Süleyman Arslan

Süleyman Arslan

Anayasa’da Değişiklik Teklifim: “Laiklik İstiklal Marşına Aykırı Yorumlanamaz.”

20. Yüzyılın başlarında emperyalist saldırılara maruz kalan milletimiz özgür varlığını devam ettirebilmek için yeni bir inkılap yoluna girmiş, başlattığı Millî Mücadele ile Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmuştur. Bu mücadelede en önemli motivasyon kaynağı İstiklal Marşı’mızda dile getirilen ruh ve değerler olmuştur. Atatürk, İstiklal Marşımızla ilgili olarak “Bu marş, bizim inkılabımızı anlatır, inkılabımızın ruhunu anlatır. Bunu ne unutmak ne de unutturmak lazımdır.” demiştir. İnkılapların bir devamı olarak laiklik ilkesi benimsenmiş, ancak laikliğin dinsizlik demek olmadığı da ifade edilmiştir.

Türkiye Devleti laik, devleti kuran milleti de büyük çoğunluğu itibariyle Müslüman bir millettir, İstiklal Marşı’nda tanımlandığı şekliyle “Hakk’a tapan millet”tir. Bu nedenle de hem laiklik ilkesi hem de milletin değerlerini temsil eden İstiklal Marşı Anayasa’nın değiştirilmesi teklif dahi edilemeyen hükümleri arasına alınmıştır. Anayasa’nın 3. maddesinin gerekçesinde İstiklâl Marşının “Türk Devleti’nin ve Milleti’nin etrafında toplandığı kutsal simgelerden biri” olduğu ifade edilmiştir. İstiklal Marşı bu anlamıyla 41 dizesiyle değiştirilmesi teklif edilemeyen hukuki bir niteliğe de sahiptir ve Türk Milletinin Müslüman kimliğinin teminatıdır.

Ne var ki, net bir tanımı yapılmayan laiklik ilkesinin zaman içerisinde İstiklal Marşı’nda ifade edilen değerleri sınırlayıcı veya ortadan kaldırıcı tarzda yanlış uygulamaları ile karşılaşılmıştır. İstiklal Marşı Müslüman bir toplum yapısının teminatı olduğu halde laiklik ilkesi Müslüman toplum yapısını ortadan kaldıracak şekilde uygulamaya konulmuş, toplum laikleştirilmeye çalışılmıştır. Laikliğe aykırı olduğu gerekçesiyle Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kapatılması tartışmaları süregelmiştir. Devlet eliyle camiler kapatılmış, ezanlara müdahale edilmiştir. Kişiler inançları ve bu inançlarına bağlı yaşam tarzları ve kılık kıyafetleri yüzünden en temel insan haklarından mahrum edilmişler, ayrımcılığa maruz bırakılmışlar, baskılara uğramışlar, büyük travmalar yaşamışlardır. Türkiye'de laikliğin tarihi İstiklal Marşı'ndaki değerlerle mücadele tarihi olmuştur. Laiklik insan hakları ihlallerinin temel gerekçesi olmuştur. Bu durum ülkemizin birlik ve beraberliğinin sarsılmasına, kalkınmasının yavaşlamasına, geri kalmasına neden olmuştur.

Yapılan askeri darbelerin ardından, laiklik, devlet yönetim ilkelerinden biri olduğu dikkate alınmaksızın toplumu laikleştirme aracı olarak kullanılmaya çalışılmıştır. 2001 yılında 4709 Sayılı Kanun’la Anayasa’da değişiklik yapılması sürecinde de Anayasa Komisyonunca Anayasa’nın 13. Maddesine “laik toplum” kavramı ilave edilmiş, ancak Anayasa değişikliğine ilişkin kanun teklifinin Genel Kurulda birinci kez görüşülmesi sırasında “demokratik ve laik toplum düzeninin” ibaresinin “demokratik toplum düzeninin ve laik cumhuriyetin” olarak değiştirilmesini yönünde önerge verilmiş ve önerge kabul edilmiş, “laik toplum” önerisi kabul edilmemiştir.

