Engin YİĞİTOĞLU
Türk Devlet Anlayışı ve Osmanlı-Türkmen Meselesi 2
Üniversitenin ilk dönemlerinde tarih dersimizde hocamız, "İki Türk bir araya gelir devlet kurar. Üçüncüsü gelir yıkar. Mesela Cumhurbaşkanlığı Forsu'ndaki 16 Türk Devleti'nin neredeyse hepsi bizzat kendimiz, yani Türkler tarafından yıkılmışlardır." demişti. Biraz şaşkınlıkla beraber, aynanın diğer yüzünü de görmeye başlamıştık. Zira tarih dersleri, milli gururu okşama seansları değildi. Tarih, bir araçtaki dikiz ve yan aynalar görevi taşımaktaydı. Keza bir şoför, sağını-solunu ve arkasını kontrol etmeksizin ilerleyemezdi. Aksi halde, kaza yapmaması içten bile değildi.
Bir önceki yazımızda Bozkır Kültürü-Türk Beylik Gururu'nu, Kut Anlayışı'nı ve İkili Teşkilat sistemini anlamaksızın tüm Türk Devletleri boyunca cereyan eden bölünme-parçalanmaları, aile fertleri ya da şehzadeler arasındaki taht-taç mücadelelerini ve özgür ruhlu boyların, aşiretlerin yerel düzene adaptasyonlarındaki zorlukları ve isyanlarını anlayamayacağımızı söyleyerek bitirmiştik.
Beni bu yazı dizisini kaleme almaya iten ana sebep ise, özellikle son yıllarda ortaya çıkmış kendilerine "tengrici" diyen ırkçıların, Osmanlı Cihan Devleti'nin yönetime genellikle devşirmeleri getirdikleri ve yabancılarla evlendikleri gerekçesiyle Osmanoğulları'nı hain ilan etmeleridir.
Öncelikle Osmanlı, kendisinden önceki tüm Türk Devletleri'nin devamı niteliği taşımaktaydı. Zira her Türk Devleti gibi Osmanlı da kendisinden önceki Türk Devletleri'nin iyi yanlarını almış, "şerî hukuk ölçüsünde", çerçevesinde "örfi" olarak devam ettirmiştir. Gerek devlet gerekse de millet için en iyisini aramış ve çağının da üzerinde bir sistem kurarak uygulamıştır.
Osmanlı'da devlet dairelerinin tümünde asılı olan ve tüm devlet adamlarının dilinde tekerleme şeklinde dolanan, adalet dairesi denilen bir döngü vardı. "Ordusuz devlet olmaz. Hazinesiz ordu olmaz. Tebasız hazine olmaz. Adaletsiz tebaolmaz." şeklinde, zincirin halkaları gibi birbirine geçmişçesine resmedilmiş bu sistem, muazzam bir düzenin de ifadesiydi. Osmanlı, cihanda-yedi iklimde hüküm sürerken her türlü inanca hatta Zerdüşt, ateşperestine kadar barındırmışken, tebasından yalnızca bu düzene ve sisteme uymasını istemiştir. Hainlerin ve isyanların sıklıkla görüldüğü bir dönem olan II. Abdülhamid Han devrinde Sultan'ın "Hak isteyene hakkını verin. Baş kaldıranın başını kesin" sözü çok manidardır. Yine Sultan'ın en yakın koruma muhafız alayı durumunda olan Bilecik-Söğütlü ailelerin çocuklarından oluşturulmuş Ertuğrul Alayı da Kayı Boyu'ndan Osmanlı'nın köklerini ve atalarını hiçbir zaman unutmadığının göstergesidir. Yine enteresandır ki, günümüzün tengricilerinin fikir babası olarak kabul ettikleri Hüseyin Nihal Atsız bile çıkarttığı Orkun Dergisi'nde Sultan II. Abdulhamid Han için kızıl değil Gök Sultan tabirini kullanmışken Osmanlı Hanedanı için ise "Türk Tarihi'ndeki ailelerin en büyüğü" ifadesini kullanmıştır. Öyle ya! Tarihte Roma dışında 600 sene hükmetmiş bir başka devlet-imparatorluk var mıdır? Yine tarihte tek bir ailenin-hanedanın 600 sene hükmettiği başka bir örnek var mıdır? Buyurun, hodri meydan!
