Bilgin ERDOĞAN

Bilgin ERDOĞAN

Vahyin Kamusu ve Ümmetin Namusu

Vahyin Kamusu ve Ümmetin Namusu

Anadolu irfanının münzevi ve mütecessis bir fikir işçisi olarak kendini tanımlayan Cemil Meriç, kelimelerin ve kavramların ehemmiyetine atıf yaparak “Kamusa uzanan el namusa uzanan eldir” der. Kanımca aynı yaklaşımı, vahyin kamusu içinde söyleyebilmek mümkündür. Vahyin tasavvurumuzu inşa eden kavramlarını tahrif etmek, vahyin kendisini tahrif etmek gibidir. Zira Mustafa İslamoğlu’nun isabetle söylediği gibi Kur’an, kavramlarıyla tasavvurumuzu, önermeleriyle aklımızı, örnekleriyle şahsiyetimizi ve bütünüyle hayatımızı inşa eden bir rehberdir.Yine kendisinin ifadesiyle “Tasavvur düşüncenin rahmidir.Oradaki milimetrik sapmalar düşüncede metreye, eylemde kilometreye tekabül eder” Madem kavramlar tasavvuru inşa eder ve tasavvur düşüncenin rahmidir öyleyse “Vahyin kamusu dinin namusudur” demek kanımca isabetli bir tespittir.

 

Vahiyle inşa olmamız Kur’anın temel kavramlarını idrak etmekle mümkündür.Kur’anın ilk emri olan “İkra” hitabının ka-ra-e kökünden geldiğini yani anlamsız parçaları anlamlı bir bütün haline getirmek olduğunu bilseydi insanlar, vahyin tecvidine değil mânâsına yoğunlaşacaklardı.Vahiy; lafız,mana ve maksat bütünlüğü içinde okunacaktı.Dolayısıyla Kur’anın sâdâsı camilerin soğuk köşelerindeki ıssız duvarlarda değil mü’minlerin vicdanlarında ve dahi hayatlarında yankılanacaktı.İnsanlar vahyi okurken, kendi özbenlikleriyle beraber,varlığı ve hadisatı bir ayet gibi okuyacak hatta yeni tanıştıkları insanlara Allah’ın kendilerine nazil ettiği ayetler nazarıyla bakacaklardı. Ayat-ı Kur'aniye, ayat-ı tekviniye ile beraber okunacak ve ümmet tıpkı asrı saadette ve Endülüs Emevileri döneminde olduğu gibi yeniden dünyaya ışık saçacaktı.

 

Kur’an’ın en temel kavramı kuşkusuz tevhid ve şirk kavramlarıdır.Tevhid ve şirk kavramları doğru anlaşılsaydı, insanlar “La” dediklerinde neyi reddettiklerini “ilahe” deyince neyi kastettiklerini ve “illaAllah” dediklerinde nasıl bir Allaha kulluk etmeleri gerektiklerinin farkına varacak ve başka nesnelere veya öznelere, kulluk etmek yerine sadece ama sadece Allaha kul olacaklardı.Bu ümmet şirk kavramını  idrak etseydi böyle bir hastalığı irtikap edenlerin şirki, tarihin bir döneminde sadece Lat, Uzza , Menat gibi putlara tapmak olarak değil bu marazın bugün, güce, makama,siyasi-dini liderlere ve iktidara tapmak gibi her dönemin temel bir sorunu olduğunu goreceklerdi. Allaha yapılması gerekenin başka kimselere yapılmasının veya Allaha ait özelliklerin başka kimselere verilmesinin en büyük bela olduğunu görecek ve pislikten tiksinir gibi şirk denilen çirkeften öyle tiksinecek ve dahi bu dinin içine hurafenin girmemesi için uğraş verecekti.

 

Hidayet, çölde yolculuk yapan kişiye rehberlik yapan yol gösterici anlamına gelen (huden) ve yine (hediye) kavramıyla aynı kökten geldiğini bilmek, hidayetin, varlık sahnesinde insanın yolunu kaybetmemesi için insana verilen İlahi hediye mahiyetinde bir rehberlik olduğunu anlamak insanların sahip oldukları bu nimeti daha iyi idrak etmeleri noktasında  ufuk açıcıdır. “Dalâl” kavramının ise çölde yolculuk yapan kişinin yolunu şaşırması ve yine dalalate giden kimsenin varlık sahnesinde yolunu kaybetmesi olarak bilinmesi bu kavramların ne kadar hayatı anlam taşıdıklarını bilmek açısından önemlidir. Bu kavramlar hakkıyla bilinseydi İslami davet ve hizmet kanımca ayrı bir buud kazanacaktı. Zira yeryüzünde hangi vicdan çölde bir insanın kaybolmasına ve bitmesine  ve yine hangi vicdan varlık sahnesinde insanlık ailesinden bir bireyin rehbersiz kalmasına razı olur ? Biri yolda kalsa veya bir çocuk yolunu kaybetse her vicdan sahibi seferber olarak o kimseyi kurtarmaya çalışır.Ya insanlık varlık sahnesinde yolunu kaybetmişse?Nerden geldiğini ,nereye gideceğini ve şu koca ömürde neler yapması gerektiğini bilmeyerek yaşıyorsa? Bu nedenle kavramların arka planını bilmek insan vicdanında Sezai Karakoc’un ifadesiyle yeniden bir metafizik gerilime vesile olacak ve belkide bir dirilise ortam hazırlayacaktır. Necip Fazıl ne güzel der : Durun kalabalıklar/Burası çıkmaz sokak/Haykırsam kollarımı/Makas gibi açarak

