Yarayı saracak davranış

"Kürt sorunu"nun ve Uludere'nin bir yerinde "ölü sevicilik" var, evet.

Hani birileri, Uludere'de olan biten için, çok pornografik olmasa göbek atabilir.

Çünkü tepe tepe kullanılacak bir malzeme çıktı onlar için. "34 Kürt çocuğu katledildi" diyerek söze başlamanın oluşturduğu şehvet, öyle milyon verilse satın alınamaz.

Orada, bir annenin acısını bulmak mümkün değil, elbet. Orası siyaset yeri. Orası, sömürü alanı.

Ama orada, sarf edilen her kelimeye de dikkat etmek gerekiyor.

Cenaze çıkan bir evde bile sözler dirhem dirhem ölçülerek söylenir.

Çocuğunu kaybeden bir annenin yanında söz, kuyumcu terazisi ile tartılır.

34 çocuğun parçalanarak can verdiği bir mahalde, hele işe karışanlar sizin emriniz altında çalışanlar ise, acıyı paylaşabilmek için bile, bambaşka insani tavırlar bulmak zorundasınız.

Belki bir anne kadar gözyaşı, belki kalbi bir özür gerekir, bilmiyorum her şeye rağmen kolay değil.

Bu işi, İdris Naim Şahin'in yapamayacağı anlaşılıyor.

Genelkurmay Başkanı, bir şehidin cenazesinde ağladı, mesela ondan beklerim ben Uludere'yi teselli edecek bir hareket.

Yüreğinde Uludere vardır

Aslında bu iş tam Başbakan Erdoğan'a göredir. Bugüne kadar "yürek"le götürdü Kürt sorunu konusundaki işleri.
"Analar ağlamasın" sözüne bütün yüreği ile katıldığına inanırım ben.

Şiir okuyan adamdır o. Şiir yüreksiz okunmaz.

Eşi ve kızıyla birlikte yüreğini de göndermiştir eminim Uludere'ye...

Ama bir iş ki orada "ölü seviciler" devreye girecek, oraya ayrı bir itina göstermek gerekiyor.

Cumhurbaşkanı Gül, "Özürden öte" bir hüzünden söz ediyor. "Dilimize dikkat etmemiz gerekir" diyor.

Ben eminim, Tayyip Bey Uludere'nin gönlünü alacak.

Eminim yüreğinde bir yerlerde hep Uludere vardır.

Peş peşe gelen "Encü" soyadlarındaki acıyı, o battaniyelere sarılmış ve katırlara yüklenmiş genç bedenleri unutmasını düşünmem ben Tayyip Bey'in.

Ama sanki bir yerlerde "ölü seviciler"in sıkıştırması ile karşı karşıyaymış ve Uludere'de yaşanan acı başka bir muhalefet histerisine maske yapılıyormuş hissini yaşadığını düşünüyorum.

Dün Orhan Miroğlu'nun Taraf'taki yazısı hem Uludere etrafında odaklaşan kötü istismarı ortaya koyması açısından önemliydi hem de Tayyip Bey'in, bu meselede bekleneni vereceği ümidini yansıtmasından dolayı...

Şunu yazmış mesela:

"Müslümanlar'ın vicdanını mola vermeden soluk soluğa sorgulayıp duruyorsunuz da, Kemalistler'in ve en büyük katliamlara, cinayetlere hedef olmuş Kürt halkını yönetenlerin vicdanına dönüp neden bir çift söz söylemiyorsunuz?"

Bizi ağlatsın Tayyip Bey

Miroğlu, Uludere'nin de Hrant Dink gibi "araçsallaştırıldığı"nı belirtiyor ve şunu söylüyor:

"Dertleri adalet arayışı falan değil, araçsallaştırma ve siyasi kullanım."

Miroğlu bir şeyin daha altını çiziyor:

"Türkiye'nin kör topal da olsa, geçmişiyle yüzleşmesini ne sola ne Kürt hareketine değil, CHP'ye hele hiç değil, Müslümanlar'a ve Başbakan Erdoğan'a borçluyuz."

Yalan mı, yanlış mı?

Miroğlu, Başbakan'a "sözlerin bazen silahtan çok yaraladığı"nı da hatırlatıyor ve bir çağrı ile bitiriyor yazısını:

"Sayın başbakan,
Roboski'ye gidip o acılı insanlara misafir olmalıydınız.

Sofralarına oturmalı, ekmeklerini paylaşmalı, 34 kişinin ruhuna onlarla beraber Fatiha okumalıydınız.
Yüzlerine bakıp özür dilemeliydiniz."

Sonra da "Hâlâ geç değil" diye bitiriyor.

Benim kaç defadır yaptığım gibi.

Bugün grupta da konuşacak Başbakan.

Ben derim ki, kalbini konuştursun bugün. Miroğlu, Tayyip Bey'den bahsederken "Bizi vaktiyle ağlatabilmiş bir Başbakan" ifadesini kullanıyor. Ne güzel bir tanımlama. Yani istenen şu: Tayyip Bey bir kere daha ağlatsın bizi...

Önceki ve Sonraki Yazılar