Ağustos’ta pekmez yapalım

Çocukluğu ve gençliğinin ilk yılları köyde geçti. Köyde geçen günlerinde tarlada çalışmak, bağ bahçe işleri yapmak dışında bekçilik ve çobanlık yaptı. Eli iş tutar hale gelince İbrahim (İbo) ağabeyi ve köyün diğer delikanlılarıyla birlikte Çorum dışına çıktı. Ankara’da inşaatlarda, bağ bahçe işlerinde çalıştı. Kısa süreli de olsa Bağlum’da çobanlık yaptı. Manisa ve Aydın’da kanal inşaatları başta olmak üzere türlü işlerde çalıştı.

Askerlik sonrası eşini ve çocuklarını tek odalı köy evinde bırakıp gurbete çıktı. Köyde arazi sınırlı, nüfus kalabalıktı. İkisi kız olmak üzere sekiz kardeş idiler. Eli iş tutan bütün erkek kardeşler ekmek parası için gurbetin yolunu tutmuştu. Kız kardeşler ise evlenip yeni yuvalarına gitmişlerdi.

1960’lı yılların başından itibaren Almanya başta olmak üzere bazı Avrupa ülkelerine işçi alımları başlamıştı. O da bir umutla yazıldı Almanya için. Günler aylar geçti ses yoktu. Umudunu yitirmek üzereyken Almanya yolu açıldı. Almanya’daki ilk günlerinde dil bilmediği için Alman ustasının kendisini nasıl aşağıladığını gözleri dolarak anlatırdı. Almanya’da sürekli çalışmak mümkün olmadı. Bazı dönemler aylarca işsiz kalıp işsizlik parasıyla idare etmek zorunda kaldığı olurdu. İki oğlunu yanına aldı. Onlara iş bulundu. Vakti gelince evlendirdi her ikisini de. Tek kızı vardı. Eşiyle birlikte onu da yanına aldı bir süre. Sonra geri Türkiye’ye gönderdi onları. Vakti gelince kızını da evlendirdi. Eşini tekrar yanına aldı.

img-6213.jpeg

Almanya’da kaldığı süre otuz yılı geçmişti. Yaş ilerlemiş, iş bulmak mümkün olmuyor, işsizlik parası ise kısıtlı imkânlarla bir hayat sürmeye ancak elveriyordu. Eşini alıp memlekete döndü. Yıllar önce Çorum’da bir ev yaptırmıştı. Ama onun gözü köydeydi. Toprak kokusunu özlemişti. Eşi, “Şehirde kalıp son yıllarımızı dingin bir hayat sürerek, ibadetle geçirelim” diyordu. O ise köyün havadar manzarası, temiz havası ve sakin ortamı varken şehirde çakılıp kalmayı istemiyordu. Eşi gönülsüz de olsa birlikte köye yerleşeceklerdi. Yıllarca kaldıkları tek odalı evleri yıkılmış, virane olmuştu. Başlarını sokacak bir yuvaya ihtiyaçları vardı.

img-6212.jpeg

Köyün okulu öğrenci olmadığı için uzun zamandır kapalıydı. İlgili mercilerden izin alıp lojmanı elden geçirdi, oraya yerleştiler. Bir tarlayı fidanlığa dönüştürdü. Gece gündüz demeden çalışıyordu. Eşini de peşinden sürükleyerek… Bir ara lojmandan çıkması gerekti. Lojman köyün imamı için tahsis edilecekti.

Lojmanın yukarısında amcasının oğlu ve çocukluk arkadaşı Mustafa’nın tarlası vardı. Mustafa oğluna vasiyet etmişti. “Hacı Salim’i lojmandan çıkarıyorlar. Ev yaptırmak üzere bizim tarladan ne kadar isterse kendisine ver” demişti. O sıralar Hacı Salim kısa süreliğine Almanya’ya gitmişti. Köylüleri ona lojmandan çıkması gerektiğini söylerken üsluba dikkat etmemişlerdi.