 

Adalet, kavramının birşeyin yerli yerine konması ve fıtratına uygun olarak muamele edilmesi, zulüm kavramının ise birşeyin fıtratına aykırı hareket edilmesi anlamına geldiğini bilmiyorsak, adalet deyince aklımıza sadece memleket mahkemeleri, zulüm deyince sadece işkence ve şiddet alanları gelecektir.Oysa ki bu kavramlar, hayatımızın her sahasında görebileceğimiz en temel değerlerdir.Mesela bir çocuğa çocukluğunu yaşatmamak zulümdür.Dolayısıyla adalet sadece mahkemede hakimin doğru hükmetmesi değil mesela çocukların çok erken yaşlarda bir yetişkin gibi ağır işlerde çalışması yerine okula gidip eğitim alması ve kırlarda özgürce kosabilmeleri için imkan sağlamaktır. Zulüm kavramı doğru anlaşıldığında o ,sadece çocukların aile içi şiddete maruz kalması olarak değil aynı zamanda çarpık bir eğitim sistemi ile çocukların yarış atı modunda eğitim tüccarlarının açtığı dersane köşelerinde süründürülmeleri olarakta anlaşılacaktır.

 

Şayet “ümmet “kavramının anne anlamına gelen “ümm” ile aynı kökten geldiği bu ümmet tarafından bilinseydi o zaman bu ümmetin içinden dinlerini teröre ve şiddete alet eden veya insanların karşısına kaba softa ve ham yobaz bir tarzda dikilen yada kameralar karşısında insanların kellerini gövdelerinden vahşice keserek ayıran bazı zalim bedbahtlar çıkmayacaktı. Yine “imam” anne anlamına gelen “ümm” ile aynı kökten gelen bir kavram. Şayet bu hakikat insanlara hatırlatılsaydı bu ümmet, annelerini sever gibi imamlarını sevecek ve dini önderlere hürmet edeceklerdi. İmamlar ise cemaatlerine yavrusuna süt veren anneler gibi ilim ve hikmet takdim edecekti. Kavramların tahrifi imam ile cemaat arasını açtı. İmamlar cemaatlerin kutlu önderleri iken ölü yıkayan ve mezarlıklara anlamadıkları bir melodi üfleyen kimseler haline geldi.

 

Takva kavramı, vahyin omurga kavramlarından birisidir. Takva kelimesi, Arapçada ve-ka-ye kökünden gelir. Bu linguistik kökten gelen kavramlarda korunma, sakınma, güç , engel olma gibi anlamlar vardır. Vikaye, kavi, kuvvet,takviye, takiyye itteka gibi kavramlar hep bu köke nispet edilir. Kavi; güçlü, kuvvet;güç, takviye;destek,takiyye bir düşüncenin veya inancın içte korunması,itteka;iki şey arasında engel,vikaye; korunma ve sakınmada titizlik anlamlarına gelir.Dolayısıyla takva, insani takviye ederek güçlendiren bir değerdir. Bunun içindir ki Japon asıllı ünlü Arap dil bilimci Toshiko İzutsu uzun linguistik tahlillerden sonra takvayi sorumluluk bilinci olarak tanımlamış ve muassır müfessirlerin bir kısmı tefsirlerinde takvayı Allaha karşı sorumluluk bilinci olarak tercüme etmişlerdir. Dolayısıyla takva kavramı hakkıyla bilinseydi bu ümmet duygusuz,ruhsuz,şuursuz ,sorumsuz ve iradesi meflûç bir halde kalmayacak ve bu kutlu kavramı dağın başına kaçmak olarak değil hayatın içinde maruf için koşmak olarak algılayacaktı.