Göçmen Aşiretler Sorunu
Lisans eğitimimin başlangıcından bitirme tezime kadar tüm dönemlerde almış olduğum Osmanlıca derslerinde, hep Antep bölgesine ait şeriye sicil kayıtları (mahkeme tutanakları) transkribi çalışmıştık. Bu varaklarda sıkça rastladığımız mahkemelik olaylardan biri de örneğin Afşar Aşireti'ne bağlı Türkmen-Göçmen (Yörük) gruplarının devlet tarafından kendilerine tahsis edilen arazileri aşıp, Kayseri, Sivas, Maraş gibi beldelerden ta Antep, Urfa, Kilis gibi diyarları geçip Halep'e kadar inmeleri, inerken de çevreye ve ahaliye verdikleri zararlar ile alakalıydı.
Osmanlı Devleti, bu konar-göçer Yörük teba için özel kanunnameler hazırlamış ve böylelikle bu kitleleri sisteme dahil etmeye çalışmıştır. Ele-avuca sığmayan, düzene nizama ayak uydurmakta direnen grupları ise özellikle Balkanlar'da yani fethedilen bölgelere göndererek bu beldelerin Türk ve Müslüman'laşmasını sağlamıştır. Kendisini sürekli Selçuklu'nun devamı olarak ilan eden ve Osmanlı hakimiyetini hiçbir şekilde kabul etmemiş, bu yönde sürekli problemler çıkartmış Oğuzlar'ın Afşar boyundan olan Karamanlılar buna en güzel örnektir. Öyle ki, Selçuklular Oğuz'un Kınık boyuna mensup olmalarına rağmen Karamanlılar diğer beylikler üzerinde Kut iddiasında bile bulundukları iddia edilmiştir.
Taht-Taç Kavgaları Meselesi
Bu aşırı ırkçı güruhun en fazla dillendirdiği hususlardan biri de Osmanlı'da hanedan üyelerinin taht için birbirlerini öldürmeye varan mücadeleleri ve buna paralel, kardeş katli meselesiydi. Oysa bu meselenin de temelinde yine eski Türk geleneği olan Kut Anlayışı yatmaktaydı. Hükümranlık İlahi Güç tarafından hanedan üyelerine verildiği için, her hanedan üyesi taht iddiasında bulunabiliyordu. Nitekim yine bu güruh, Mete Han'ın babası Teoman'ı tahttan indirerek başa geçtiği gerçeğini görmez. Yine Attila'nın ağabeyi Bleda'yı öldürerek 445'te Avrupa Hun Devleti genelinde tek hükümdar haline geldiği gerçeğini görmek istemez.
Kardeş katli hususunda en net bilgiyi verenlerden biri ünlü tarihçimiz Prof Dr İlber Ortaylı'dır. O'na göre iki şehzaden biri diğerini kırmazsa, millet birbirini kıracaktır. Bu izahat, sosyo-tarihi gerçeklik açısından gayet yeterlidir. Keza Osmanlı Devleti daha ilk asrında Fetret Devri gibi kaotik bir olay yaşamış. Bununla birlikte devlet adeta uçumun kenarına gidip, geri dönmüştür. Bu olay, Osmanoğulları üzerinde öyle etkide bulunmuştur ki, tesirini asırlarca göstermiştir. Keza Osmanlı Devleti, her geçen gün daha da merkezi bir hale bürünmüştür. Kardeş katlinin yasalaşma olayı ise tamamen bu sosyo-tarihi gerçekliğe uygun bir "örfi" düzenlemedir. Buna rağmen bazı ulema toplumun genelinin ve İslam Devleti'nin bekası söz konusu olduğundan karara olumlu yaklaşmışlarken, bazı ulema da ileride meydana gelebilecek bir olasılık üzerinden böyle bir karar alınmış olmasına İslami yönden şerh düşmüşlerdir.
Yabancılarla Evlilik Meselesi
Aslına bakılırsa kuruluştan yükselişe kadar hiçbir dönemde böylesi bir katî kural söz konusu değildir. Kuruluş'ta daha çok gözetilen husus, yerli ya da yabancı farketmeksizin güçlü ve köklü beylikler ya da devletlerle aile bağı oluşturma isteğiydi. Tıpkı Türk-Tatar Kırım Hanı Giray Han'ın kız kardeşi ile Yavus Sultan Selim'in evliliği gibi veya Fatih Sultan Mehmed'in üvey annesi, II. Murat'ın eşi Mara Hatun gibi. O Mara Hatun ki, Fatih'i öz evladı gibi sevmiş, gerçek bir Fatih gibi yetiştirmiş. II. Mirat'ın vefatının ardından Sırbistan'a kral babasının yanına gitmiş olsa da, Devleti Ali Osman'a hizmetine devam etmiştir.
