Engin YİĞİTOĞLU
Yavuz Sultan Selim ve Osmanlı-Türkmen Meselesi
Yavuz Ne Yapsaydı Baş Tacı Ederdiniz?
Bir devlet düşünün ki;
1) İsmi, ailesinden ve bağlı olduğu tarikattan geliyor olsun.
2) Bağlı olduğu bu tarikatı ve mezhebini resmi ideoloji haline getirsin.
3) Gerek aynı milletten olduğu gerekse de manevi yönden sevgi, saygı ve teveccüh gördüğü hatta hükümdarının kız kardeşini alarak akrabalık bağı kurduğu başka bir devleti ve ülkeyi, ilk fırsatta ele geçirip kendi yurdu-mülkü haline getirsin.
4) Bu yolla kendi hükümranlığını ve devletini ilan etsin.
5) Yine bu coğrafyaya ve yayıldığı çevre ülkelere ithal din adamları yoluyla, gerek gördüğünde ise cebren-baskı yoluyla iki asır içerisinde kendi mezhebini hakim kılsın.
6) En meşhur hükümdarları, bu tarikat ve devlet adamlığının da ötesinde kendisini ilahi bir kisveyle bu mezhebin en üst ruhani lideri ilan etsin.
7) Bu ruhani liderlik kisvesi altında diğer çevre ülkelerin genelinde, bağlıları üzerinde etkin olmaya ve onları harekete geçirmeye-ayaklandırmaya çalışsın.
8) Bu çağrıya kulak veren çevre ülkelerdeki bağlıları, yaşadıkları yani tebaası oldukları devletlerin-ülkelerin topraklarını yakıp, yıkıp, on binlerce hatta sonraki yüzyılı da katarsak toplamda 100 binden fazla insanın canına, malına, mülküne kastedip bu ruhani liderlerine doğru hareket etsin.
Osmanlı’yı sığ bir tarih anlayışıyla istilacı olarak kabul eden zihniyet “Osmanlı Devleti’nden ve Osmanlı’daki ilk halife Yavuz Sultan Selim’den mi bahsediyor acaba?” diye sormuştur bile. Ancak yanılırlar. Aksine o dönem Osmanlı’nın ve Yavuz’un en büyük düşmanı olan, özellikle son zamanlarda bahsini ettiğimiz zihniyet tarafından deyim yerindeyse kutsanan bir devletten ve hükümdardan bahsediyorum. Dilerseniz yine madde madde açıklayalım.
1) Bu devletin, ailenin ve tarikatın adı, Safevi’dir.
2) Azerbaycan merkez olmak üzere Türkmen Aşiretleri üzerinde 14. Asrın başları itibariyle etki etmiş Erdebili neslinden Şeyh Safi’den gelen bu aile ve tarikat, özellikle 15. Yüzyılın ortaları itibariyle Şeyh Cüneyt ile birlikte Batıni etkisine girmiş ve Şiilik’i mezhep ve resmi ideoloji olarak benimsemiştir.
3) Sultan II. Murat’tan göremediği ilgi ve alakayı bir diğer Türkmen-Oğuz Devleti Akkoyunlular’da-Uzun Hasan’da bulan Şeyh Cüneyt, yine Uzun Hasan’ın kız kardeşi ile evlenmiştir. Uzun Hasan’ın vefatından sonra ise Şeyh Cüneyt’in torunu Şeyh İsmail, ortaya çıkan taht mücadelelerini fırsat bilmiş ve tüm Akkoyunlu topraklarını ele geçirmiştir.
4) Böylelikle 1501 senesinde Safevi Devleti kurulmuştur.
5) Şeyh İsmail, artık Şah İsmail olarak Azerbaycan’dan sonra tüm İran’ı-Horasan’ı da ele geçirmiştir. Daha sonra Şiilik’in merkezi Irak ve Lübnan bölgelerinden Şii din adamları getirterek, Sünni olan bu coğrafyanın iki asır içerisinde Şii’leşmesine ve hatta ileriki asırlarda Şiilik’in merkezi haline gelmesine sebep olmuştur. Şii’leşmek istemeyenler ise ya sürülmüş ya da katledilmişlerdir.
6) Kızılbaş Alevi Türkmen Aşiretler üzerinde tarikat şeyhi olarak kabul gören Şah İsmail, İranlı Şiiler üzerinde ise Safevi Ailesi’nin Hz. Ali ra’ın soyundan geldiğini iddia ederek kendisini gaipteki 12. İmam’ın yeryüzündeki görünen yüzü ilan etti.
7) Yüklendiği tüm bu dini vasıflar doğrultusunda Akkoyunlu, Azerbaycan ve İran toprakları dışında,İsfendiyaroğlu, Karamanoğlu, Dulkadiroğlu ve tabi Osmanlı topraklarını tehdit ve taciz eder oldu.
