Dr. Mahmut TOKAÇ

Dr. Mahmut TOKAÇ

Babam Merhum Ahmet Recai Tokaç (Nâm-ı Diğer Terzi Recai)

Bugün 14 Temmuz 2021, Babamın vefatının ikinci sene-i devriyesi. Bu vesileyle daha önce sosyal medya hesaplarımda yaptığım bazı paylaşımlarımdan da alıntılar yaparak Babamı anmak ve dualara vesile olmak istedim.

Merhum Babam Ünye’nin Çakmak köyündendir. Nüfus cüzdanında 1932 yazmasına rağmen 1929 yılında doğduğunu söylerdi. 8 kardeşmişler ama dördü çocuk ya da genç yaşlarda vefat etmişler. Rahmetli Babaannem bu durumu “8 çocuk doğurdum, yarısını babaları aldı gitti, yarısı bana kaldı.” diye anlatırdı. 

Asıl adı Recai olmasına rağmen kendisinden üç yaş küçük kardeşi Ahmet çocuk yaşta vefat edince merhum babası Ali dedem (babamın çok minyon olması dolayısıyla askere daha geç gitsin diye) nüfusa Recai’nin öldüğünü kaydettirip Babamın kardeşi Ahmet’in kimliğini almasını sağlamış. Bu yüzden Babamın adı nüfusta Ahmet iken normal hayatında Recai olarak devam etmiş. Yetişkin olduktan sonra kendisi nüfus kaydına Recai’yi de ilave ettirip Ahmet Recai olmuş. Herkes Recai olarak kullandığı halde kendisi son zamanlarında yeni tanıştığı insanlara adını Ahmet olarak tanıttığı için zaman zaman karışıklık yaşamamıza sebep olsa da sonradan bu duruma bizler de alıştık. Özellikle Başakşehir Devlet Hastanesinde Başhekim olduğum sırada hastane çalışanları kendisine Ahmet Amca diye hitap ettiği dönemde bu alışkanlığımız daha da pekişti. Başhekimlik sekreterimiz ve babamın manevi kızım diye sevdiği Elif hanımın halen babamdan bahsederken gözleri bazen parlayarak bazen de yaşararak Ahmet Amca diye söz etmesi beni duygulandırır.

Çocuk denecek yaşta babasının vefatı üzerine en büyük çocuk olarak ailenin geçimine destek vermek ve bir meslek sahibi olmak amacıyla Çakmak köyünden Ünye merkeze gelip zamanın meşhur terzisi Hüseyin Çataklı’nın yanına çırak olarak girer. Merhum Hüseyin Çataklı babama sadece ustalık değil aynı zamanda babalık da yapar. Aileden biri olarak onun çocuklarıyla birlikte büyür. O yüzden Hüseyin Amca’nın çocukları İsmet, Belgin, Emine, Ayşe ve Ahmet kardeşler babamı abileri olarak severlerdi. Anneleri merhum Hadiye teyzeyi de annesi gibi görürdü Babam. İstanbul’a her geldiğinde; Hüseyin amcanın vefatından sonra İstanbul’a yerleşen aileyi ziyaret eder, çoğunlukla da onlarda kalırdı. Ben de Babamdan aldığım terbiye gereğince Hadiye teyzeyi fırsat buldukça ziyaret etmeye gayret ederdim. Hadiye teyzenin vefatından sonra da ne zaman İstanbul’a gelse özellikle İsmet abi ile Ayşe ablayı ziyaret etmeden dönmezdi. Şimdilerde ben de zaman zaman İsmet Çataklı abi ve Ayşe Çataklı Aytekin ablayı ziyarete gitsem de babamın vefasının yakınından bile geçmem mümkün değil.

