Dava Rekortmeni Abdurrahman Dilipak

Dava Rekortmeni Abdurrahman Dilipak

Hakkımı helal etmiyorum davası da dahil, Dilipak aleyhine tam 40 yıldır dava açılıyor.

 

Ersin ÇELİK'in röportajı

Güven Erkaya’nın ölümü üzerine kaleme aldığı yazıdaki ifadelerden dolayı, hakkında tazminat davası açılan ve dava sonuçlanıp mahkum edildikten sonra haberdar olan Gazeteci Abdurrahman Dilipak içini Haber 7’ye döktü.

Her haliyle çok ilginç bir dava sürecinden sonra oturduğu evi, eşyaları ile haczedilip, kapı dışarı edilen Vakit Gazetesi yazarı Abdurrahman Dilipak’ın 4 yıldır kiracı olduğu evindeyiz…

Havadan sudan sohbet ederken söz bir anda tazminat davasına ve haczedilen eve gelince röportaj da başlamış oldu. Abdurrahman Dilipak başından yüzlerce dava geçtiğini bunun ilginç olmadığını söylerken ben de kayıt cihazının tuşuna bastım…

"DAVA REKORU BENDE"

En ilginç dava değil dediniz.  Bu durumda başınızdan geçen birçok dava oldu.
Evet daha yüzlerce davam oldu. Kesintisiz 40 yıllık hemen hemen sanık sayılırım.

40 yıllık sanık durumunda olmak gazetecilikle mi alakalı?
Evet ilk 1971’de Milli Nizam davasında yargılandım. Partinin gençlik kollarında bir bildiri yayınlamıştım. Onun için bir dava açılmıştı. Hakkımda açılan ilk dava o. Daha önce de 18 yaşından küçükken de kartela gazete çıkarmıştım. Kasırga diye. O da toplatılmıştı. Ama böyle mahkemelik olmamıştım. Gazeteciliğe başladıktan sonra da sürekli sanık olarak kaldım. Bir dönem “düşünce suçuna karşı girişim” diye düşüncesinden dolayı hakkında dava açılanların suçlarını iştirak ediyorduk. Dolayısıyla her hafta bir iki tane dava açılıyordu hakkımızda. Kendimizi ihbar ediyorduk zaten onu yazdık, bunu söylüyoruz diye. Dolayısıyla dava rekoru bende sayılır.

Var mı bir rakam? 
İnanın başından beri açılan davaların sayısını tam çıkartamıyorum. Eskiden bu kadar çok değildi. Ama davalar birkaç yıl sürdüğü düşünülürse kesintisiz bir sanıklıktan söz etmek mümkün.

Sizi şok eden dava hangisi?
“312 General Davası” ayrı bir yönüyle şok edebilir. En son, “Hakkımı helal etmiyorum dediğim” iddiasıyla yargılanıp, evimi kaybettiği dava da şok yaşattı…

Siz evinizin satılması kadar, “hakkımı helal etmiyorum” demediğinizin de peşine düştünüz…
Mahkum edildiğimi davanın açılmasına sebep olan yazımın içinde böyle bir ifade yok. “Hakkımı helal etmiyorum” gazetenin manşeti. Ama ben bunun için yargılandım.

Vakit sizin yazınızı mı manşet yapmıştı?
Hayır. Vakit’in kendisi yaptığı habere manşet atıyor. Tefrik etmiyor mahkeme. Nasılsa gıyabımda açılmış bir mahkeme var. Bir de “Ölülerin arkasından konuşmayın derler ama niye Ebu Leheb’in arkasından konuşuyoruz o zaman” dediğim için, Güven Erkaya’yı Hitlere benzettim iddia edildi.

"BİR TANE HİLE YOK Kİ"

Bu süreçteki "hukuk skandalı" sizce ne?
Benim gıyabımda sürdürülen bir dava var ve haberim yok. Ben basın kartımda ya da nüfus cüzdanımda ili, ilçesi, mahallesi, köyü, hane numarasına baktıklarında benim gerçek nüfus kaydımda oturduğum evdeki adres gerçek. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti üyesiyim. Düşünün; cami dernekleri bile beni konferans için rahatlıkla bulabiliyor. Bana ulaşılmaması mümkün değil. Kaldı ki bu insanlar İstanbul’da oturuyorlar. Gazete İstanbul’da yayınlanıyor. Ben İstanbul’da otuyorum. Ceza davası da açıyorlar. Savcılığa suç duyurusunda bulunuyorlar. Onu İstanbul’da açıyorlar. Tazminat davasını Ankara’da açıyorlar. Ankara’dan beni arıyorlar bulamıyorlar. İşin garip yanı ceza davasının tebligatı bana ulaşmış ben oraya katılıyorum ve orada adresim var. Hukuk davaları için ceza davası bekleme sebebidir. Dava bekletilip ceza davasının sonucuna bakılır. Aynı parelerde karar vermesi gerekmiyor. Ama o davanın seyrini incelemesi gerekiyor. Aynı kişiler savcılığa suç duyurusunda bulunuyorlar. Ona da bakmıyorlar. Yani bir tane hile yok ki. Böyle başlıyor sonunda da brüt 240, net 120 metrekarelik daireyi 88 metrekare olarak sattılar.