8) Şeyhliğine ve 12. İmam makamına dayanarak Anadolu genelindeki bağlılarına yaptığı çağrılar sonucunda, Anadolu genelinde Kanuni Sultan Süleyman Dönemi de dahil olmak üzere Osmanlı Devleti’nin en zirvede olduğu asra damgasını vuracak Şah Kulu, Nur Ali ve Celali İsyanlarına sebep olmuştur. Bu isyanların, neticesinde ise Anadolu genelinde pek çok köy, kasaba ve şehir (Erzincan, Antalya, İzmir, Manisa, Karaman, Mersin, Konya, Kırşehir, Yozgat, Tokat, Malatya, Maraş, Afyonkarahisar, Isparta, Çankırı, Kastamonu, Sivas, Kayseri...) yakılmış, yıkılmış, harabeye dönmüş, yerel yöneticilerden beylerbeyine, vezirlerden sadrazama kadar pek çok devlet adamı can vermiş, toplamda ise yaklaşık 200 binden fazla insan evinden yurdundan, yaklaşık 100 bin insan ise canından olmuştur.
İşte tüm bu olaylar silsilesi, Osmanlı Cihan Devleti’nin tarih sahnesinden silinmesinin daha da net ifade edecek olursak, ikinci bir fetret dönemi içerisine sürüklenmemesi ve Anadolu’nun günümüzdeki gibi İranlaşmasının önüne geçilmesi adına, Yavuz Sultan Selim Han’ın 1514 yazında Çaldıran Ovası’nda Şah İsmail’in karşısına çıkmasını (üzerine yürümesini) elzem kılıyordu. Nitekim karşılaştığı sorunlar ve felaketler nedeniyle psikolojik ve fiziki sağlık problemleriyaşayan babası II. Bayezid’i, saray erkanı ve ulemanın desteklediği ağabeyi Ahmed’i ve yine diğer kardeşi Korkut’uyiğitliği ve öngörüsüyle yeniçerileri de arkasına alarak saf dışı bırakıp tahta oturan Yavuz Sultan Selim, Osmanlı’nın geleneksel Batı politikasını dondurmuş ve devletin gerek arkasını sağlama almak gerekse de içini temizlemek adına doğuya yani Şah İsmail’in üzerine sefer kararı almıştır.
29 Mart 1514 Çarşamba günü İstanbul’da ilk olarak Eyüp Sultan Camii’ne gelip dualar etti. Eba Eyüb el Ensari Hz.lerinin kabrini ziyaret etti. Sonra sırayla dedesi Fatih Sultan Mehmet ve babası II. Bayezid’in kabirlerini ziyaret etti. Fakirlere sadaka dağıtıp, hayır hasenatta bulundu. Yine kurbanlar kestirip, divanı topladı. Celalzade’nin anlatımına göre Yavuz, divan üyelerine şöyle seslenmiştir:
“İran, 7-8 yüzyıldan bu yana bir İslam memleketidir. Pek çok abideler yapılmış ve hutbeler okunmuştur. Fakat son zamanda Erdebili neslinden Şeyh Haydar oğlu Şah İsmail çıkıp ecdadının yolundan ayrılmıştır. Anadolu’da bazı gruplarla birleşerek kötü yola sapmıştır. Sahabeye küfür ve lanet eden bir mezhebi yaymaya çalışırlar. Ben, Trabzon’da iken onlara yakın olduğumdan onların durumlarını bilirim. Eğer zaman elverirse yeryüzünden İslam dinini kaldırıp, Müslümanları yok ederler. Dini terk edip, küfürden daha sapık bir yola giderler. Onların yolları küfürden daha beterdir. Pişman olup tövbe etmezler ise kâfirlerden daha şiddetli ve daha şerlidirler. Buna göre bizim ilk savaşımız bunlarladır.”
Şükri Bitlisi de benzer bir konuşmadan bahseder. Yavuz, ordusunun İslam’ın serhaddi olduğunu, İslam için savaşmaları gerektiğini, çünkü Erdebil şehrinden adı Şah İsmail olan ve Evliya neslinden olduğu gerekçesiyle Anadolu ve cümle alemi kendine bağlayıp dünyayı kana buladığını söylüyordu. Yine Şah İsmail’in, Hz. Peygamber sav’in dinine mani işler yürüttüğünü ve çeşitli zulümler yaptığını belirterek, gayesinin Şah İsmail ile savaş olduğunu ilan ediyordu.