 

İnfak , vahyin en temel kavramlarından biridir. Kur'an, yaklaşık kırk beş yerde doğrudan infak kavramına dikkat çeker. İnfak; istılahta, fayda veren bir şeyi muhtaç olan biriyle karşılıksız paylaşmak anlamlarına gelir. Bu anlamda infak sadece maddi değerlerle değil manevi degerlerlede izah edilir.İnfak, linguistik olarak ne-fe-ka kökünden gelir. Arapça, iki ucunda iki deliği olan yer altı geçidine enfak denir. İki yuvası olan jerboa faresine "munafeka" denir. İki yüzlü olan kimselere ise münafık denir.Dolayısıyla infak, iki yüzü olan bir verme cesididir. Nasıl ki münafık Allah için yapıyor gibi görünmesine mukabil aslında kendi menfaatine yapar, infak ise kaybettiriyor gibi olsada hakikatte kazandıran bir özelliğe sahiptir. Ve infak nifakın ilacıdır. Şayet bu kavram hakkıyla anlaşılsaydı bu ümmet içinde aç ve muhtaç kimse kalmazdı. Bir tarafta insanlar yiyecek ekmek bulamazken diğer taraftan bu ümmetin bazı sefih kimseleri  lüks ve şatafat içinde yaşamaktan utanırlardı.

 

Kavramlar, çocuklarımız gibidir. Onları kaybetmek çocuklarımızdan birini kaybetmek ve onların vücud verdikleri linguistik ve istilahi anlamları tahrif etmek çocuklarımızın adeta yoldan çıkması gibidir. Evet tasavvur dusunce’nin rahmidir.Oradaki milimetrik sapma, düşüncede metreye eylemde kilometreye tekabül eder” Bugün, aile içi şiddetin malesef müslüman ailelerde çokça yaşandığına şahit oluyoruz . Anlaşmazlıklardan kaynaklanan şiddet ve kavga hayatın kaçınılmaz gerçeğidir. Ancak tehlikeli olan bu şiddetin kutsala fatura edilmesidir.Özellikle Nisa suresi’nin 34. Ayetinde geçen “darb” kavramındaki yanlış tercüme, müslüman ailelerde kadınlara yönelik aile içi şiddetin devamiyetine sebeb olduğunu düşünüyorum. Oysa ki “darb” kavramı sadece vurmak anlamına gelmez. Bunun dışında, ayrılmak,bırakmak,etmek,eylemek gibi anlamlara da gelir. Mesela aynı kökten gelen “idrab” yaptığı işten vazgeçmek,yüz çevirmek hatta grev yapmak anlamında kullanılır. Şayet bu kavram vurmak olarak değil ayrılmak olarak anlaşılsaydı belki de bu kadar aile içi şiddet yaşanmayacak ve bazı nadan ruhlar bunu Allah’ın ruhsat verdiği meşru birşey olarak görmeyeceklerdi.

 

Içi boşaltılan kavramlardan birisi “sabır” kavramıdır. Öyle ki bu kavram Kur’an’da 104 yerde zikredilir.Sa-be-ra kökünden gelen bu kavram hedefe ulaşmak için güçlüklere karşı direnmek anlamındadır. Bu kavram şayet çaresizce beklemek ve tahammül etmek olarak değil bilakis güçlüklere karşı direniş ahlaki göstermek olarak algilansaydi ümmetin iradesi meflûç olmaktan kurtulacak ve zalimlerin zulmüne meydan okuyacak hale gelecekti. Ali (r.a.) “Sabır ile din arasındaki ilişki kafa ile gövde arasındaki ilişkiye benzer” der. Dolayısıyla sabır sanki kafa gibidir. Sabır kavramının içi boşaltılarak bu ümmetin kafasına adeta pranga geçirildi. Onun için önce yürekler sonra topraklar işgal edildi.

 

Tefekkür insan türünün en kutlu eylemidir. Önce düşünemediğimizi düşünmek ve vahyin bu kutlu kavramlarıyla hayatımız arasında bağ kurmak zorundayız. Zira insan, aklıyla diğer mahlukattan ayrılır. Akıl ise bağ kurma işlevi taşır. Vahyin fevkalede önem arzeden bu kavramlarıyla hayatımız arasında bir bağ kurmazsak hayatımızı ve neslimizi ve dünyamızı Kur’anileştirmemiz mümkün olmayacaktır. Bu kavramlar tahrif edildiği için bugün ümmet bu haldedir. Onun için aciliyetle din dilimizin ıslah olmaya ihtiyacı vardır. Zira ümmetin namusunu korumak vahyin kamusunu korumakla mümkündür. Ümmet olarak namusumuza yönelik iğfalin önüne geçmek için kamusumuzu işgalden kurtarmamız elzemdir.

 

NOT : Bu yazi Kurani Hayat dergisinin 38. sayisinda yayinlanmistir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.