-90 yıl boyunca, bu hiç alışageldikleri bir şey değildi zira. Çünkü memleketin her köşesinde, her alanında yalnız kendi tahakkümleri, kendi kutlu ve mutlu tiranlıkları 1000 yıl dahi sürse devam etmeliydi!

Televizyon-sinema ve tabi tiyatro alanında da yaşanan aynı şeydi. Yakın zamanda, ABD adına içimizdeki 1 Dolar'lık vatan hainlerine ihale edilmiş 15 Temmuz Darbe Girişimi'ne ilişkin bir filmde rol alan usta oyuncu Zafer Algöz'ün ne aymazlığını ne şuursuzluğunu ne de satılmışlığını bıraktılar. Tam da bundan bahsediyorum işte. Yani hele ki televizyon-sinema alanında hemen hemen tüm inisiyatif kendi yapımcılarının, menajerlerinin ellerindeyken kendi mecralarında yıllarını vermiş Zafer Algöz gibi bir isme bile "satılık" yaftası vurabiliyorlar. Milletin yine hafızasıyla-zekasıyla dalga geçiyorlar. Şimdi, Zafer Algöz'ün paraya, reytinge ihtiyacı mı var? Haydi diyelim var. Peki bunun için TRT'ye mi ihtiyacı var? Ya da şöyle sorayım: Zafer Algöz gibi isimler TRT, Turkuvaz Medya tarafında mı yoksa karşı tarafta mı kendilerine daha çok iş, para ve ödül fırsatı çıkartabilirler?

Bu linç girişimine maruz kalan isimler saymakla bitmez. Bir diğer usta oyuncu İsmail Hacıoğlu, kendisinin Filistin paylaşımlarından rahatsız olan malum kesime, " 'Bıktık! Neden sürekli Filistin mesajı paylaşıyorsun?' diyen dostlarım. Ben kafamı yastığa rahat koyamıyorum. Kusura bakmayın. Takipten çıkabilirsiniz." şeklinde tepki göstermişti.

Bu, Hacıoğlu'nun malum kesim tarafından ilk linç yiyişi değildi üstelik. Hatta bu linçlerden sebep, millete bir bakıma içini döktüğü bir video bile yayınlamıştı. Bu videoda şunları dile getirmişti:

"Dediğim gibi at izi ile it izi o kadar birbirine karışmış vaziyette ki. Çocuklar ölüyor diyorsun. Bambaşka bir hale getiriyorlar. Memleketimi seviyorum diyorsunuz. 'Sağcı mısın?' diyorlar. Ya da Allah'a inanıyorum diyorsun. 'Sen dindar mısın?'... Siyasete sokmaya çalışıyor seni. Parti yandaşı olduğunu iddia ediyor. Seksen Dönemi'nin darbe döneminde bu ülkenin hep sol tarafı anlatıldı. Sağ tarafı hiç anlatılmadı. Kardeşi kardeşe kırdırmışlar. Aynı koğuşlarda işkence gördüklerinde bu insanlar ayrıldılar dedik, Kafes filmini çektik. Yok efendim 'sen faşist misin, sağcı mısın?' dediler. Ben duyarlı, şurasıyla (kalbiyle) hareket etmeye çalışan TC vatandaşıyım. Mustafa Kemal'in de askeriyim. Ne arıyorsunuz bunun altında? Öküzün altında buzağı aramaktır bu ya. İnsanız ya. Üzüldüğüm şeyi de söylüyorum. Yani bu kadar basit." Yani adamı zorla yine "asker" yaptılar!

Bir diğer kurbanımız; Tamer Karadağlı. Devlet Tiyatroları Genel Müdürü olarak görevlendirildiği günden itibaren yemediği hakaret, görmediği itibar suikastı kalmadı. İşin en tuhafı da ne biliyor musunuz? Bu linççi tayfanın en başta giden öncü birlikteki isimleri kimler biliyor musunuz? Birinin en meşhur icraatı (filmi) Recep İvedik, diğerinin en meşhur şarkısı (gerçi başka şarkısı var mı yok mu bilmiyorum) Zennube. Diğerleri ise daha yeni yetme tiyatro öğrencileri diyebileceğimiz toy isimler. Yahu, sevelim, sevmeyelim. Beğenelim, beğenmeyelim. Bu adam belki 50 yılını tiyatroya, televizyon-sinemaya vermiş ve özellikle bir döneme damga vurmuş Tamer Karadağlı. Bu ismin oyunculuğu size hitap etmiyor olabilir ancak oyunculuk bilgisine ve tecrübesine saygı duymak zorundasınız. Hani o liyakat dediğiniz şey var ya... İşte o, bunu gerektirir. Gerçi ülke basketbolunun çıkardığı ilk 3-5 isimden biri olan Hidayet Türkoğlu'nun Basketbol Federasyonu Başkanlığı'na bile utanmadan dil uzatabilen bir kitle bu. Liyakat derken, kime ne anlatıyoruz ki?

Dikkat ederseniz, gururumuz Sumud Filosu'ndaki isimlerden Bekir Develi ve İkbal Gürpınar gibi isimlere en çok saldıranlar da yine aynı bu kişilerdi. Neden biliyor musunuz? Çünkü, bu haksız, hukuksuz ablukayı ve yine bu barbarca soykırımı yine filodaki aktivistlere karşı işgalci siyonist askerlerin zulümlerini ve hatta bu katillerin arasında bizzat Türkiye kimliklilerin de olduğunu en çok Sayın Develi ve Gürpınar dünyaya duyurdu da ondan. Çünkü onlar birer televizyoncuydu. Yani kitlelere ulaşabilmenin yolunu diğerlerinden daha iyi biliyorlardı. Buna karşı bu linççi grup ne umdu ne bekledi? Bu aktivistlerden kimse sesini, soluğunu çıkarmasın. Zamanla bu eylemin etkisi tıpkı Mavi Marmara gibi unutulup gitsin. Ben oğluma bizzat 19luk şehidimiz Furkan Doğan'ın ismini vermiştim mesela. Bu linççi tayfa Mavi Marmara şehitlerinin hangisinin ismini hafızasında tutmuş, hatırlıyor? Yoksa bu şehitlerimiz de mi kendilerine "samimi" gelmiyor?

Sonuç olarak, yukarıda zikrettiğim ünlü isimleri, dizi-filmleri, kanalları toptancı bir tavırla tümden beğenmiyor olabilirsiniz. Bunlardan hiçbiri tam manasıyla bizim yaşam şeklimize hitap etmiyor da olabilir. Ancak, malum kesim tarafından ne için taşa tutuluyor neden en azılı linçlere maruz kalıyorlar? Olaya bu pencereden bakmak lazım gelir. Rahmetli Adnan Menderes'in hayatı da tam manasıyla bize hitap etmiyordu ve fakat bizler kendisinin ve arkadaşlarının ne için asılarak şehit edildiklerini gayet iyi biliyoruz. Tıpkı malum kesimin gerçek derdinin ne hak ne hukuk ne adalet ne liyakat ne de sanat olmadığını gayet iyi bildiğimiz gibi. Sakın yanlış anlaşılmasın. Burada "solcular sanattan anlamaz" şeklinde bir hadsizliğe, saygısızlığa hatta saçmalığa kalkışacak değilim. Ancak, onlar yıllar yılı bu tarafa işte bu gözle baktılar. Bu dille yargıladılar. Yazımda da sadece ama sadece bunları ifade etmeye çalıştım. Sürçü lisan ettiysem affola.

Selam ve dua ile...

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum