Sünnî Çoğunluğun Oy Potansiyeli Yüzde 60’tır

Türkiye'de Sünnî çoğunluğa dayanan muhafazakâr bir partinin oy oranı yüzde 60'tır. Sünnîlik derken bu kelimeyi dinî mânâda değil, sosyolojik kimlik olarak kullanıyorum.

Bu rakama realitede niçin ulaşılamaz?

1. Birkaç muhafazakâr parti kurulur, oylar bölünür.

2. Politik hayatta ve faaliyetlerde kirlilik dolayısıyla taraftarların oldukça önemli bir kısmı küstürülür.

3. "Parçala, böl ve hükm et" siyasetini güden dıştaki emperyalistler ve onların içteki işbirlikçileri Sünnî çoğunluğu çeşitli manipülasyon ve provokasyonlarla böler.

4. İster Ergenekon deyiniz, ister Sabataistler, ister Kriptolar veya başka egemen güçlü azınlıklar ülkede vesayet rejimi kurmuştur. Bu rejimi sürdürmek için Sünnî kesim içinden bazılarıyla zaman zaman gizli anlaşmalar yapar ve fantoş bir muhafazakâr iktidar oluştururlar.

5. Sünnî kesimin içinde hayli arivist ve Makyavelist münafık vardır. Bunlar zaten nefret ettirici hareket ve söylemleriyle camiayı bölmüştür.

Siyasetin ve siyasetçinin temizi, şeffafı, ahlâklısı, faziletlisi, seviyelisi olduğu gibi; kirlisi, bulanığı, ahlâksızı, seviyesizi, erdemsizi de vardır.

Türkiye temizlik ve şeffaflık konusunda; siyaset, iktisat, ticaret, medya ve diğer temel kurum ve faaliyetler bakımından, 10 üzerinden ancak 4 not alabilen kirlenmiş veya kirletilmiş bir ülkedir.

Ülkemizdeki Sünnî çoğunluğun temel hak ve hürriyetleri ihlâl edilmiş, bu yüzden bir kimlik erozyonu, bir yabancılaşma meydana gelmiştir. Sünnî halk demokratik haklarından gereği gibi yararlanamamaktadır.

Bendeniz din ile siyasetin birbirine karıştırılmasına karşıyım. "İslâm Partisi" adını taşıyan bir parti kurulmasını uygun bulmam. İslâm'da dünya ve din işleri ayırımı yoktur ama din ulvîdir, kutsaldır ve temizdir; politika süflî ve kirlidir. Binaenaleyh din, siyasetin içinde değil, üzerinde olmalıdır.

Masonların, Sabataycıların, diğer Kripto Yahudilerin, Kripto Ermenilerin, Bahaîlerin, Alevîlerin ve siyasî faaliyet yapmaya hakları olacak ve yapacaklar, bu hak Müslümanlardan esirgenecek... Böyle bir şey ayırımcılık ve eşitsizlik olmaz mı?

Sünnîlik iki şeydir:

Dinî/teoloji bakımdan Sünnîlik.

Sosyolojik kimlik bakımından Sünnîlik.

Sünnî çoğunluğu çökertmek ve parçalamak isteyen şer güçleri dinî yönden de Sünnîliği zayıflatmak istiyor. Bu maksatla ülkemize bir yığın bid'at sokmuşlar, düzinelerce fırka oluşturmuşlardır.

Son kırk yıl içinde Türkiye'ye dışarıdan çeşit çeşit İslâm ithal edilmiştir. Arabistan'dan, Mısır'dan, Pakistan'dan, İran'dan...Peygamberimiz, Ümmetinin 73 fırkaya ayrılacağını beyan buyurmuştu. İşte bu fırkalar şu anda Müslümanları bölmekte, kafa karıştırmakta, bazen çatıştırmaktadır.

Sünnî Müslümanlar bölünmüştür.

Sünnî Müslümanlar oylarını, enerjilerini, hürriyetlerini, haklarını kullanamıyor...

Bendeniz Sünnî Müslümanların Alevî Müslümanlar ile iyi geçinmesini, aralarında sosyal barış ve mutabakat olmasını samimiyetle isteyen bir vatandaşım.

Şer güçleri, bir yandan Sünnîleri bölerken, öbür taraftan Alevîleri de düzinelerce parçaya ayırmıştır.

Sünnî çoğunluktan bahs ederken din ve mezhep fanatizmi ve militanlığı yapmıyorum. Ülkemizde Sünnîlik, Alevîlik birer sosyal realitedir. Bu realite insan iradesini aşar. İnkâr etmekle onları yok etmiş, ortadan kaldırmış olmayız.

Herkese hak hukuk tanıyacaksın, Sünnî çoğunluğun haklarını kısıtlayacaksın, Sünnîleri baskı altında tutacaksın, onları sinsice böleceksin...Bu zihniyet ve uygulama Türkiye'yi yüceltmez, ilerletmez, batırır.

Sünnîler ülkedeki ötekilerin, başkalıkların, farklılıkların, azınlıkların temel haklarını tanımak ve korumak şartıyla hem dinî açıdan, hem de siyasî faaliyetler sahasında birleşmelidir.

Birtakım egemen azınlıklar da Sünnî İslâm'a ve Sünnî Müslümanlara olan düşmanlıklarına son vermeli, onları iç tehlike ve tehdit olarak görme sapıklığından kurtulmalıdır.