Almanya’dan döndü, “Bu köyde bazı insanlar benim Çorum’a dönmemi istiyorlar. Köyde fidanlıkla ilgilenmemi istemiyorlar. İnadına ev yapıp köyde kalacağım” diyordu. Amcasının oğlu Mustafa vefat etmiş, oğlu Mehmet ise babasının vasiyetini yerine getirmişti. Hacı Salim ev yapacak kadar bir araziyi satın aldı, parasını da ödedi. Amcasının oğlu Mustafa’yı anarken duygulanıyor, ağlıyordu.

img-6211.jpeg

O araziye köyün en güzel evini yaptırdı. “Yarabbi bana burada on yıl yaşama fırsatı ver“ diye de dua etti. (On yıl sonra vefat etti. Vefatına yakın günlerde, “Allah dualarımı kabul etti” diyerek hep şükrediyordu.) Yüzden fazla ceviz fidanı yetiştirmişti. Cevizler istediği verimlilikte değildi. Ama olsundu. Her ağaç kuşlar için bir dinlenme, gezinti ve eğlence adresiydi adeta. Onların seslerini duydukça huzur buluyor, yorgunluğunu atıyordu.

Üç çocuğundan on üç torunu olmuştu. Onlar yazın köye geliyorlar ama birkaç saat vakit geçirince sıkılıp şehre dönmek istiyorlardı.

img-6210.jpeg

Yaşı sekseni geçmiş türlü hastalıklar sökün etmişti. Uzun yıllardan beri şeker hastasıydı. Kalbinde pil ve stentler vardı artık. Hayat arkadaşı Hacı Şerife Hanım vefat etmişti. Yol arkadaşı, can yoldaşı artık yoktu. Bahçedeki işler onu yormuyordu ama yalnızlık hayat yolculuğunu zorlaştırmıştı. Derken dizleri kendisini taşıyamaz oldu. İki oğlu yurt dışında çalışmaya devam ediyorlardı. Kızı ise İstanbul’da yaşıyordu. Son yıllarda eşiyle birlikte kış aylarında İstanbul’a gidiyorlar, baharın ilk günlerinde köyün yolunu tutuyorlardı.

Tedavi için Çorum’daki imkanlar bitince İstanbul’a gitti. Özel doktorlar, özel hastaneler, devlet hastaneleri ve eğitim araştırma hastaneleri artık gündemlerinin ilk sırasındaydı.

Kızı, asansörsüz beş katlı bir apartmanın en üst katında oturuyordu. Yıllarca beşinci kata çıkmak hiç zor gelmemişken artık her katta mola verip dinlendikten sonra ancak çıkabiliyordu. Yeni ve asansörlü bir eve taşındı kızı. Fakat o asansöre kendi ayaklarıyla yürüyüp dördüncü kata çıkmak nasip olmadı. Çünkü dizleri hiç tutmuyordu artık. Yatağa bağımlıydı.

Yeni evlerine taşındıktan iki ay sonra korona salgını sebebiyle sokağa çıkma yasakları başlamıştı. O günlerde Deniz Feneri Derneği’nin bir proje kitapçığı elinin altındaydı. İnceledi. Afrika ülkelerinden Benin’de mescit yaptırmaya karar verdi. Yanında bir de su kuyusu açılacaktı.

Karar vermişti ama sokağa çıkmak mümkün olmadığı için parasını bankadaki hesabından derneğe gönderemiyordu. İnternet bankacılığı ise elinden gelmeyen bir şeydi. O günlerde bazı rahatsızlıkları nüksetti. Üsküdar’ın merkezindeki bir özel hastaneye yatırıldı. İçi içini yiyordu. Karar verdiği mescidin yapımı ve su kuyusunun açma işlemlerinin başlaması için Ziraat Bankası’na gidip özel hesabından dernek hesabına gönderim yapması gerekiyordu.

