İç Savaşı Kim Kazanıyor?

Eskiden sık tekrarlanan bir görüş vardı. ‘Hayat bir savaştır, mücadeledir. Güçlü zayıfı ezmelidir’ şeklindeydi bu anlayış. Bu fikri savunanlara karşı çıkardım. Hem de şiddetle… Hayatın bir savaş ve mücadele olmadığını aksine yardımlaşma olduğunu anlatırdım. Kendimce tabii. Bu konuda örnekler de verirdim.

Hâlen böyle düşünmeye devam ediyorum.

Hayat elbette bir mücadele değil, yardımlaşmadır. Kâinata baktığımızda buna dair örnekleri daha fazla görürüz. Diğer türlüsü zaten çekilmez olurdu.

Rekabetin bu kadar hızlandığı, başkasının üzerinden bir yerlere yükselerek iktidar elde etmenin adeta meşru sayıldı çağımızda bunun zaten olumsuz sonuçlarını yaşıyoruz hepimiz.

Ancak gerçekten de yaşanan bir savaş var… Bunu inkâr edemeyiz. Bir mücadele mevcut… Kıyasıya bir savaş bu üstelik…

Bu savaş ‘Harici bir savaş’ değil. Mühimmat olarak bu savaşta tank, top ve kurşundan söz edemeyiz. Ya da savaş füzelerinden, bombalardan… Rampalardan…

Bu savaşın imha etme mühimmatı başka… Bambaşka…

Bu bir iç savaş… Daha doğrusu ‘İçsel bir savaş’…

Tahribat dışarıdan değil içeriden… ‘Kurt gövdenin içinde’ durumu var. Yıkımlarda o nedenle içeriden olmaktadır. İçten içe… Sinsice…

Savaş stratejilerinde benzerlik var mıdır? Elbette vardır. Hatta daha planlı, daha stratejik olduğunu bile söyleyebiliriz. Zira düşman içimize sızmıştır. Kendini kamufle etmiştir.

Ve içimizdeki kötücül duygulardan oluşan bu düşman kuvvetler biz farkında olmasak bile durmadan çalışmaktadırlar.

Beden olarak ifade ettiğimiz vücudumuz, bir kara parçamız gibidir. İçimizde ise farklı güçler, farklı dinamikler var. İnsani, vicdani, ruhani ve mânevi yanımızı temsil eden pozitif, yani iyicil duygular var bünyemizde barındırdığımız. Yine şeytani, nefsani, karanlık ve tahripkâr olan negatif, yani kötücül yanımız var. Bu da aynı bünyede… Bu iki farklı gücü temsil eden duygularımız çarpışma halindeler. Durmaksızın üstelik…

Kimi zaman galip gelsek bile zafer anlarımız fazla sürmemekte… Geliştirdikleri yeni taktikler sebebiyle tekrar muhasara altına alınabilmekte, kuşatılmaktayız.

İstihbarat çalışmaları, öncü kuvvetlerin verdiği bilgilerin beyin/gönül karargahında analiz edilmesi, değerlendirmesi ve uygun strateji ile bu savaş sürüp gidiyor.

Bu savaşta hendek kazıldığı da oluyor. Tuzak kurulduğu da… Kimi zaman geri çekilmeler. Bazen de şiddetli taarruzlar… İstihbarat şaşırtmacaları da yaşanıyor. Düşman kuvvetler (kötücül duygular) kılık değiştirip kimi zamanlar da dost kuvvetler (iyicil duygular) gibi görünebilmektedir. Bizi tuzağa düşürmektedir. Eskilerin ifadesiyle ‘Suret-i haktan’ görünüp bizi aldatabilmektedir. İyi duygularımızın bir nevi renkli fotokopisini çeken nefs kuvvetleri bize zoka gibi bunları yutturabilmektedir.

Öylesine güçlü propogandaya maruz kalıyoruz ki dost ile düşman zihnimizde karışabiliyor. Doğru düşünemez olabiliyoruz. Bir nevi ‘Beyin yıkama’ya tâbi tutulmuş oluyoruz. Gönlümüz karışıyor. Asla yapmayız. Bize uymaz, yetişme tarzımıza ters düşer dediğimiz şeyleri bir bakıyorsunuz ki, bu iç savaşın sonucunda yapıveriyoruz.

Kötücül duygularımız veya huylarımız ile iyicil duygularımız arasındaki bu iç savaş acımzasızca devam etmektedir.

İçimizde olumlu duygularımıza karşı savaşan olumsuz duygularımızı tanımamız gerekir. Bu çok hayatîdir. Kazanma ve kaybetme dâvâsıdır. Dikkate almak gereklidir.

Bencillik, gurur, üstünlük duygusu, şüphecilik, kıskançlık, öfke, kin, nefret, dürtüsellik… Bu duygular sevgi, güven, ümit, iyimserlik, merhamet, vefa, adalet ve sabır gibi müspet duygularımızla sürekli savaş halinde…

Ve çoğunlukla da olumsuz duygularımız bu iç savaşta gelip geliyor…

‘Ben kimseye güvenmem.’ ‘Affetmeyeceksin’. ‘Acırsan acınacak hâle düşersin’. ‘Düşene bir tekme de sen vuracaksın.’ ‘Önce can, sonra canan’ gibi tüm bu sözleri iç savaşta kötücül duyguların kazanımı şeklinde görmeliyiz. Bu cümleler bize çok tanıdık gelmiyor mu? Biraz da aslında benimseyerek, onaylayarak kullanmıyor muyuz? Demek iç savaşta kayıplarımız var. Hem de çokça…

Öfkelerimiz neden kudurur? Hırslarımız neden dinmez? Kazanma duygularımız neden hiç tatmin bulmaz? Neden herkesten özel ilgiler bekleriz? Neden hep gurur bindiğimiz küheylan olur? Soruları uzatabiliriz. Üstelik zorlanmadan…

Yaşadığımız menfi durumlar üzerinde biraz daha düşünelim isterseniz. Bakalım neler gelecek hatırımıza? İç savaşta kayıplarımız hangi alanlarda bir bir ortaya çıksın!

Sıkça atladığımız ve genellikle iç savaşta yenilmemize sebep olan kötü huylarımızdan birisi de ‘Dili koruyamama’dır. Dilimizi kötü sözden, kem cümlelerden uzak tutamamak… Kılıç gibi kullanıyoruz onu. Kırmadığımız gönül, dağlamadığımız yürek kalmıyor… ‘Dil yâresi’nin kolay kapanmadığını bildiğimiz halde… Ne iyi ettim, hak etmişti, haddini bildirdim deriz. Kendimizi kazanmış sayarız. Peki gerçek böyle midir? Hayır! Biz yenildik, hırsımıza, öfkemize, benliğimize. Kaybettik iç savaşı…

 

Alay etme davranışı da yıkıcı kötü huylardan birisidirÇoğu defa pençesine düşeriz. Başkasını aşağılamayı bir eğlence, kendimize bir üstünlük ve bilmişlik vesilesi haline getirdiğimizde yenilen kimdir acaba? Kırılan onurlar nasıl telafi edilecek? Bu davranışın altında bir bakıma kişinin kendini beğenmesi, önemli sayması gibi gizli bir ‘Benlik duygusu’ yatmaz mı?

Ve bunu her yaptığımızda iç savaşta yeni bir mevzi kaybetmiş sayılmaz mıyız?


Ayıplama, kötü lakap takmak da aynı şekilde tahrip edici davranışlar değil midir?
Eskilerin ‘Sû-i Zan’ dedikleri başkaları hakkında kötü zanna sahip olmamız yine hayatın içine bırakılan zehirli bir yılan değil midir? Herkesi kötü görmek, zararlı olabileceklerini kabul etmek hayatımızda güven duygusunu berheva eder. Bu ise içimizde ateşi sönmeyecek bir iç savaşın fitilini ateşlemek değil midir?


Örneğin tecessüs… Tecessüs kelimesinin bugünkü karşılığı da iç savaşın unsurlarındandır bana göre… Başkalarının ayıplı, kusurlu hallerini araştırmak... Bunları merak etmek… Hatta bunları kullanmak… Bu davranışa odaklandığımızda kendi içimizde yaşanan, görmemiz gereken iç savaşı kavrayamayız. Dikkatimiz kendi dışımızda olduğunda yine kaybeden biz oluruz.  

 

Olumlu duygularımızı iç savaşta bastıran, hayata dair güzelliklerin özünü görmemizi engelleyen başka kötücül duygularımızda var. Gıybet, yalan, iftira, sövme, lanet etme, aldatma, başa kakma, haset, hırs, inat, israf, kibir, öfke, riya, zulüm gibi…

Bunların tümüyle savaş halindeyiz.

Kaybediyoruz. Ama kazanmamız gerek.

Bunun için gönlün eğitimini yapan irfan ehline yakın durmamız gerek. Mânâ istasyonları da diyebileceğimiz bu ışıltılı insanların nazarlarına uğramak lazım. Sohbetlerinde hakikatin peşine düşülmelidir. Aziz nefesli, nuru baki hızır eline olan ihtiyacımızı derinden hissetmeliyiz.

Bunu başarabilirsek onların yardımı ile nefs güçlerini püskürtebilir ve devam eden iç savaşı kazanabiliriz…

Yoksa durumumuz vahim!

HABER NAME/ 29.02.2012 canbolatugur@gmail.com/ https://twitter.com/ugurcanbolat 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
7 Yorum