Osmanlı Devleti, merkeze uzak diyarlarda uygulamak zorunda kaldığı ademi merkeziyetçilik dışında ilk günden itibaren elde ettiği tecrübe ve birikimleri gereği hedefini hep merkezileşme ve tek hükümranlık üzerine kurgulamıştır. Bu doğrultuda saray içerisinde ve çevresinde dengeleri sarsmaya müsait bu tür ailelerin kızlarıyla evlenme politikasından da Kanuni Sultan Süleyman itibariyle son vermiştir. Çünkü Türkmen Mahidevran ve Ukrayna-Rus Hürrem Sultan rekabetinde olduğu gibi analık hissiyatı gereği her anne kendi evladının hayatta kalmasını ve tahta geçmesini ister. Bu da ister istemez devlet erkanı ve asker içerisinde huzursuzluğa, cepheleşmeye sebebiyet verir.
Osmanlı, özellikle bu dönemden itibaren Anadolu Türk Birliği'nin de sağlanmasıyla daha çok sıradan ve kimsesiz cariyeler içerisinden eşler edinmişlerdir. Ancak yine de itiraf etmek gerekir ki, gücü ellerine aldıktan sonra bu eşlerin de öncekilerden pek de bir farkları kalmamıştır. Ancak yine de tıpkı Kösem Sultan'da olduğu gibi baskın karakterler çıkmışsa da Devleti Ali Osman'a son nefeslerine kadar bağlı kalmışlardır.
Tımar Sistemi
Tımar Sistemi de Selçuklular'daki ikta sisteminin daha geliştirilmiş haliydi. Eski Türkler'deki ikili teşkilat sisteminden bahsetmiştik. Bu sistemin merkezi otoriteye büyük darbeler indirdiğini ve hatta devletin kolaylıkla bölünüp parçalanmasına sebebiyet verdiğini zikretmiştik. Selçuklu bu tehlikeyi ikna Sistemi ile daha asgari düzeye indirmek adına nispeten daha küçük topraklardan oluşan ikta sistemini geliştirmiş olsa da burada da toprak sahibi serdarlar-beylikler sarayın siyasi yönden düştüğü en küçük bir zorlukta birer birer bağımsızlık ilanında bulunmuşlardır. Osmanlı, merkezileşme adına bu sistemi de daha tehlikesiz boyutlara-ölçeklere indirgemiştir.
Bu sisteme göre devlete ait vergilerin bir kısmı padişah hasları adı altında merkeze aktarılır. Bir kısmı ise şu şekilde pay edilirdi:
● Yıllık geliri 3-20 bin akça aralığına tımar
● Yıllık geliri 20-100 bin akça aralığına zeamet
● Yıllık gelir 100 bin akçeden yukarısına has denilirdi.
Sipahiler dirlikte bulunmak, atını-silahını tedarik etmek ve çağrıldığında sancakbeyleri bayrağı altında sefere gitmek zorundaydılar. Sefere gitmeyen, dirliğini sebepsiz-izinsiz terkedenler asi sayılarak dirlikleri ellerinden alınır ve cezaya çarptırılırlardı.
II. Bölüm Değerlendirme
Özellikle devşirme-kul sistemi hakkında aşırı ırkçı kesim bilim ve gerçeklikten çok uzak, tamamen dedikodu ve önyargı eseri eleştiriler getirmekteler. Maalesef bu zümre içerisine kendisine aydın diyen kimseler de dahil. Bu kişilere göre içerisinden Gedik Ahmet Paşa, Pargalı İbrahim Paşa, Sokullu Mehmet Paşa ve Köprülüler gibi isimleri çıkartmış sistemin, Osmanlı için son derece zararlı, Türklük için olumsuz roller oynamış ve sonunda da devleti yıkıma götürdüğüne inanmışlardır.