Dualar, kurbanlar, hayır hasenat ve sadakalarla başlayan sefer yolculuğu, Kütahya, Konya, Erzincan üzerinden devam ederek Van Gölü’nün kuzeydoğusundaki Çaldıran Ovası’nda son bulmuştur. Bu güzergah boyunca Şah İsmail, nüfuzunun ağır olduğu Erzincan hudutları itibariyle hep kaçmış ve Yavuz’un karşısına çıkamamıştır. Bu kaçış, yeniçeri üzerinde de aşırı olumsuz hava estiriyor, yer yer yorgunluğu bahane edenleri Yavuz gibi bir Sultan’a bile isyana yeltenebiliyorlardı. Hatta Yavuz’un çadırını bile kurşunlamışlardır. Bu kurşunlama olayı, çok düşündürücüdür. Zira Şah İsmail, yalnızca Anadolu Türkmen Kızılbaş ahalinin üzerinde değil ayrıca yeniçeri ve Osmanlı askeri içerisinde de etkin bir güce sahipti. Keza özellikle yeniçerilerin Bektaşi Tarikatı’na bağlı olduklarını da unutmamak gerekir. Dolayısıyla bu kurşunlama gerçekten askerin yorgun ve bitap düşmesinden dolayı mı yoksa Şah İsmail etkisinden dolayı mı meydana geldi? Bu ciddi bir soru olarak karşımızda durmaktadır. Nitekim, Yavuz Sultan Selim sefere başladığı ilk günden itibaren Şah İsmail tarafından Anadolu’ya gönderilmiş Kılıç adlı halefi tarafından takip ediliyordu. Kılıç, Anadolu’daki halkı ayaklandırmaya devam ederken bir taraftan da Yavuz’un hareketlerini raporlayıp Şah İsmail’e bildiriyordu. Kısacası, son saniyeye kadar Şah İsmail bir türlü rahat durmuyordu.
Nihayet iki ordu 1514’ün Ağustos ayı sonunda karşı karşıya geldiler. Her iki tarafta da en az 50 bin asker bulunmaktaydı. Top ve tüfek sayısı bakımından ise Osmanlı baskın bir güce sahipti. Nitekim sabah başlayan savaş, Şah İsmail’in etkili atlı saldırılarına rağmen, Osmanlının ateşli silah gücü tarafından etkisiz kılınıyordu. En nihayetinde Yavuz Sultan Selim’in de üstün sevk, idare ve çeşitli manevra kabiliyetleriyle savaş akşama doğru Osmanlı lehine neticelendi. Şah İsmail yaralansa da Tebriz’e kaçmayı başardı. Bunun üzerine Yavuz da Osmanlı ordusunu Tebriz’e doğru yönlendirdi. Şah İsmail tekrar harekete geçip buradan da Irak’ a kaçmıştır. Yavuz ve Osmanlı Ordusu ise yüklü derecede ganimet elde ettiler. Yavuz, Tebriz’de iki gün kalmış ve tüm bu Azerbaycan, İran bölgesini elde tutmanın zor olacağını düşünerek, geri dönmüştür. Ancak yine de, en büyük düşmanına bir meydan muharebesinde tarihi bir hezimet yaşatmıştır. Yine böylelikle, Osmanlı Devleti’nin bekası adına tam olarak sonlandırılamasa da Safevi-Şah İsmail tehlikesinin beli bükülmüştür. Yavuz ise böylesine ciddi ve büyük bir tehlikeyi bertaraf ederek bir bakıma devletin 3. Kurucusu olmuştur.
Sonuç Değerlendirmesi
Sonuç olarak Yavuz’dan nefret eden kesime seslenmek isterim. Yavuz Sultan Selim’in ne yapmasını isterdiniz? Avrupa’nın göbeğine kadar uzanmış, İtalya-Batı Roma sahillerine çıkarma yapıp kimi kalelerini ele geçirmiş, Ezanı Muhammedi’yi ta oralara götürmüş, Doğu Roma’ya son vermiş, Konstantinapol’ü fethedip İslambol yapmış, dolayısıyla çağ açıp çağ kapatmış bir Cihan Devleti’nin ikinci bir fetret dönemi gibi çok tehlikeli bir hale sürüklenmesine kayıtsız mı kalsaydı? Bu genişlemeye ve tehlikelere istinaden merkezileşmek yerine daha rahatlık ve zafiyet mi gösterseydi?Osmanlı yurdunu paramparça edilmiş görseniz daha mı mutlu olurdunuz? Tüm bu sorulara cevap olarak, EVET yanıtını verdiğinizi duyar gibiyim. Çünkü Timur, Ankara Savaşı’nda Yıldırım Bayezid’i yenip, Osmanlı topraklarını şehzadeler arasında paramparça ederken gayet mutluydunuz. Nereden mi biliyoruz? Hadi Pursaklar’ı geçtim. Ankara gibi bir başkentte havaalanına Ankara Savaşı’nda Timur’un komutanlarından biri olan İsen Buga (Esenboğa) ismini vermek nedir? Binlerce yıllık tarihimizde başka isim mi kalmadı? Ama niyet, amaç, kasıt başka. Ömer, Halid, Tarık, Selahaddin, Osman, Yıldırım Bayezid, Fatih (Mehmed), Yavuz (Selim) hatta ve hatta Ali isimlerinden nefret ederken, Moğol Cengiz, Hülagü, Ogeday, Kubilay, Makedon-Helen İskender (Aleksander) isimlerine aşık oluverdiniz. Sebebi açık değil mi? Oysa Alparslan, Ertuğrul, Melik Şahlarımız da vardı. Yani niyet, düşmanlıktanbaşka bir şey değil!