Babam Ünye merkezde çalışmaya başlayınca Dedemin vefatından sonra genç yaşta dul kalıp zor duruma düşen Babaannem diğer çocuklarını da alıp Babamın amca kızı ve süt kardeşi Emine halamın ve eşi Eyüp emminin (Babamın hitabıyla Eyüp enişte) Ânasu Mahallesindeki evine yerleşirler. Bu eski iki katlı ahşap ev aslında Babam için hatıraları dolayısıyla son derece önemli bir mekan idi. Babam bir yandan çalışarak ailenin geçimine yardımcı olmakta, diğer yandan kendinden küçük olan kardeşleri Zekai ve Turgut amcalarımı okutmaya uğraşmaktadır. Eyüp emmi ile Emine halam, zaten kendileri üç çocukla zor geçinirken bu şartlar altında evlerini babaanneme ve çocuklarına açarak çok büyük fedakarlık yapmışlardır. Eyüp emmi geceleri fırında çalışıp çoğu zaman evine gelemezken, Emine halam o küçücük evinde birkaç aileye hizmet etmekle meşgul olurmuş. Bu yüzden babam hem Eyüp eniştesine, hem de Emine ablasına karşı son derece sevgi ve saygı duyar, her bayramda büyüklerini ziyaret ederken onları da ziyareti ihmal etmezdi. (Bu vesileyle fedakarlık abidesi Eyüp emmi ile Emine halamı, genç yaşta dul kalmasına rağmen çocukları için köyünden göçmeyi göze alan Babaannemi de hayırla yad etmeyi bir borç bilirim.)

Bu sırada Babam, diğer amca kızı ve sütkardeşi Hayriye halamın beyi Mustafa Varilci amcamızın ağabeyi Ali Nureddin dedemin kızı olan Annemi tanımış ve evlenmişler. Daha önce evlenen Fikriye halam hariç amcamlar ve Babaannem de rahmetli Anneannemin Orta Mahalledeki iki katlı evinin alt katına taşınmışlar. Zekai amcam evlenince Babaannem onunla yaşamaya başlamış. Babamlar aynı bahçeye tek katlı bir ev inşa ederek yeni evlerine taşınmışlar. Ben bu yeni evde dünyaya gelen tek çocukları olmuşum ailemizin.

Babam Ünye’nin meşhur terzilerindendi. Orta çarşıda terzi dükkanı vardı. Çok sayıda kalfa yetiştirmişti. Ünye’deki birçok terzisinin ustasıdır. Daha sonra konfeksiyon tuhafiye dükkanı işletti. İtibarına çok düşkündü. 1978 yılında borçlarını ödeyebilmek için işini küçültmek niyetiyle dükkanı toptan sattı. Aslında daha fazla edebilecekken az bir paraya devredeceği zaman nedenini sorduğumda; “Ben rezil olacağıma malım rezil olsun.” demişti. (Devirden sonra borçlarını ödeyip elinde kalanla daha ufak bir işyeri açmak isterken yaşanan devalüasyonla parasının birden bire aşırı değer kaybetmesiyle işyeri açamayıp bir Anadol marka otomobil alıp onunla ticari taksi işletmeye kalktı ancak o da benzin yoklukları zamanına denk geldiği için o işi devam edemedi. Bir ara kısa süreliğine ekmek fırını işine girdiyse de pek başarılı olamayıp sonrasında kendisini emekliye sevketti.) 

Babamın dükkanı Çakmak köyümüz ve diğer civar köylerin irtibat noktası idi. Çarşamba günleri kurulan pazar dolayısıyla köylüler o gün merkeze gelirler, satacaklarını satarlar, alacaklarını alırlar ve akşama tekrar köylerine dönerlerdi. Bu süreçte bizim dükkan buluşma noktası olurdu. Mektuplar için de bizim dükkanın adresi verilir, herkes kendi mektubunu bizim dükkandan alırdı. Normalde mektupların üzerinde genellikle alıcının adından sonra “A.Recai Tokaç eliyle” ibaresi yazar altta da adres yer alırdı. Bir gün çok ilginç bir mektup geldiğini hatırlıyorum. Bu mektubun adres kısmında ise aynen şöyle yazıyordu: “Ünye’de Terzi Recai eliyle Gelin Bülbül’e verilecek.” (Noktalama ve imlâ bana ait, sanırım hiçbir imlâ kuralına da uyulmamıştı ama bu haliyle mektup bizim dükkana gelmiş ve Babam da o mektubu muhatabına ulaştırmıştı.)

Babamın dükkanı Çapulacılar Arastası denilen mevkide idi. Burada çok güzel komşuluk ilişkileri kurulmuştu. Dindar bir Sünnî olan Babamın yan komşusu Alevî Dedesi Süpürgeci Mahmut Amca, onun yanındaki dükkan komşusu da Ermeni Demirci Murat Usta idi. O yıllarda Ünye öylesine güvenlikli ve huzur dolu bir yerdi ki namaz vakti geldiğinde Babam, önünde gömlekler, yünler dizili olan dükkanının açık kapısına ters çevrilmiş bir sandalye koyar ve camiye giderdi. 