Ankara’da açılan davanın neresinde müdahil oldunuz? 
Dava sonuçlanıyor ve mahkûm oluyorum. İlk önce davetiyeyi ilanen tebliğ ediyorlar. Ondan sonra kararı ilanen tebliğ ediyorlar. Süre dolar dolmaz 7 gün temiz süresi geçince hemen benim adresimi buluyorlar ve eşyaları haciz ediyorlar. Ondan sonra Yargıtay’a itiraz ettim. Yargıtay “süresi içerisinde itiraz etseydin” dedi. Kardeşim haberim yok ki. Haberim olmayan bir şeye nasıl itiraz edeyim. Sonuçta Adalet Bakan’ına gittim. Yazılı emirle bozma talebinde bulundum.

Sonra…
Adalet Bakanlığı burada bir hukuk ihlali olduğu yönünde dosyayı inceledi ve karar verdi. Abdullah Yalçınkaya bir savcı görevlendirdi. Yine bugün ki Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı bir görevlendirme yaptı. Yardımcılarından birisi konuyu inceledi ve bir hukuksuzluk olduğuna karar verdi ve konuyu tekrar ilgili daireye gönderdi. İlgili daire süresi içerisinde temiz etseydi “karar doğrudur” derdi. Ondan sonra AHİM’e gittim. Dosya o aşamada kabul edilmişti. Bugünkü aşamada ise hükümetten savunma istendi.

Peki karar ne zaman çıkar?
Karar ne zaman çıkacağını bilmiyorum. Ama Hükümet dostane sözümü isterse karar hemen bir ay sonra gelebilir.

Dostane sözümü biraz açarsak… Türkiye Cumhuriyet’i Abdullah Dilipak’la uzlaşmak mı isteyecek?
Evet. Evet… Yargının yenilenmesi ve benim hak kaybımın nasıl olsa mahkeme kararıyla mahkûm olup ödemektense bu konuda konuşularak bir çözüm bulunabilir.

Bu anlamda tereddüdünüz var mı? AİHM sizi yüzde yüz haklı bulacağına dair…
Herhalde öyle olması gerekir. Yoksa o da bir skandal olur. Yani bende bu konuyla ilgili neden yargılamayı bekleyeceğim. Çünkü yarın satışla ilgili itiraz ettim. Bu durumda her iki üç ayda bir yeni bir dava olacak. Temiz aşaması var. Bu da bir buçuk yıl sürecek.  Hem bir buçuk yıl sonra AİHM’den karar gelecek. Yeniden başlayacak bu işler tartışılmaya. Bu arada da her iki üç ayda bir bu konu tartışma gündemine gelecek. O zaman bu konu neden toplumda bu kadar tartışırsın ki. Kaldı ki Adalet Bakanlığı hukuksuzluğu tespit etmiş. Ortada bir sonuç var. Aksine bir savunma yapması beklenemez.

Devlete karşı nasıl bir adım atacaksınız?
Bu konunun bu kadar sürüncemede kalmasının kimseye faydası yok. Onun için de ben bugün, Başbakan’a, Adalet Bakanı’na, Dışişleri Bakanı’na birer mektup yazdım. Aynı şekilde Basın ve Yayından Sorumlu Devlet Bakanı Bülent Arınç’a da bir mektup gönderdim. Bu konuda dostane sözün konusu düşünülüp düşünülmediğini sordum.

Evinizin haczedilmesini bir anlamda devletin tüm kademelerine intikal ettirmiş oluyorsunuz…
Karar o kadar abuk sabuk ki… Hadi ben suç işledim. Gazetenin manşeti, Hasan Karakaya’nın yazısı ile benim yazım birlikte değerlendirirmiş. Sanki üçümüz oturup manşet attık ve üçümüz birbirimizin yazısını yazdık. Ben bu hükmedilen tazminatın yüzde kaçından mesulüm. Benim suçumun oranı ne. Bu da belli değil.

Üzerinize tapulu ev tamamen elinizden çıktı mı şu anda?
Benim üzerimden çıktı. Ama daha öbür tarafa henüz daha intikal etmedi. Yani ortada. Mahkeme kararı verdi, mahkeme kararına yedi günlük itiraz süresi içerisinde itiraz edileceğinden mahkeme karar verene kadar dairenin teslimi ertelenecek.