img-6209.jpeg

Bir taraftan tedavi işlemleri sürüyordu ama onun kafasındaki acil halledilmesi gereken öncelikli konu hesaptan para aktarımıydı. Çözüm bulunmuştu. Torunu söz konusu bankanın yetkilileriyle konuşmuştu. Sokağa çıkma yasağı bazı yaş grupları için devam ediyor olmasına rağmen müşteri bankaya gelirse işlem yapabilecekleri söylenmişti. Hastamız tekerlekli sandalyeyle torunu tarafından yakındaki banka şubesine götürülmüştü. İleri yaşta olduğu için kuyruğa girmeden en ön sıraya görevlinin yanına götürülmüştü. Almanya’dan gelen emekli maaşı bu bankadaki hesapta birikiyordu. Mescit ve su kuyusu için gerekli miktarı Deniz Feneri Derneği’nin hesabına gönderdi. Geri kalan paranın tamamını çekti. Tekerlekli sandalye ile dışarı çıktıklarında hastamız sanki İstanbul’u yeniden fethetmiş bir komutan edasıyla sevinçliydi, yüzü gülüyordu. Zira ölümün yakın olduğunu hissediyordu. Ölmeden bir eser bırakmak istiyordu. Bu sevinçle hastanedeki tedaviye devam etmek üzere odasına götürüldü.

Aylar geçiyordu. Hastaneleri ve doktor muayenehanelerini ezberlemişlerdi artık. Şimdi de yeni bir hastalık sebebiyle apar topar bir eğitim araştırma hastanesine yatırılmıştı. Zona olmuştu. 85 yaşındaki bir kişi için bu hastalık ölümcül olabilirmiş. Hastanede tedavi devam ederken iki böbreğinin de tamamen iflas ettiği tespit edildi. Şimdi diyaliz makinasına bağlı olarak devam ettirilecek günler bekliyordu kendisini. Hastanede tedavi iyi gidiyordu. Yanında refakatçi olarak kızı kalıyordu. Bir akşama doğru damadı geldi. Hastanın aklı başında, şuuru ve hafızası yerindeydi. Çok zayıflamıştı. Cep telefonundan fotoğraf galerisine girdi damadı. Sonra Benin’de tamamlanıp açılışı yapılmış Sadıklar Mescidi’nin ve su kuyusunun fotoğraflarını gösterdi, dua eden Beninliler’in videosunu izletti. Hasta çok mutlu oldu. İki gözünden sevinç gözyaşları aktı. Deniz Feneri’nin yöneticilerine, çalışanlarına dualar etti, “Siz olmasaydınız oraları ben nasıl bulurdum. Allah hepinizden razı olsun!” dedi.

Kısa bir süre sonra hızla iyileşti, taburcu oldu. Zona geçmişti ama diyalizli günler başlamıştı. Haftada iki gün ambulansla alınıp diyaliz merkezine götürülüyor, orada geçirilen birkaç saatten sonra eve dönüyordu. Yemesi içmesi normal, aklı başında ve hafızası yerindeydi. Ne var ki yatağa ve diyaliz makinasına bağımlıydı.

Ne kadar ömrü kalmıştı? Bu sorununu cevabını elbette sadece Allah bilirdi. “Kalkıp yürüyecekmiş gibi hissediyorum kendimi. Ama ayağa kalkmaya yeltenince acı gerçekle yüz yüze kalıyorum. Bacaklarım beni taşımıyor” diyordu.

img-6208.jpeg

2021 yılı Haziran ayında bir gün, “10 Ağustos’ta köye gidelim, pekmez yapalım” dedi. Damadı, “Sizin köyde bağ bozumu Eylül sonu ya da Ekim başıdır, Ağustos’ta üzümler olgunlaşmaz” dedi. Hasta kararlıydı, “Ben üzümü dedemden ve babamdan bilirim, 10 Ağustos’ta gidelim“ diyordu. Damat hastanın emekli ast subay yeğenini aradı. Yeğen Ali Şahin Çorum merkezde yaşıyordu. “Ali Ağabey, babam 10 Ağustos’ta köye gidip pekmez yapalım diyor. Ne dersin?” diye sordu. Ali Şahin, “Bizim köyde Eylül sonu ya da Ekim başında olgunlaşır üzümler” dedi. Bu görüşme hastanın yanında yapılmıştı. Hasta kararlıydı, “Ben üzümü bilirim. 10 Ağustos’ta gidelim” dedi. Damat kayın pederini üzmek istemiyordu. “Peki baba” dedi, konuyu kapattı.