Babam sosyal hizmetlere ve hayır işlerine meraklı yardımsever bir insandı. Annemle birlikte maddi durumu iyi olmayan bir çok kişinin evlenmesine yardımcı olmuşlardı.

Hem maddi hem de manevi eğitime çok önem verirdi. Çocukları olarak bizlerin üniversite eğitimlerimizi almamızı her türlü zorluğa katlanarak sağlamanın dışında birçok insanın da eğitim almasında madden ve manen destek olmuştur. Sadece okullarda okumak isteyenlere değil, Kur’an öğrenmek isteyen, hele de hafız olmak isteyenlere de maddi ve manevi yardımları olurdu. Cenazesi evden çıkarken helallik alınması esnasında duayı yapan Çakmak köyümüzdeki kapı komşumuz Tokaçoğlu Ahmet Amcanın oğlu Zekai hoca; “Şimdiye kadar kimsenin bilmediği bir gerçeği burada ilk defa açıklıyorum, biz iki kardeş hafızlık öğrenmek için kursa gittiğimizde birimizin ücretini Recai amca karşılamıştı.” diyerek bu konudaki bizim bile bilmediğimiz bir durumu dile getirmişti. 

Hak hukuk konularında çok hassas davranırdı. 4 çocuğunu da bu hususta hassas yetiştirmiştir. “Kardeşin bile kardeşe gönül rızasıyla verdiğinden gayrısı haramdır.” der ve amcamızın bahçesinden bile izinsiz bir şey almamamız konusunda bizi sürekli tembihlerdi. 

Akraba ziyaretlerine çok önem verir ve bizleri de alarak büyükleri ziyarete giderdi. Bayramlarda kendinden büyük tüm akrabalarını mutlaka ziyaret ederdi. 

Dindar bir insandı. Ehl-i tasavvuf idi. Sivaslı İhramcızade İsmail Hakkı Toprak hazretlerinden feyz almış idi. Farz ibadetlerin yanında elinden geldiğince nafile ibadetler de yapmaya gayret ederdi. Ulaşımın kolay olmadığı dönemlerde atlarla İhramcızade’yi ziyarete Sivas’a giderlermiş. Bununla ilgili değişik menkıbelerini dinlemiştim. İhramcızadenin vefatından sonra geleneğini devam ettiren Çarşambalı Ali Osman Efendiye intisab etmişlerdi. Vekale adını verdikleri mekanlarında Pazartesi ve Cuma geceleri (Pazar ve Perşembe günlerinin akşamı) hatmelere mutlaka iştirak ederdi. Hatmeden sonra sohbet edilir ve bu esnada çokça çay içilirdi. Bu yüzden kendilerine çaycılar diye lakap takılmıştı. Sohbeti engellememesi için de kaşık kullanılmaz ve çaylar kıtlama denilen usulle içilirdi. 

Halamın kızı Rümeysa’nın kaydettiği videoda Babam, kendinden üç yaş büyük olup 18 yaşında iken vefat eden abisinin ne kadar ibadetlerine düşkün olduğundan, kışın karı ayaklarıyla düzleyip kar üzerinde namaz kıldığından bahsederken Rumeysa Annesinin (yani Babamın 2 yaş küçük kız kardeşi rahmetli Fikriye halamın) Babamdan bahisle “Recai’nin namaz borcu yoktur.” dediğini aktarınca son derece tevazu içinde “Çok şükür Allah’ıma, elimden geldiğince...” dediği görülüyor. 

Gerçekten ben Babamın namaza ne kadar düşkün olduğunun şahidiyim. Vakit namazlarını camide cemaatle kılmaya özen gösterirdi. Sesi ve makam bilgisi iyi olduğundan ara sıra camide müezzinlik yaptığı da olurdu. İyice güçten düşüp camiye gidemez hale gelinceye kadar vakit namazlarını camide kılmaya devam etti. 