Oysa bu büyük devlet adamlarının hiçbiri ne Arnavutluk ne Boşnaklık, ne Sırplık ne de Hırvatlık derdine düşmüşlerdir. Elbette bu koca sistem içerisinde değersiz, zayıf karakterli, korkak ve hain olanları da çıkmıştır. Ancak bunların sebebi etnik kökenlerine meğletmeleri değildi. Genellikle, akraba-tanıdık(adam) kayırma, torpil, rüşvet gibi şahsi menfaatleri peşinde
koşmaları ya da güç zehirlenmesi sonucu padişahın otoritesini gölgelemeye cüret etmeleriydi. Oysa bu tür kötü ve ahlaksızca işlere tevessül edenler, tıpkı bugün de olduğu gibi maalesef toplumun her kesiminden çıkmaktığı gibi Türkler içerisinden de çıkmıştır. Demem o ki, Osmanlı Devleti, Pargalı İbrahim'i ne için infaz ettiyse, Çandarlı Halil'i de aynı sebeple idam etmişti.
Bu Çandarlılar ki, Anadolu genelinde hemen hemen tüm Türkmen Beyleri arasında itibar sahibi olmuş ve içlerinden çok büyük devlet adamları çıkartmış bir Türkmen ailesi-aşiretiydi. Eğer devşirme sistemi Türkler ve Müslümanlar için zararlı bir yapı olsaydı, kuruluşundan itibaren en önde böyle bir aile yer alır, en büyük paylardan birini üstlenirler miydi? Kaldı ki, Osmanlı bu sistemi de tıpkı ikta sisteminde olduğu gibi Selçuklu'daki Hristiyan tebadan oluşturulan hassa ordusundan önrek almıştı.
19. yüzyılda Balkanlar'daki Müslüman ve Gayrı-Müslim toprakların birer birer elden çıkmaya başlaması, yine Arap Coğrafyaları'nda boy gösteren bazı bağımsızlık hareketleri bu aşırı ırkçı zihniyetin doğuşuna ve bu yönde siyaset geliştirmelerine sebebiyet vermiştir. Ancak Araplar bizi yani Osmanlı'yı gerçekten arkamızdan vurdularsa, donanma ve ordusuzluktan doğru dürüst asker gönderemediğimiz, bunun yerine yerel halkı emperyalist güçlere karşı ayaklandırmak ve bu şekilde çarpışmak adına Libya ve Cezair gibi bölgelere gönderdiğimiz Enver Paşa ve Mustafa Kemal Paşa gibi bir avuç Osmanlı subayı, Kuzey Afrika'dan nasıl oldu da sâğ-salim çıkabildiler? Ayrıca, Osmanlı'yı gerçekten arkadan vuranlar kimlerdi?
En nihayetinde Osmanlı Devleti, kendisinden önceki Türk Devletleri'nin siyasi, idari, askeri ve sosyal sahadaki kültür mirasını devralmıştır. 14. yüzyıla kadar devlet yönetimi konusunda meydana gelen tecrübe birikimi Osmanlı devlet adamları tarafından en iyi şekilde kullanılmış ve bu sayede kendi çağını aşan bir mükemmelliğe ulaşılmıştır.
Osmanlı Devleti'nin kuruluşundan itibaren temel ve resmi dayanağı-kaynağı İslamiyet'ti. Padişaha "İslam Sultanı", ordusuna da "asakiri İslam" denilirdi. Dolayısıyla hem devlethem de sosyal hayatta dindarlık en mühim hasletti. Bir işe atanan kişide ilkin dindarlık ikinci olarak da ehli vukuf-liyakat gibi özellikler aranırdı. Ertuğrul, Osman, Orhan Gaziler'den Fatih ve Yavuz'a kadar bu hep böyle olmuştur.
Elbette, uygulamalarda şerî hukukun çizdiği sınırlar çerçevesinde örfî hukuka da başvurulmuştur. Ancak, İslam'ın özüne ve ruhuna aykırı görülenler, derhal terkedilmiştir.Osmanlı Medeniyeti'nin temelinde, güçlü sağlam bir iman-inanç ve tertemiz bir ahlak nizamı yatmaktaydı. Bu ahlak da Hz. Muhammed Mustafa sav'ingüzel ahlakıydı. Orta Asya'dan beri cihat ve gaza anlayışıyla fethedilegelen coğrafyalarda sahip olunan kültür ve insan birikimini İslam Medeniyeti potasında eritmeyi iyi bilmiştir. Sonuçta 72,5 milleti asırlarca çelikten bir miğfer gibi İslam ateşi içerisinde birbirine zincir halkaları gibi dokuyup işlemeyi başarmıştır. Bu ilahi şereften başka bir paye peşine düşenler, kıyamete dek hüsrana uğrayacaktır.
Baki selam ile...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.