Buna rağmen yaşanan sorunların ve yasakların devam etmesi, bu bağlamda başörtülü kadınların kamu hizmetlerinden ve üniversite eğitiminden yararlandırılmaması üzerine 2008 yılında 5735 sayılı Kanun ile Anayasa’nın 10 uncu ve 42 nci maddelerinde değişiklikler yapılmış, ancak Anayasa Mahkemesi tarafından katı laiklik anlayışında ısrar edilmiş, devletin niteliklerine aykırı görülerek iptallerine karar verilmiştir.

Daha sonra, Anayasa Mahkemesi, 6287 sayılı Kanun'un bazı maddelerinin iptaline ilişkin davanın E. 2012/65, K. 2012/128 sayı ve 20.09.2012 tarihli kararında içtihat değişikliğine gitmiş, katı laiklik anlayışını terk ederek esnek ya da özgürlükçü laiklik anlayışını benimsemiştir. Özgürlükçü laiklik anlayışına göre, laiklik, bireyin ya da toplumun değil, devletin bir niteliğidir. Laik bir siyasal sistemde, dini konulardaki bireysel tercihler ve bunların şekillendirdiği yaşam tarzı devletin müdahalesi dışında ancak, koruması altındadır. Buna göre, devletin negatif ve pozitif yükümlülükleri bulunmaktadır. Laik devletin bireylerin din ve vicdan hürriyetine zorunlu nedenler olmadıkça müdahale etmemesini gerektiği gibi din ve vicdan hürriyetinin önündeki engelleri kaldırması, kişilerin inandıkları gibi yaşayabileceği uygun bir ortamı ve bunun için gerekli imkânları sağlaması ödevi de bulunmaktadır. Kişilere din ve vicdan özgürlüğü alanında seçenekler sunan, toplumu oluşturan bireylerin bu alandaki yaygın ve müşterek ihtiyaçlarının karşılanmasını kolaylaştıran tedbir ve uygulamalar laiklik ilkesine aykırı olarak görülemez. Ayrıca, hemen her ülkenin din eğitim ve öğretimi, hâkim dine belli bir ağırlık vermekte, diğer dinler karşısında çoğunluk dininin mensuplarına bazı öncelikler tanımaktadır. AİHM de objektif ve gerekli olduğu takdirde bu farklı muamelenin Sözleşme ‘ye aykırılık teşkil etmeyeceğini belirtmiştir.

Anayasa Mahkemesi bu özgürlükçü laiklik yorumunu başörtüsü yasağıyla ilgili 2014/256 sayılı başvuruya ilişkin kararında da devam ettirmiştir. Ancak Anayasa Mahkemesinin özgürlükçü yorumunu her zaman değiştirme imkânı vardır. Nitekim, laiklik ilkesinin özgürlükçü yorumuna göre gerçekleştirilen kanun değişikliklerini iptal için Anayasa Mahkemesi’nde dava açan siyasi parti / CHP Genel Başkanı İstiklal Marşı’ndaki “Helalleşme” kavramını esas alarak 3.10.2022 tarihinde yayınladığı video ile geçmişte açılan yaralar olduğunu, bu yaralardan birinin de başörtüsü mevzusu olduğunu, kendilerinin de yanlışları olduğunu, değişmeyi, öğrenmeyi bildiklerini, bir sonraki aşamaya geçme zamanı geldiğini, bu meseleyi toplum olarak aşma, geride bırakma zamanı olduğunu, kadınların giyim kuşamını yasal güvenceye alacaklarını, bunu bir tartışma konusu olmaktan tümüyle çıkartacaklarını belirtmiştir. 04.10.2022 tarihinde de Kadınların Yürüttükleri Mesleğin İcrası Kapsamındaki Kılık ve Kıyafeti Giymek Dışında Herhangi Bir Zorlamaya Tabi Tutulamaması Hakkında Kanun Teklifi’ni TBMM Başkanlığına sunmuşlardır. Kanun teklifinin gerekçesinde “Geçmişte yaşanmış bazı baskıcı uygulamaların toplumsal hafızamızda olumsuz izler bıraktığı, ayrıca siyaseten istismar aracı olageldiği, yakın geçmişimizde üniversite öğrencilerinin başörtüsüyle eğitim hakkının engellendiği, kamuda kadınların başörtülü çalışmasına izin verilmediği, benzer engellemelerin ve yasaklamaların bir daha yaşanmaması için her türlü önlemi almanın Parlamentonun ve kamu idaresinin görevi olduğu” ifade edilmiştir. Ancak sunulan kanun teklifinden anlaşıldığına göre bu tartışmanın kapanması bir yana daha da fazla tartışılmasına neden olacaktır. Ayrıca, teklif sadece kadınların kılık ve kıyafetiyle sınırlı bir teklif olup bütün alanlarda laikliğin uygulanmasına ilişkin tartışmaları ortadan kaldıracak bir teklif değildir. Sadece "Başörtüsü" konusunda değil, tüm alanlarda helalleşmek gerekir.