Ayasofya Camii’ni ziyaret

1990’lı yılların başında İstanbul’a bir gelişinde o zamanlar müze olarak ziyarete açık olan Ayasofya’yı ziyaret etmek istemişti. Ziyaret etmek için ödenmesi gereken bilet parasını duyunca kızdı, “Ecdadımın fethettiği bu şehirde Ayasofya yeniden cami oluncaya kadar bu kapıdan girmeyeceğim” dedi geri döndü.

İstanbul'un fethine kadar 916 yıl kilise, 1453'ten itibaren de cami olarak kullanılan Ayasofya, 1934'te alınan karar üzerine 86 yıl müze olarak hizmet verdi. Sürekli Vakıflar Tarihi Eserlere ve Çevreye Hizmet Derneği'nin, Ayasofya'nın camiden müzeye dönüştürülmesine yönelik Bakanlar Kurulu kararının iptali istemiyle açtığı dava 10 Temmuz 2020'de karara bağlandı. Danıştay 10. Dairesinin, camiden müzeye dönüştürüldüğü 24 Kasım 1934 tarihli Bakanlar Kurulu kararını oy birliğiyle iptal etmesiyle Ayasofya’da yeniden ibadet etmenin yolu açılırken, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da kararnameyi aynı gün imzaladı. Diyanet İşleri Başkanlığına devredilen Ayasofya-i Kebir Cami-i Şerifi, 24 Temmuz 2020’de 86 yıl sonra kılınan ilk cuma namazıyla Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın da katıldığı büyük bir merasimle yeniden ibadete açıldı.

Hacı Salim bu haberi milyonlarca Müslüman gibi büyük bir sevinçle karşıladı, “Şimdi Ayasofya’yı ziyaret edebilirim” dedi. Bir sabah erken saatlerde damadı ve torunu ile birlikte Ayasofya’ya tekerlekli sandalyede gitti. Namaz kıldı, dua etti. Kendisine bu günleri görmeyi nasip ettiği için Allah’a şükretti.

Deniz Feneri’nin proje kitapçığı hastanın elinin altındaydı. Bir gün damadını çağırdı. Yatağın arkasında duran çantayı açmasını istiyordu. Çanta açıldı. İçinde bir para kesesi vardı. Hasta onu açtı. Epeyce Euro vardı. Para kesesini damadına uzatırken, “Ben bir Kur’an Kursu yaptırmak istiyorum. Yanına da bir su kuyusu açılsın. Mescide sülalemizin adını vermiştik. Kur’an Kursu’nun tabelasına da benimle birlikte kaynananın adını yazarsınız” dedi. Kur’an Kursu ve su kuyusu için gerekli para ayırıldı. “O köyde 500 euroluk da Kur’an-ı Kerim dağıtılsın” dedi. Damat, “Tamam!” dedi. Hasta, bez para kesesinin içinde kalan paralara baktı, “Bu da beni öldürür” dedi.

9 Ağustos 2021 günü diyalize girdi, her zamankinden yarım saat erken eve döndü. Kızından su istedi. Getirilen suyu içti. Kızı odadan çıktı. Dinlenmesi için babasını yalnız bıraktı.

Yatağında dinlenirken Hakk’ın rahmetine kavuştu. Ambulans çağırıldı. Ölüm belgesi düzenlendi. Gasilhaneye götürüldü. Damat ve torun görevliyle birlikte gasil işlemlerini tamamladı. Kefenlendi. Bir tabuta konuldu ve Çorum’un Alaca ilçesi Miyanesultan Köyü’ne götürülmek üzere hazır hale getirildi. Cenaze arabası gece yola çıktı.

10 Ağustos 2021 günü öğle namazını müteakip cenaze namazı kılındı ve köyünün mezarlığında annesinin kabri yanına defnedildi. Vefattan birkaç ay sonra Deniz Feneri’nden Kur’an Kursu’nun ve su kuyusunun açıldığı haberi geldi. Allah kabul etsin.

Salim Şahin’in Miyanesultan Köyü’nde başlayan dünya yolculuğu aynı köyde tamamlanmıştı. Hacı Salim’in fidanlığında ceviz ağaçları serpildi, büyüdü. Günün her saatinde kuşlara ev sahipliği yapmaya devam ediyorlar.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
4 Yorum