Evi haczedildiği için 2004'den beri kirada oturduğu evinde Ersin Çelik'in sorularını yanıtlayan Dilipak, dava sürecini ve yaşadıklarını detayları ile anlattı...

"BENİM ŞAHSIMDA MEYDAN OKUYORLAR"

“Hukuk skandalı” olarak değerlendirdiğiniz bu olayın başınıza neden geldiğine dair kendi kendinizi sorguladınız mı hiç?
Kızım sana söylüyorum gelinim sen dinle... Bir insana yapılan bir haksızlık bütün bir topluma yöneltilmiş bir tehdittir. Bu sadece benim şahsıma yapılan bir şey değil. Benim şahsımda, gazeteye, gazete şahsında da dindar kimlikli çevrelere karşı bir meydan okumadır.

Şahsi olarak üzerinize düşen pay nedir?
Elbette ben de arı yuvasına somak sokuyorum. 28 Şubat’ı çok sert bir biçimde eleştirdim. Bunun da bir yandan hesabını sormak isteyen çevreler var. 28 Şubat üzerine yazımın başlığı MGK’ydı. Benim Güven Erkaya hakkında yazdığım yazıdaki eleştiri konusu olan iddiaların tümü bugün Ergenekon davasının iddianamesinde karşılığını bulmuş durumda. Burada ben ne söylediysem daha fazlası var Ergenekon iddianamesinde. 28 Şubat’a yönelik eleştirilerim 2000 yılında yaptığım eleştirilerden çok daha fazlası bugün basında yer alıyor.

”JİTEM YOK” DEDİ DAVA ETTİ

İlginçtir Teoman Koman için de “JİTEM yok” demişti, “Ya bilmiyor ya da yalan söylüyor” diye bir yazı yazmıştım. Teoman Koman da beni mahkemeye vermişti ve yine mahkûm olmuştum. Çünkü mahkeme “JİTEM yok diye karar” verdi. Hâlbuki JİTEM vardı. Mahkeme kararıyla bir gerçek yok olabiliyor.

TOLON KENDİ DAVASINI TEMYİZ ETTİ

Hurşit Tolon’la da mahkemelik olmuştum. Askeri mahkemede yargılanıyordum. Bu yüzdende yasa değişikliği yapıldı. Sivillerin askeri mahkemede yargılanmasının önü alınması için. Hurşit Tolon 1. Ordu komutanı. Hurşit Tolon müşteki. Hurşit Tolon benim yargılandığım, 1. Ordu, 6. Kolordu Askeri Mahkemesi’ne herhangi bir kişiyi yargıç olarak atama yetkisine sahip. Bu yargıcın hukuk kariyerinin de olması gerekmiyor. Herhangi bir istihkâm subayını da kendi yargılandığı mahkemeye atama yetkisi var. Kararı beğenmezse müşteki olarak kararı temyiz edebilir ama bunu komutan emriyle de yapabilme hakkı var. Kendisinin de üye tayin edebildiği mahkemenin kararını üç defa temyiz ederek, askeri mahkemeye gönderdi.

Sonuç…
Kanun değişikliğinden sonra, dava dosyası önce yanlışlıkla Eyüp Askeri Ceza’ya, oradan Bağcılar Asliye Ceza’ya, Bağcılar Asliye Ceza kaldırıldığı için Bakırköy Asliye Ceza’ya, buradan da önce 2 numaraya, 2 numara iş yoğunluğundan 24 numaraya, burada yetkisizlikten yeniden 2 numaraya, itiraz üzerine ağır cezaya… Şu anda kimin bakacağı belli değil.

Çok ilginç. Bu kadarı filmlerde bile olmaz. Bir de 312 general davası vardı…
Bir başka komedi de o. “Onbaşı olmayacakların general olduğu ülke” denildiği için dava açılıyor. “Pazar yerinde cazgır olamayacakların sanatçı olduğu ülke desem” ne olur? Kim bunun için dava açar. Elifi görse mertek sananları öğretmen yapıyorlar desem, 312 okul müdürü bir araya gelip dava mı açmalı. Hukuk bu kadar ucuz mu? Türkiye’de kaç general olduğunu bilmiyorduk, dava açtılar öğrendik. Meğerse 313’müş ama biri imzalamadı.

Hilmi Özkök ve artı 312 general yani…
Evet. Türkiye’de 313 general varmış. Davada imzası olmayan tek General Hilmi Özkök. Genelkurmay başkanı ve açılan davaya imza atmadığı için onu tehdit etmişler. Bu kadar generali bir araya getirip onların vekâletini alıp dava açmak çok ilginç.

Evinizin dışında daha neler kaybettiniz?  
Ben ceza davlarından tutuklanmayla sonuçlanan hiçbir mahkûmluğum yok.