Camiye gidemediği dönemde evde namaz kılarken de dikkat ettiği bazı hususlar vardı. Örneğin yakındaki camilerden ezan sesi duyulsa bile o evde kendi ezanını mutlaka okurdu. Bazen evde birlikte cemaatle namaz kılacağımız zaman ben sünnete duracak olsam “Önce ezan sünnetleyelim.” der ve ezan okurdu. Namazı mutlaka başında takke ile kılardı. Akşam ve sabah namazlarının sonunda Haşr suresinin son ayetlerini (Hüvallahüllezi diye başlayan mihrabiyeyi), yatsıdan sonra ise Bakara suresinin son ayetlerini (Amenerrasulü diye başlayan mihrabiyeyi) okumayı ihmal etmezdi. Pazartesi ve Cuma geceleri Mülk suresini (Tebareke) okurdu.

Yatarken abdestli olmaya özen gösterir, imkanı olmazsa duvardan teyemmümle abdest alır öyle yatardı. 

İnsülin kullanmaya başlayıncaya kadar Ramazan oruçlarının haricinde Pazartesi ve Perşembe günlerini oruçla geçirirdi. Ayrıca kameri ayların 13, 14 ve 15’inde (Eyyam-ı biyz yani beyaz/aydınlık günler) oruç tutardı. 

İkinci Dünya Savaşının yokluk yıllarını yaşadığı için her konuda tasarrufa son derce riayet ederdi. Hiçbir şeyi israf etmediği gibi abdest alırken de suyu israf etmemeye özen gösterirdi.

Merhum Babam tüm hayatı boyunca Kur’an-ı Kerim’i kendisine rehber ve yoldaş etmişti. Hastalık harici hiç ihmal etmeden geceleri teheccüd namazına kalkar ve sabah namazının vakti girinceye kadar Kur’an okurdu. 

Kur’an okumayı bazıları hafife alıp, anlamadan okumanın hiçbir faydasının olmayacağını iddia ediyorlar. Babam Arapça bilmezdi. Meal ya da tefsir de okuduğunu da görmedim. Ancak sohbet kültürüyle yetişmiş olan Babamın, Kur’anın ahkamına hakimiyetinin derinliğine şahidim. O Kur’anı ibadet kastıyla okuyordu ki elhak ibadet sevabı aldığına da eminim. 

Burada bir anekdotu aktarayım. Merhum Fethi Gemuhluoğlu anlatıyor: Birgün bakmış anası evde bir şeyler yapıyor. Çok güzel İstanbul Türkçesi konuştuğu halde Anasıyla konuşurken kullandığı yerel ağızla “Ana n’apirsan?” diye sormuş. Aldığı cevap muhteşem: “Çağam, ben cahalam. Okumam yazmam yok. Kur’anı okuyamiram. Bu dal parçasıyla Kur’anın üzerinden geçiram, belki Allah bana hatim sevabı vere.” İşte dönemin şartları dolayısıyla eğitim alamadığı için bizim cahil sandığımız ama irfan sahibi bir Anadolu kadını. 

Babam da o Anadolu irfanına sahipti. İbadet kastıyla anlamadan okuduğu o Kur’anın ahkamını hem biliyor hem de uymaya gayret gösteriyordu.

Babam benim manevi eğitimime de çok önem verir ve beni yazları mahallemizdeki camideki yaz Kur’an kursuna gönderirdi. Babamın bana Kur’an okumayı öğretmesinin ve bazı sureleri ezberletmesinin hikmetini vefatı öncesinde yaşadıklarımla daha iyi anladım. Babamın iki ayı aşan hastane sürecinde olabildiğince yanında olmaya gayret ettim. Gayret ettim diyorum çünkü bu iki ayın bir haftası dışındaki dönemler yoğun bakım servislerinde geçtiği ve oralarda sadece kısıtlı zaman dilimlerinde bulunabildiğim için çok fazla birlikte olamadık. En uzun birlikteliğimiz Samsun Eğitim Araştırma Hastanesinde servise çıktığı dönem olmuştur ki üç gün boyunca tüm zamanımızı birlikte geçirmiş olduk. Doya doya birbirimizle sohbet ettiğimiz üç gündü. Sonraki gün Ablam ve Abime nöbeti bırakıp aile efradımı almak üzere İstanbul’a geldim. Döndüğümde solunumu bozulan babam tekrar yoğun bakıma alınmıştı. Bu sefer yoğun bakımdan çıkamadı ve bir daha bilinci açılmadı ne yazık ki. Samsun’dan İstanbul’a naklettik. Önce bir süre Medipol Yoğun Bakımda ve sonrasında Başakşehir Devlet Hastanesi Palyatif Bakımda tedavisi devam etti. Solunumu tekrar bozulduğu için alındığı Başakşehir Devlet Hastanesinin yoğun bakım servisinde bir hafta sonra vefat etti. Burada iken eski başhekimi olmamın da etkisiyle ve izole odada olması vesileyle daha fazla yanında olup Kur’an okudum. Cuma günü öğleden sonra genel durumu bozulunca hastanede kalmaya ve daha çok Kur’an okumaya başladım. 14 Temmuz Pazar günü sabahı genel durumu daha da bozulunca hem Kur’an okuyor hem de arada dudaklarını zemzem ile ıslatıyordum. Saat 10’a doğru solunumu ve nabzı iyice yavaşlayınca Kur’an’a bakarak okumak yerine ezberden Yasin okumaya başladım. Yasin bittikten sonra Kur’an’ın son üç suresi olan İhlas, Felak ve Nas surelerini peşlerinden Itri’nin segah tekbirini getirerek okudum. Son tekbiri getirirken sol gözünden bir damla yaş gelen babam ruhunu teslim etti. Miladi takvime göre 90, Hicrî takvime göre 93 yıllık dünya macerasını noktalayıp çok sevdiği Rabbine yine çok sevdiği Kur’an tilaveti eşliğinde kavuşmuş oldu. 