Çoğunluğa dayanmayan bir demokrasi gerçek bir demokrasi midir?

Resmî ideoloji ilga edilmeden Türkiye düzelmez.

Vesayet rejiminin kalkması için çoğunluğa da eşit hürriyet ve haklar verilmelidir.

Komünistlere, Masonlara, Sabataycılara, Bahaîlere, Ateistlere ve sair gizli veya açık azınlıklara tanınan haklar; çoğunluğu oluşturan Sünnî Müslümanlara da tanınmalıdır.

Bugün ülkemizde Ehl-i Sünnet Müslümanlarının çeşitli fırka, hizip ve cemaatlere ayrılması, birbirleriyle tartıştırılıp Balkanlaştırılması şu meşhur BOP protokollerine göre mi yapılıyor? Bu konuda elimde bilgi ve belge yoktur.

* (ikinci yazı)

Beyazlar nereden nereye geldiler

28 Şubat'ta Müslümanlarla kedinin fareyle oynaması gibi oynamışlardı... Astıkları astık, kestikleri kestikti...

Saçma sapan mutlak gerçekleri vardı. Bunlar tartışılamazdı. Kutsal yasakları, kutsal tabuları vardı.

Onlar birinci sınıf "beyaz" vatandaştı. Çoğunluktaki Müslümanlar ikinci sınıf vatandaştı. Vatandaş bile değildi. Zenciydi, paryaydı, "Cumhuriyet için büyük tehdit ve tehlike idi", düşmandı.

Neler dememişlerdi ki...

"Onlar bırakın yüzde kırk elliyi, yüzde doksan oy alsalar bile iktidar olamayacaklar..."

Müslümanları eskiden olduğu gibi ilelebet sindireceklerini, susturacaklarını, ezeceklerini sanıyorlardı.

Müslümanların büyük çapta ticaret, sanayi, üretim yapmasına bile karşıydılar. Yeşil sermayeye hayat hakkı tanımıyorlardı.

Türk Hava Yolları uçaklarında yolculara Müslüman bir firmanın kekleri ikram ediliyor diye az mı yaygara kopartmışlardı.

Yurtlara, okullara gitmişler ve kızların saçlarını çekiştirmişlerdi. Peruk takıyorlar mı diye.

Cumhuriyeti irtica tehlikesine karşı korumaya and içmişlerdi.

Tehditlerin, yasakların, tabuların, korkutmaların sindirmelerin faydası olmadı. Türkiye halkı gerçek cumhuriyet istiyordu.

Adalet ve eşitlik istiyordu.  İnsan hakları istiyordu. Din, inanç ve inandığı gibi yaşamak hakkı istiyordu.

Hor gördükleri, alay ettikleri, kedinin fareye baktığı gibi baktıkları Müslüman halk, beyazların oyunlarını bozdu.

Beyaz azınlık şimdi çok kötü durumda. Güvendikleri dağlara kar yağdı. Dokunulmazlıkları kalktı. Kendilerinden hesap sorulamaz sanıyorlardı, hesaba sorguya çekilmeye başlandılar.

Artık dönüşü olmayan bir yoldadırlar.

Sorgulanacaklar...Hesap verecekler...

İslâm ve Müslümanlar için en büyük tehdit ve tehlike diyorlardı. Ülke, halk ve devlet için asıl tehlikenin onlar olduğu anlaşıldı.

Tarih onları yargılayacaktır.

Türkiye'ye en büyük kötülüğü onlar yaptı.

Cumhuriyete en büyük zararı onlar verdi.

Türkiye niçin Ortadoğu'nun Japonyası olamadı sorusunun muhatabı onlardır.

Japonlar o son derece zor, girift, karışık yazılarıyla ilerlediler de, biz Türkler ondan bin kere kolay Latin yazısıyla niçin ilerleyemedik?

Yere göğe sığdıramadıkları o resmî ideolojileri Türkiye'nin ilerlemesine, yücelmesine, üstün olmasına destek mi oldu, köstek mi?

Tehdit ve tehlike olarak gördükleri Müslüman halk,

Gerçek cumhuriyet istiyor.

Adalet istiyor.

Tam bir din, inanç, inandığı gibi yaşamak hürriyeti istiyor.

Eşitlik istiyor.

Güvenlik istiyor.

İnsan hakları istiyor.

Sosyal barış ve mutabakat istiyor.

Millî kimlik ve kültüre saygı gösterilmesini istiyor.

Müslüman halk tarihî ârıza ve kaza istemiyor.

Tarihî devamlılık istiyor.

İnsan haklarına aykırı yasak, tabu ve diretmeleri istemiyor.

Dayatma bir resmî ideoloji istemiyor.

Zorba bir azınlığın çoğunluğu ezmesini istemiyor.

Kadın hak ve hürriyetleri perdesi ardında kadın haysiyetinin ayaklar altına alınmasına razı değil.

Nereden nereye... Sahte cumhuriyetçiler ric'at halindeler.

Yakında bozguna uğrayacaklar.

Saldırıyorlardı. Savunmaya geçtiler. Önünde sonunda çoğunluğun haklarını tanıyacaklar. Güney Afrika'nın ırkçı beyazları gibi...

Geri dönüşü olmayan bir yoldalar.

Önceki ve Sonraki Yazılar