Mal varlığı anlamında…
Mal varlığı anlamında da çok cüz-i rakamlarla mahkûm oldum. 300 lira, 500 lira… Fatih Altaylı’nın Teke Tek Programında başörtülere hakaret içerikli bende Yeni Şafak’ta buna yönelik eleştiren bir sözüm olmuştu. Ondan mahkûm oldum sanırım 300 lira gibi bir tazminat ödedim. Bahriye Üçok’a tazminata mahkûm oldum. Çok sert yazılar yazabilirim ama ömrü boyunca hakaret, argo kelime kullanmayan birisiyim. Sert olabilir ama hakaret içermez. Çok az sayıda tazminata mahkûm olduğum vakalar oldu.

Siz, yazılarından ya da fikirlerinden dolayı dava açıyor musunuz birilerine…
Çok az. Ben açtığım zaman, açmam gerektiği için dava ediyorum.

Mesela kimlere dava açtınız?
Bir bayan yazıma kızmış ve Allah’a kitaba hakaretler ediyordu. Ama tazminat davası değildi. Suç duyurusunda bulunmuştum. Son duruşmada özür diledi. Ben de Kızılay’a 500 lira bağışta bulunması şartıyla uzlaşma istedim. Mahkeme “bunu dostane çözüm olarak aranızda halledin” dedi ve mahkumiyet kararı verdi. O tür şeylerde teklif edebilirim…

”Devletle anlaşma yoluna gideceğim” demiştiniz. Böyle bir uzlaşma olmaz ve AİHM Türkiye aleyhine karar verirse ne olacak?
Dava yeniden görülür ve uğradığım hak kaybı bir şekilde tazmin edilir.

Evinizin dışında kaybınız ve hak olarak talebiniz ne?
2004 yılında ev eşyalarım haczedilerek evimden çıkmak zorunda kaldığım için ev eşyalarımın tümünün karşılığının verilmesi. Dairenin 250 bin TL civarında tahmin ediliyor. Bunun bedeli, o günden bugüne kirada oturduğum için 5-6 yıllık kira bedelleri ve ayrıca tazminat gerekiyor. Tüm bu bedellerin bu kararı veren kişilerden ve davayı açıp haksız işleme sebep olanlardan tahsil edilmesini talebim var…

AHMET HAKAN GİBİ KOLUMU KIRMAYA NİYETİM YOK

Gazetenizin size sahip çıkmadığı yorumları var bir de… Vakit nasıl bir tutum sergiledi bu dönemde?
Yok öyle bir şey… Vakit bana hep destek oldu. Hatta ilk icraya geldiklerinde karşı tarafla konuş anlaşalım bunu ödeyelim denildi ama ben kabul etmedim. Hatta birkaç işadamı arkadaş da teklif etti ama ben hepsine “hayır” deyip davanın sonuçlanmasını istedim.

Neden kabul etmediniz?
Haksızlıklara karşı direnmeyi, mücadele etmeyi seviyorum. Yani kabul etmiyorum…

Medya camiasından gelen tepkiler ve desteği nasıl buldunuz?
Toplumdan büyük destek geldi ama medya desteği yeterli değil. Bazı yazarlar konuya eğildi sadece.  Basın daha sıcak daha yoğun ilgi gösterebilirdi.

Sizce neden gelmedi bu destek?
Karşı tarafta 28 Şubat süreci ve Ergenekoncu Güven Erkaya olunca,  daha çok çekinerek hareket ettiler… Ahmet Hakan yazdı açıkça. Bizim kesimdeki insanlar bile olaya çok tepki vermedi.

Mağdur Abdurrahman Dilipak olunca tavırlar değişti diyebilir miyiz peki?
Hayır, hayır “mağduriyet” kelimesini kullanmayalım. Hedefteki kişiyim ben. Adamına göre, zamana, konjonktüre göre insana muamele ediliyor… Bu işler, Hürriyet, Milliyet ya da Radikal’deki bir yazarın başına gelseydi, tepkiler çığ gibi büyürdü sanırım. Hatta Hükümet daha sıcak tepki verirdi.

Politikacılardan gelen tepkiler nasıl?
Süreçte en sessiz kalanlar onlar. CHP’den İlhan Kesici, Hükümet kanadından Kültür ve Turizm Bakanı Sayın Ertuğrul Günay aradı ve Cemil Çiçek basına açıklama yaptı.

Ortada çok farklı bir tutum var. Ahmet Hakan kolunu kırdığında basın ve siyasiler seferber olmuştu adeta…
O kadar tepki alır ve gündem olur muydu bilmem ama benim destek görmek için kolumu kırmaya niyetim yok (Gülüyor)

Kaynak:Haber Kaynağı

Etiketler :