15 Temmuz Pazartesi günü Ünye’de Büyük Camide kılınan cenaze namazı sonrasında Çakmak köyündeki aile kabristanımızda ebedi istirahatgâhına tevdi edildi. Rabbim gani gani rahmet eylesin. Sizlerden de merhum Babamın ve tüm geçmişlerimizin ruhları için birer Fatiha istirham ediyorum.

 

Babam ve Siyaset

Siyasetle de yakından ilgilenirdi. MSP’nin Ünye teşkilatının kuruluşunda aktif rol oynamıştı. Ben o yıllarda henüz 10 yaşında olduğum için pek farkına varmasam da Babamın dükkanında şekillenen bu oluşuma tanıklık etmişimdir. Ancak o yaşımda anlayamadığım bir husus vardı. Partinin yayın organı Milli Gazete’de MSP Genel Başkanı olarak Süleyman Arif Emre adı geçerken Babamın elinde Necmettin Erbakan portresi gezerdi. Bunun Necmettin Erbakan’ın o dönemde kapatılan Milli Nizam Partisi dolayısıyla yasaklı olmasından dolayı olduğunu yıllar sonra ancak öğrenebilecektim. 

Ağzından küfür ya da kaba söz duyamayacağınız Babam, konu MSP ve Erbakan olunca “Mason, Komünist, Yahudi” gibi sözleri sıralamaya başlardı. Bunu bilen akraba ve dostları Babamı kızdırmayı çok severler ve kasden Erbakan’a laf atarlar, Babam da onlara söylenir dururdu. Bunlardan biri de Dr. Selahattin Semiz’in eniştesi merhum Adnan Somuncu abimizdi. Selahattin’le birlikte evimizin altında işlettiğimiz kliniğimizde, camiden dönen Babamı karşıdan gören Adnan abi, bize hitaben onun duyacağı şekilde “Şu Erbakan yok mu?” der demez Babam bütün laflarını saymaya başlardı. 

Bir seferinde Babamla birlikte arkadaşlarıma ziyarete gitmiştik. Orada arkadaşlarımca yapılan eleştirilere ben de katıldığım için bana küsünce derhal özür dileyip gönlünü aldım ve bir daha yanında bu tarz eleştiriler yapmamaya gayret gösterdim.

Gerçi Akparti kurulduktan sonra Erdoğan’ı desteklediği için eski arkadaşları ile arası açılmıştı. Ben de şaka yollu eski sözlerine gönderme yapıp; “Baba, sen mason olmuşsun.” dediğimde “Yok öyle değil.” diyerek cevap veriyordu.

 

 

Babamdan vecizeler:

- “Kardeşin bile kardeşe gönül rızasıyla verdiğinden gayrısı haramdır.”

- “Elmayı soy da ye / Armudu say da ye”

- “Ye yağlıyı iç suyu olsun bal / Ye tatlıyı iç suyu olsun yal” 

- “Tekirdağ arpalık eğer saban yürürse 

Her dereye bir değirmen eğer suyu gelirse 

Her komşudan bir tavuk eğer komşu verirse 

Bu gidişat güzel gidişat eğer sonu gelirse”

- “Hakkı üçtür, içmeyen puşttur.” (çay hakkında)

- “Yemekten sonra ya kırk adım at ya da sırt üstü yat.”