Evet Yavuz, Şah İsmail’e mağlup olmalıydı. Hatta tahta hiç çıkmamalı, memleket kardeşleri Ahmed, Korkut yine kendisi arasında lime lime edilmeli, fırsattan istifade vatan toprakları Şah yanlıları tarafından ateşe verilmeli, Osmanlı Sultanı rezil rüsva olmalı ve kahrından yok olup gitmeliydi. Kısacası aleme nizam vermiş koca Cihan Devleti, kül olup rüzgarda savrulmalı, daha ikinci yüzyılında tarihin tozlu rafları arasında yerini almalıydı.
Biz tüm bu tabloyu yukarıda da bahsettiğimiz gibi Timur eliyle neredeyse yaşıyorduk. Peki ömrü çetecilik ve eşkıyalıkla geçmiş, para ve güç için sırdaşlarına, arkadaşlarına, ihanetler etmiş, yine ihanetlere uğramış, en nihayetinde de yine Moğol gölgesi altında makamlara gelebilmiş bir Timur, gerçek manada ne elde edebilmiş? Kurduğu devlet kaç asır hüküm sürmüş? Tarihimize ne kazanımlar sağlamış? Orta Asya Türklüğü’nün en büyük düşmanı Çin’e karşı ne gibi bir hegemonya kurabilmiş mesela? Evet sıfırdan kendi tırnaklarıyla, epeyce de İlahi bir nasiple (şansla) Moğol hakimiyeti altında bir yerlere gelmek, önce Buhara’ya sonra da tüm Bozkır’a hakim olmak, kabul edelim ki kolay bir iş değildi. Ancak, kurduğu devlet gerçekten köklü ve sağlam temeller üzerinde yükselseydi, bu devletin tarihi sadece kendi isminden ibaret olur muydu?
Bu minvalde, Osmanlı-Beylikler mücadelesini de Yıldırım Bayezid-Timur, Yavuz Sultan Selim-Şah İsmail mücadelelerini de Türk Beylik Gururu, Bozkır Kültürü ve Türk Cihan Hakimiyeti Mefkuresi adı altında değerlendirmek gerektiğini düşünüyorum. Ve burada haklı-haksız, doğru-yanlış aramaktan çok, bir milletin-toplumun sosyolojisini, kültürünü, fıtri özelliklerini iyi bilmek, ona göre değerlendirme yapmak gerektiği düşüncesindeyim. Yine tüm bunlara yönelik karşıdaki devletin de aynı kandan olunsa bilekendi bekasını öncülemesi ve buna göre önlemler almasını da gayet doğal karşılamak gerekir. Yani rolleri değiştirsek, Yavuz Sultan Selim sürekli Safevi topraklarını taciz ediyor olsaydı, bu ülkenin insanlarını her fırsatta ayaklanmaya çağırsaydı, bu nedenle koca şehirler BÜYÜK KAÇKUN’u yaşasaydı, Şah İsmail’in Osmanlı’ya karşı tavrı ne olurdu? Tıpkı Yavuz Sultan Selim’in yaptığı gibi olurdu. Kaldı ki, Osmanlı’nın Türk Cihan Hakimiyeti’nin de ötesinde Batı’da ve hatta tüm kürede Nizamı Alem İlayı Kelimetullah gibi de bir misyonu vardı.
Yazı dizime tüm bu mücadeleleri çok kısaca özetleyebilecek bir Türk hükümdarı Karahanlı Yusuf Kadir’in bir başka Türk Hükümdarı Gazneli Mahmud’a Oğuzlar hakkında dikkatini çekmek adına sarfettiği şu sözlerle son vermek isterim:
“Bu Selçuklular savaşçı bir topluluk. Hanlık peşinde koşarlar. Gazneli’nin hayatı tehlikede. Haberin olsun.”
Selam ve saygılarımla, Allah’a ısmarladık...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.