Belirtilen nedenlerle hem başörtüsü alanındaki tartışmaları hem de diğer bütün alanlardaki laiklik tartışmalarını Anayasa Mahkemesi’nin değişken içtihatlarının takdirinden büyük oranda çıkaracak ilave bir anayasa düzenlemesine ihtiyaç güncel hale gelmiştir. Bu nedenle ikisi de Anayasa’nın değiştirilmesi teklif dahi edilemeyen hükümleri olan laiklik ve İstiklal Marşı değerleri arasında çatışmaya mahal vermeyecek, böylece devlet ve millet beraberliğine hizmet edecek bir formül olarak laiklik ilkesinin İstiklal Marşı’nın lafzı ve ruhuyla ifade edilen değerlere aykırı olarak yorumlanamayacağı düzenlenmelidir. Böylece İstiklal Marşı ruhuna ilk günkü kadar ihtiyaç duyduğumuz günümüzde yine aynı değerlere millet olarak daha fazla bağlanma imkânı sağlanacak, aynı değerler konusunda yeni yetişen nesillerimizde farkındalık arttırılmış olacaktır.

Diğer yandan, İstiklal Marşı’nda egemenliğimizin simgesi olan bayrağımızın teminatı olarak gösterilen “ocak” aile kurumudur. BM İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ve Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi’nde de belirtildiği üzere “Aile toplumun en temel ve doğal birimi olup devlet ve toplum tarafından korunma hakkına sahiptir.” Ne var ki, günümüz toplumlarında emperyalist odaklar ve terör örgütleri hedeflerine ulaşmak için aile kurumunun zayıflaması yönünde büyük çalışmalar yürütmekte, aile kurumu korunamamakta, büyük saldırılara maruz kalmaktadır. Aile kurumunu ve başta çocuklar olmak üzere kadın ve erkek bireylerin haklarını tehdit eden ve toplumda şiddetin yaygınlaşmasını artıran hususların başında evlilik dışı birliktelikler, evli bireylerin eşlerini üçüncü kişilerle aldatmaları veya üçüncü kişilerin evli bireyler ile cinsel birliktelikleri ve farklı cinsel yönelim tercihleri gibi hususlar gelmektedir. Bu hususlar toplumsal çürümeyi de hızlandırmaktadır. Evlilik oranlarının düşmesi, boşanma oranlarındaki artış, suç oranlarındaki yükselme, terör örgütlerine katılmadaki artış aile kurumunun korunamadığının birer göstergesi niteliğindedir. Ailenin korunamaması çocuk haklarını, yaşlı haklarını, ebeveyn haklarını, kadın veya erkek aile içindeki her bireyin insan haklarını olumsuz yönde etkilemektedir. Ayrıca artık aile kurumunun ötesinde insan fıtratı, kadın ve erkek cinsiyet kimlikleri de tahrip edilmeye başlanmıştır. Bu da aile kurumunun yanında insan kimliğinin geleceğini tehdit etmektedir. Böylesi bir gelişme bireyi, aileyi, sosyal yapıyı, ülke savunmasını zayıflatacak bir durumdur. Bu nedenle Anayasa’ya aile kurumunu güçlendirecek, anneyi ve anneliği, yaşlıları, cinsiyetlerin sağlıklı gelişimini koruyacak düzenlemeler ilave edilmesi gerekmektedir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.