- “Ben rezil olacağıma malım rezil olsun.”

 

Sivas’a İhramcızade’yi ziyarete gidiş hatıraları: 

- “Yolda bir gece molasında arkadaşlarından birisini atları beklemesi için nöbetçi bırakıp yatmışlar. Nöbetçinin uykusu gelmiş. ‘Mübarek bir zatı ziyarete gidiyoruz. Nasıl olsa bir şey olmaz.’ deyip uyumuş. Sabah atlara binip Sivas’a vardıklarında İhramcızade’nin elini öperlerken, İhramcızade uyuyan nöbetçinin kulağına eğilip usulca: ‘Bize bu gece iyi at beklettin.’ demiş.

- “Yine bir seferinde bir dut (ya da kiraz) ağacının altında mola verip namaza durmuşlar. İmam olan ve muzipliğiyle meşhur arkadaşları selamdan sonra tekrar secdeye gitmiş. Arkadaki cemaat de sehiv secdesi niyetiyle secdeye varmışlar ama bir türlü secde bitmemiş. Acaba öldü mü diye başlarını kaldırdıklarında imamın ağaçta olduğunu görmüşler. 

Babamdan Fıkralar:

- “Kulakları iyi işitmeyen birisi bir arkadaşının hasta olduğunu öğrenince ziyaretine gitmeye karar vermiş ancak işitmediği için ne konuşacağını kafasında şöylece planlamış: Ben ona ‘Nasılsın?’ diye sorarım, o ‘İyiyim’ der, ben de ‘Ne âlâ’ derim; ‘Ne yiyip içiyorsun?’ derim, o bir gıda söyler, ben de ‘iyi gıda’ derim; ‘Doktorun kimdir?’ diye sorarım, o ‘Filanca doktor’ der, ben de ‘İyi doktordur’ derim. Ve ziyarete gitmiş. ‘Nasılsın?’ diye sorunca arkadaşı ‘Çok kötüyüm’ dediği halde duymadığı için ‘Oh, ne âlâ’ demiş. ‘Ne yiyip içiyorsun?’ sorusuna ‘Zehir’ cevabı almış ama bizimki ‘Oh, ne güzel gıdadır’ demiş. ‘Doktorun kimdir?’ sorusuna ‘Azrail’ cevabını verince de yine duymadığından ‘Oh, maşallah, çok iyi doktordur’ deyince arkadaşı sinirlenip kovmuş.”

- “Hz. Ali efendimiz yemekten sonra mutlaka kısa bir süre sırt üstü yatarmış. Bir gün tam yemeği bitirip yatacakken Rasulullah (as) efendimizin kendisini çağırdığı haberi gelince bir yandan yatarken bir yandan da ‘Yâ Fâtımâ, ayakkabımı çevir.’ diyerek çok kısa da olsa bu alışkanlığını terk etmemiş.”

Babamın Kur’anı ve Arasında Bulduklarım

1.jpg

Resim 1- Babamın Kur’anı: 

Fotoğraftaki Kuran Babamın en son ana kadar okuduğu Kur’anı. Yıpranmışlığından ne kadar çok okuduğu anlaşılıyor. Üstelik bundan önce okumakta olduğu kaç Kuranı daha vardı bilemiyorum. Babam son hastalığı nedeniyle Samsun’da ameliyat olup hastanede yattığı sırada hatimini bitiremediği için üzüntüsünü bildirmiş ve hatmini benim tamamlamamı istemişti. Cenaze için Ünye’ye gittiğimizde Babamın vasiyeti yerine geçecek bu isteği aklıma geldi ve onun tamamlanamamış hatmini tamamlamak üzere Kur’anını aldım. İşte o okunmaktan yıpranmış mushaf o Kur’andır. 24. Cüzün başında üzeri yazılı bir kağıt vardı ki kaldığı yer olduğunu düşünüp oradan Babamın hatmini devam ettirip tamamladım.

