Tarih tekerrür ediyorsa...

Geçenlerde mesleki açıdan karışık bir ortamda otururken, arkasından 'amatör tarihçi' diye söz edilen bir dostum bana önceleri garip gelen bir soru yöneltti: "Ergenekon konusunu soruşturan savcıların ekibinde tarihçi var mı?" Bildiğim kadarıyla konuyu yalnızca savcılar yönlendiriyor, kimseden yardım almadan... Dostumun üzüntüsü yüzüne vurdu.

Görüşü kısaca şu: "Bizde tarihin tekerrür edip durduğunu hep biliyoruz, söylüyor ve yazıyoruz da, neden tekerrür ettiğine dikkatimizi yoğunlaştırmıyor, yanlışlığın önüne geçmek için tekerrür özelliğinin üzerinde hiç durmuyoruz. Oysa tekerrür edip duran ayrıntılara biraz eğilsek, bugün karşımıza çıkan tabloyu daha iyi değerlendirebiliriz."

Ben biraz anlar gibi oldum da, 'amatör tarihçi' bilinen dost diğerlerinin boş bakan gözlerinden etkilenip konuyu basitleştirmeye çalıştı: "Bugüne kadar üçü bildik usullerle sonuncusu 'post-modern' denilen türden dört darbe yaşadık. Biraz yakından bakarsanız herbirinde ortak olan unsurları görebilirsiniz. Bir cunta oluşuyor ve perde gerisinden ipleri onlar çekiyor... İçte ve dışta müttefikler arıyor ve buluyor cunta. Basın-yayın organlarıyla yakın temas haline giriyor. Sonuçta yönetime el koyuyor..."

28 Şubat sürecini çok yakından izleyen bir dostum, "Doğru" dedi ve ekledi: "28 Şubat'ta benim en garibime giden, önde görünenlerle esas güçlülerin aynı kişiler olmadığını fark etmemdi. Koca generaller yarbay ve albaylara iş yaptıramıyor, emirlerini dinletemiyordu."

"İşte size bir ortak nokta" dedi bizim amatör tarihçi. "27 Mayıs'ta da, 12 Mart'ta da, 12 Eylül'de de aslında cuntalar yaptı darbeyi, başlarına dört yıldızlıları geçirerek... Benim de kast ettiğim bu tür ortak özellikler" dedi.

Sonrasında konuşmaların aldığı biçim daha çok medya üzerinde yoğunlaştı. Çoğumuz medya dünyasından olduğumuz için değil, aramızdan biri akademik kariyerini darbeler öncesi ve sonrasında Türk medyası konusunda yaptığı için... Akademisyen kendi anlattıklarından etkilenerek, "Hemen bütün darbelerde, basında, aynı şablona uygun bir davranış tarzı, hatta üç aşağı-beş yukarı aynı şahısları görüyoruz" dedi büyük bir hayretle...

Yazarlar-çizerler de ölümlüdür, ama bizde medyatik ömür bayağı uzun. Allah hepsine daha da uzun ömürler versin, bazı kıdemli yazıcılar 50 yıldır Türk basınında önemli konumdalar, köşeleri tutuyorlar... Yaşı 80'in üzerinde, medya ömrü 60'ı bulan siyasi yazarlar dahi var. Cumhuriyet dönemini onların hayat hikayesi üzerinden anlatmak bile mümkün olabilir.

27 Mayıs Türkiye'deki bütün darbelerin anasıdır. 27 Mayıs'a özellikle basında çıkan yanıltıcı veya düpedüz yalan haberlerle gidildi. Daha önce burada kaydetmiştim. Mesleğimizin en eskilerinden Güngör Yerdeş, o günlere dair anılarında, yalanların bir bölümünü tarihe geçirdi. Uşak'ta İsmet İnönü'ye atılan taş olayı sözgelimi... Ya da Sivas'ta açılan yeşil bayrak... Her ikisinin de 'gazeteci' kılıklı provakatörlerin eseri olduğunu biliyoruz bugün.

Benzer bir görüntü 28 Şubat'ta da vardı. Aransa 12 Eylül'de de bulunacaktır.

27 Mayıs'ı 'darbelerin anası' ilan ettiğimize göre, ondan ayrılmayalım. Demokrat Parti ileri gelenleriyle ilgili yalan haberler, gençlerin kıyma makinalarından geçirilmesi, asfaltlar içine karılması gibi yalanlar... 28 Şubat'ın plancılarına herhalde esin kaynağı olmuştur.

Birimiz, "Örtülü ödenek konusunu da unutmayın" deyiverdi. Başbakanlığın örtülü ödeneği darbe sonrası boşaltıldı, o gün bugün o paralarla ne yapıldığını bilen yok... "Nasıl bilmezsiniz?" dedi biri, "Bir bölümüyle cunta üyesi esas darbeciler bir gazete çıkardılar. 14'ler olarak herbiri bir başka ülkeye gönderilince işin sonu gelmedi ve o gazete denemesi de orada kaldı."

"Deneme orada kaldı, ama o deneme içerisinde yer alanlar bugüne kadar geldiler..."

Akademik olarak darbeler öncesi ve sonrasında Türk basınını inceleyen dostumun ağzından bu cümlenin çıktığını duyunca afalladım. İlk işim, "27 Mayıs sonrası çıkan gazetenin kadrosu kimlerdi, bugüne kimler kaldı?" sorusuna cevap aramak olacak...

Darbeler arasında varolan ortak noktalardan hareketle bugün karşımızda olan Ergenekon tablosunun daha iyi anlaşılacağı ilginç bir tez geldi bana. Savcıların doğru yolda olduklarından güven duyabilmeleri için yakın dönemi iyi bilen tarihçilerle görüşmesi talebi de gayet makul. Önümüzü iyi görebilmek için dünümüzü bilmemiz, tekerrür edip duran tarihi talihsizliklerimizden dersler çıkarmamız şart. Bakarsınız, Ergenekon muamması kulağa ve göze daha anlaşılır bile gelebilir.

Ben yazayım da...

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.