2.jpg

Resim 2- Kırıntılar: 

Babamın yaklaşık 15 yıldır devam eden ve bir türlü çözüm bulamadığı bir rahatsızlığı vardı. Genzinde bir akıntı hissi oluyordu ve bunu gidermek için de burun akıntısı olan birisinin burnunu çekmesine benzer bir hareket yapmak zorunda kalıyordu. Özellikle abdest aldığı zaman bu hareket başlıyor ve oldukça gürültülü bir şekilde oluyordu. Yanındakileri rahatsız etmemek için bulduğu yöntem sert bir şeyler yemekti. Bunun için yanında yöresinde ya galeta ya da sertleşmiş ekmek parçaları olur ve bu hareket başladığında hemen ağzına atardı. Özellikle gece namazına kalkıp abdest aldığında bu hareket daha çok olmaktaydı ve gecenin sessizliğinde hem evdekileri hem de komşuları rahatsız etmemek için o sert şeylerden daha çok yemek ihtiyacı duyardı. Teheccüd sonrası Kur’an okurken de bu ihtiyacı olduğu için ara ara ağzına bunlardan atardı. İşte Kur’anının hemen hemen her sayfasında görülebilen bu kırıntılar bundan dolayıdır.

3.jpg

Resim 3- Takvim Yaprağı ve Dualar: 

Nden çıkanlardan en dikkat çekeni Bakara 186. Ayetin yer aldığı takvim yaprağı parçası. Duanın önemini anlatan ayetin anlamını ne kadar iyi idrak ettiğini namazlardan sonra tesbihat ve duaya olan düşkünlüğünden anlıyorum.  

Bir diğerinde kendi el yazısı ile iki dua var. Alttaki Nuh (as)’ın gemiye binerken yaptığı dua. Deniz yolculuklarında yapılması tavsiye edilir. Hud suresinin 41. Ayetidir. 

41: (Nuh) dedi ki: “Binin (geminin) içine. Onun akıp gitmesi de, (demir atıp) durması da Allah’ın adıyladır. Şüphesiz ki Rabbim çok bağışlayan, çok merhamet edendir.”

4.jpg

Resim 4- Yolculuk duası: 

Babama yolculuğa çıkarken dua niyetine okunan ayeti kerimelerin (orijinalini güzel yazamadığım için) latin harfleriyle okunuşunu yazdığım küçük not kağıdını, babam (muhtemelen arabasını sattıktan sonra) hatıra olarak Kur’an’ının içinde saklamış. Ondan devraldığım yerden hatmini tamamlarken tevafukan bu ayetlerin yer aldığı Zuhruf suresi denk geldi. Ben de o ayetlerle benim yazdığım okunuşunu birlikte görüntüledim.

Aslında dua 13. Ayetin sonunda dua olarak zikredilen “Bunu, bizim hizmetimize veren (Allah’)ın şânı pek yücedir. Yoksa biz buna güç yetiremezdik.” bölümü ile o duanın devamı niteliğindeki “Ve elbette biz Rabbimize döneceğiz.” şeklindeki 14. Ayetten oluşuyor. Mealinin daha iyi anlaşılabilmesi açısından Feyzü’l-Furkân’dan 12. Ayetten itibaren aşağıya aldım:

12. O (Allah) ki bütün çift (ve çeşit)leri yaratmış, (denizde) gemilerden, (karada) hayvanlardan binekler var etmiştir.

13. Ta ki (üzerlerine ve) sırtlarına yerleşesiniz, sonra üzerlerine (binip) yerleştiğiniz zaman, Rabbinizin nimetini düşünesiniz ve diyesiniz ki: “Bunu, bizim hizmetimize veren (Allah’)ın şânı pek yücedir. Yoksa biz bun(lar)a güç yetiremezdik.”[1] [bk. 16/7; 23/21-22; 40/79-81]

14. “Ve elbette biz Rabbimize dön(üp gid)eceğiz.”

5.jpg

Resim 5- Babamın Evradı 

Muhammed Bahaüddin Şah-ı Nakşıbend tarafından telif edilen diğer bir evradı. Hicrî 1404 Miladî 1984 yılına ait

6.jpg

Resim 6- Adına yazılmış evrad:

Muhtemelen bizzat İhramcızade merhum tarafından babama özel olarak 1961 yılında yazılmış bir Evrad. Okunmaktan iyice yıpranmış ve kenarları tamirat görmüş. İlk sayfasında “Ünyeli Recai Terzi” yazıyor. 115 sayfa.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum