Recep KOÇAK
Bayburt’tan Avustralya’ya uzanan iyilik yolculuğu
Bayburt’tan Avustralya’ya uzanan iyilik yolculuğu
Merhum Prof. Dr. M. Es’ad Coşan Hocamız vefatından 10 yıl önce İskenderpaşa Camii’nde Ramuzü’l-Ehadis dersi sırasında kaderle ilgili bir hadis-i şerifin izahını yaparken şunları söylemişti;
"Bir insanın rızkı, eceli, nerede öleceği bu Allah'ın hep bildiği, yazdığı, kader, mukadderat, alnının yazısı... Yani, Hindistan'da ölmeyi murad etmişse; Hindistan'dan bir davet çıkar oraya gider. Şimdi ben, coğrafya kitaplarında görüyordum Avustralya'yı... Ne param yeter, ne aklımın köşesinden geçer Avustralya'ya gitmek. Bizi oradaki arkadaşlarımız çağırdılar; 'Aman Hocam, konferans var, üniversitede eğitim var, seminer var, bilmem ne... ' 'Gelemem, edemem. '… Kalkıyor gidiyor insan oraya. Yani, eceli oradaysa diyecekler ki: 'Esad Hoca Avustralya'ya gitti, vefatı oradaymış!' diyecekler; öyle olacak! Allah cümlemizi sevdiği bir kul olarak, sevdiği bir işi yaparken, hayır üzerindeyken, canımızı alsın... "
Hocaefendi’nin Ankara İlahiyat’tan öğrencisi Mehmet Ali Torlak Ağabeyin uzun yıllar önce gittiği Avustralya’daki hizmetleri devam ediyor. Hocaefendi’nin Avustralya’ya gitmesine vesile olan hizmetleri ve irşat çalışmalarını da Torlak Ağabey başlatıp belli bir noktaya getirmişti. Sonra da merhum Hocamızı oradaki hizmetlerin daha de geliştirilmesi için davet etti. Hocamız dünyanın çok farklı coğrafyalarına irşat çalışmaları için gidip konuşmalar yaptı, eğitim kamplarına katıldı ama yurtdışında vefatına kadar en uzun süre kaldığı ülke Avustralya’dır. Yapımına ve kemale ermesine büyük emek verdiği bir caminin açılışına giderken trafik kazası süsü verilmiş bir suikastle şehadete erdi.
Hocamızın öğrencisi Mehmet Ali Torlak’ın Ankara İlahiyat’a kadar varan eğitim yolculuğunun ilk durağında ilkokul öğretmeni olarak Ahmet Dinç Hocamızın önemli rolü, kararı ve emeği var. Ahmet Dinç Hocamızın “Hayatım ve Prof. Dr. M. Es’ad Coşan Hocamla Anılarım” kitabı ile memleketim Çorum’da geçtiğimiz Temmuz ayında karşılaştım. Dayımın oğlu Mustafa önce kitabın kapak fotoğrafını gösterdi, “Bu kitaptan haberiniz var mı*” diye sordu. Ben baktım, “Ahmet Dinç Hoca’yı hatırlıyorum. Emekli öğretmen. Oğlu Abdullah’la iş hayatım ilk yıllarında Ankara’da tanışmıştım. Abdullah liseyi henüz bitirmişti. Hatırladığım kadarıyla üniversite imtihanlarına hazırlanıyordu. Bu kitabı daha önce görmedim” dedim. Kendisi de bir öğrenmen olan Mustafa, “Size getireyim okursunuz” dedi. Sağ olsun getirdi. Kitabı okuyup geri gönderdim.
Kitaptaki isteme adresi kısmında yer alan bilgilerden yola çıkarak Ahmet Dinç Hocama ulaştım. Konuştum. Kitaptan edindim. Oğlu Abdullah bir süre önce ellili yaşların başında vefat etmiş. Allah rahmet eylesin.
Kitabın ilk sayfalarından bir bölümü çok az düzeltme yaparak dikkatinize sunuyorum. Konuşma üslubuyla hazırlanmış kitapta çok etkileyici iyilik hikayelerinin iç içe geçtiğini gördüm.
Sizlere takdim edeceğim kısmı bir solukta okuyacağınızdan eminim. Devamı için kitabı edinmenizi öneririm. Hocanın adresini yazının sonunda vereceğim.
Yazının sonunda bir de link bulacaksınız. Oradan da Mehmet Ali Torlak Ağabeyin Kon TV’deki bir programda yaptığı konuşmayı ve İskenderpaşa etrafında devam eden hizmetlere ve hocalarımıza dair verdiği önemli bilgileri bulacaksınız.
Sizleri Ahmet Dinç Hocamızın satırlarıyla baş başa bırakıyorum:
HAYATIM VE ANILARIM
1939'da Konya'nın Akören ilçesinde doğdum. İlkokulu evimizin bitişiğindeki ilkokulda bitirdim. Üç yıl Kur'an kursunda okudum ve babamın marangoz dükkânında çalıştım. Tahsil yapmama babam İzin vermedi. Ben de köyden şehre giden bir kamyona kaçak olarak bindim, Konya'ya gittim. Akrabalarımdan birisi bir caminin hücresinde kalıyordu. Beni yanına almaya söz verdi. Ben de oraya vardım, Konya İmam Hatip Okulu'nun yanındaki Kur’an Kursu'na yazıldım.
Hüseyin Tekinbaş hocamdan Kur’an-ı Kerim'i, Hakkı Çimili hocamdan da kıraat, tecvit ve sureleri okudum. Sene sonunda hafızlık yapacakları tespit etmişler. Benim hafız olamayacağım kanaatine varmışlar. Hüseyin Tekinbaş hocam hademeyi çağırdı. Beni İmam Hatip okuluna yazdırmaya gönderdi. Ben, "Olmaz” dediysem de kızdı. Allah'ım ondan razı olsun. Valilik oluruyla İmam Hatip Okulu'na kayıt yaptırdım.
Hüseyin Tekinbaş hocam basiretli bir Allah dostu imiş, benim vaktimi hiç boşa geçirmeden değerlendirdi. O vakitlerde bazı hocaların da birtakım gençlerin istikbaliyle oynadıklarını gördüm. Öğrenciyi iyi teşhis edip okuyacaksa okullara yönlendirmeli, yoksa sanatkâr etmeli. Bu yüzden Hüseyin hocamı takdir ederim, her gün ona dua ederim, Allah'ım onu Habibine komşu etsin.
İmam Hatip Okulu'nda birinci dönemin sonunda karneyi aldım. Altı tane dersten zayıfım vardı, ikinci karnede zayıflan kurtardım. Şubat tatilinde babama karnemi gösterdim. Babam: "Ne ülen, Kur'an Kursu'nda karne de mi veriyorlar?” dedi. "Yok, baba ben İmam Hatip Okulu'nda okuyorum” deyince bana kızdı. "Sen nerelerde geziyorsun” dedi. "Yok baba, beni hocam yazdırdı” dedim. Karnemdeki zayıfları görünce yine kızdı. "Bunlar da ne?” dedi. "Baba, o, birinci karne idi, işte ikinci karne, bak zayıfların hepsini kurtardım” deyince İmam Hatip Okulu'nda okumama razı oldu.
Orta ikinci sınıfta bir kız ile nişanlandım. Nişanlım, üç ay sonra beni beğenmedi, ayrıldı. Ben de beni beğenmedi diye çok üzüldüm, okulu boşladım. Yüzükoyun evde yatıyordum. Babam, "Bu ince hastalığa (vereme) yakalanacak! '' diye üzülüyormuş. İmam Hatip Okulu'nun son sınıfında arkadaşının oğlu Halil İbrahim Gültekin'i görmüş, onu çağırmış, ona nişanlım hakkında bilgi vermiş. Abi beni çok severdi. Onu bana göndermiş, O geldi. Bana: "Kalk ülen kalk” dedi. Beni zorla kaldırdı. Dağa doğru yürüdük, bana soruyor. "Sen okulu neden boşladın.” Ben cevap vermiyorum. Kendisi cevaplandırıyor. "Haaa! Havana seni beğenmediği, ayrıldığı için mi?” Yine cevap vermedim. "Peki, bu seni beğenmeyen nişanlın güzel miydi bari?” Yine cevap vermedim. "Yok ülen, yüzünde çil ve sarı benekler var” dedi. "Peki bu nişanlın zengin miydi bari?” Yine cevap yok. "Zenginliği de yok, semerci Tevfiğin kızı. Peki kızın tahsili var mı bari?” Yine cevap vermedim. "Tahsili de yok. Peki okuma yazma biliyor mu bari?” Yine cevap vermedim. "Elifi görse mertek zanneder. Sanatı mesleği veya bir hüneri var mı bari?” Ona da cevap vermeyince. "Ulan sen öküz müsün, böyle birine gönlünü nasıl kaptırdın? (Benim gözümle bakmıyor ki.) Senin baban zengin adam, sen kimi beğenirsen onu sana alır. Aklını başına topla serseriliğe yer yok” dedi. Beni ikna etti. "Gel gidelim okuluna başla” dedi.
Beni okula götürdü, vardık ki, devamsızlıktan sınıfta kalmışım. Eğer on gün rapor alsak kurtulurmuşum. Bilen yok ki, böylece bir senem öldü gitti.
Bu nişanımı bozmakta eli olanların hepsinden Rabbim razı olsun, Ayrılan nişanlım 7-8 sene yatak hastası olmuş, beyi de iyi bakmış Allah ondan da razı olsun. Öleli de 5-6 sene olmuş. Yanımda olsaydı, çok beceriksiz biriyim bakamazdım.
Aklıma ne geldi. "Sizin hayır dediğinizde şer, şer dediğinizde hayır olabilir.” Çok doğru bir söz.
Lise birinci sınıfta evlendim. Okula devam ederken çocuklarım vardı. Benim 9 çocuğum oldu, 6'sı sağ, ikisi erkek dördü kız. Bu arada Akören Kültürspor'u kurduk, yöneticiydim. Hanımı eve kilitler, maçlara giderdim. Sabahleyin ders çalışmadan okula giderdim. Okulu boşlamayı düşündüm. Altıncı sınıfta kaldım. Önce beraber oturduğum benden üç devre evvel okuyan Ali Osman Ceylan imamlık yapıyordu, geldi. O "Şurada iki senen kaldı, hayatını öldürme okulunu bitir” dedi. 1964-1965 eğitim öğretim döneminde okuldan mezun oldum.
TEPEKÖY'E VEKİL ÖĞRETMEN OLDUM
Çok çalışıyordum. Bu köy Konya'nın sürgün yatağı bir yer imiş. Solcu bir müfettiş geldi, üç ayda çocukların hepsini okuttum. Müfettiş sınıfı çok beğenmiş. Bana, "Sen öğretmen okulunun fark derslerini ver öğretmen ol” dedi. Pek aldırmayınca, "Ben kitaplarını tedarik ederim” dedi. Öğretmenliği düşünürken, Kazım Karabekir’de imamlık açıldı, oraya tayin yaptırdım.
Bu arada, Ali Osman Ceylan'la tekrar görüştük. O bana, "Sen şu öğretmen okulunun altı fark dersini ver, sen onları bir seferde verirsin” dedi. Bana bir gaz verdi. "Hem askerliği dört ay yapacaksın, yirmi ay da maaş alacaksın, hem de çor çocuğun yanında olacaksın, Abdullah amcanın eline bakıp durma. Akıllı ol” dedi ve beni ikna etti.
Konya Kız Öğretmen Okulu'na müracaat ettim, beş dersi verdim, Eğitim psikolojisi dersinden kaldım. Oradan bir öğretmen beni çağırdı. "Bu başmuavin İmam Hatipli’ye buradan diploma verdirmez. Kaydını Akşehir'e nakil ettir” dedi. Öyle yaptım ve oradan mezun oldum. (Yaptırmayan arkadaşlar mezun olamadılar.) Allah'ım, o öğretmenden de razı olsun.
GÜMÜŞHANE'YE ÖĞRETMEN OLDUM
Ermenek ilçesinin Aşağı Çağlar köyüne tayinim çıktı, altı ay öğretmenlik yaptım. Oradan da Isparta Er Eğitim Merkezi'nde dört ay eğitim yaptım. Oradayken arkadaşlar çok yalvardılar. Abi gel, burada 9 ay eğitimden sonra "İstediğimiz yere tayin olacağız” dediler. Ben, "Yok olmaz tayinim nereye çıkarsa oraya gideceğim” dedim. Bunu da neden dediğimi bilmiyordum.
Sonra, Gümüşhane il emrine tayin edildim. Cumartesi öğleden sonra oraya vardım. Çocuklarımı otele koydum, dışarıya çıktım. Gezerken Ahmet Hoca! Ahmet hoca! diye bir ses geldi. Ses tanıdığım bir ses, baktım ki, benden üç sene önce mezun olan Ali Rıza Kırboğa abim imiş. Hoş beşten sonra, "Hayırdır, neden buralardasın?” dedi. Ben, "Buraya il emrine tayin oldum” dedim. "Çok güzel, Milli Eğitim Müdürü Konyalı. İmam Hatip Okulu Müdürü buralı. Ben de İmam Hatip'te Müdür Yardımcısıyım. Tayinini buraya yaptırırız, akşamları da beraber otururuz' dedi. Ben yine "Yok, benim tayinim nereye çıktıysa ben oraya gideceğim” dedim. O da "Bak, burası Konya değil. Burada kuş uçmaz kervan geçmez yerler var. Ayda bir bile şehre inemezsin. Onda da kızaklarla gideceksin” dedi. Ben yine, "Olsun” dedim. Adam şaşırdı. "Kardeşim senin şuurun yerinde mi?” dedi. Ben, "Abi sen benim yerimi bir öğreniver” dedim. "Allah, Allah” diyerek gitti, sonra geldi. "Bayburt'un Toronsos köyü. Gene bir düşün” dedi. "Abi ben oraya nasıl gidebilirim?” dedim. Bir minibüs varmış onu buldu, bizi minibüse bindirdi. Bayburt'a vardık. Köyün açık bir kamyonu varmış, bulduk bindik. Kamyonla bir buçuk saatte köye vardık.
Köyün camisi var ama minaresi yok! "Alevi köyüne mi düştük?” dedim kendi kendime. Trende giderken: "Şurası Alevi köyü” derlerdi. "Nereden bildiniz?” derdim. "Minaresi yok. Onların köyünde minare olmaz” derlerdi.
Meğerse bizim köy, Alevi köyü değilmiş. Yirmi ay orada kaldım. İkinci yıl Kurban Bayramı’na birkaç gün kala muhtar bize geldi. "Hocam bu yıl kurban derilerinin parasıyla bir hoparlör alalım da şu selvi kavağa takalım. Ezan sesi şu dereyi sallasın.” dedi. Ben de "Olmaz, Mehmet abi” dedim. O da "Niye?” dedi. "Bak bu köye bir minare yaptıralım” dedim. "Hocam, Hart nahiyesinde yaptırdılar. Elli üç bin liraya mâl olmuş. Biz nasıl yaptıralım” dedi. Ben, "Bu köy kaç hane?” dedim. "Yetmiş üç hane” dedi. "Bunların altmış beşinden birer koyun alabilir miyiz?” dedim. "Hocam fazla bile alırız” dedi. Ben de "Tamam öyleyse yaptırırız” dedim. Muhtar, “Hoca herhalde Konya'dan para getirecek” zannetmiş.
Pazartesi günü Bayburt'un pazarı idi oraya gittim. Bir minare ustası aradım, bir kahvede buldum. Ustaya öğretmeni olduğum köyün camisinin bulunmadığını, minare yaptırmak istediğimizi, bize yardımcı olmasını teklif ettim, bir türlü kabul ettiremedim.
Bunun üzerine çok üzüldüm. Çıkmak için ayağa kalktım, ellerimi havaya kaldırıp yüksek sesle: (o sırada kahvede insanların çoğu oyun oynuyordu) "Ey Allah'ım ben Konya'dan geldim, Toronsos köyüne İslam'ın sembolü olan minareyi yaptırmak istiyorum, ustaya Cennet minderi atıyorum, ama usta istemem diye minderi tekmeliyor. Sen şahit ol!” dedim.
Ağlayarak kapıya yürüdüm. 3-4 adım attım usta, "Hoca, gel, gel” diye bağırdı. Döndüm yanına vardım.
"Hoca beni can evimden vurdun. Tamam yapacağım. Amma, isteklerimin hepsini tam isterim, aksaklık istemem. Bir kamyon deniz kumu, şu kadar da demir alacaksınız. Bize kalacak yer, üç öğün de boğazımıza bakacaksınız. İşimiz bitince de paramızı tam isteriz” dedi. Ben, "Pekiyi, tamam ustam kabul, her istediğini yerine getireceğim” dedim. Usta, "Öğretmen çok zengin birisi her halde ki, hiç pazarlık etmedi, şartlarımın hiçbirine de itiraz etmedi” diye düşünmüş. Ben Konya'ya döndükten sonra, "Konyalıdaki cesareti gördünüz mü? Niyetin halis olursa Allah'ın hiç umulmayan yerden kapıları açtığına ben şahit oldum” demiş. Sonra bana anlattı.
Ustanın bizden istediği temini en zor şey, deniz kumuydu. Bizim köyün yaylasını kiralayan, Trabzonlu Temel Ağa'nın temin edebileceğini düşündüm. Beni çok severdi, eski öğretmenler namaz kılmazlarmış, beni namaz kıldığım için severmiş. Temel Ağa'ya dedim ki, "Senden bir ricam var, yapar mısın Temel Ağa?” "Hay hay, emret hocam, Allah'ın izniyle senin için yapamayacağım şey yok!” dedi. Ben, "Öyleyse, bana bir kamyon deniz kumu getir. Paranı da getirince vereceğim” deyince şaşırdı. "Anladım hocam da sana deniz kumu neye lazım ki?” dedi. Ben, "Bu köye bir minare yaptırmayı düşünüyoruz, usta istiyor” dedim. "Pekiyi. Benim de bir katkım olsun” deyip para da almadı. Allah ondan da razı olsun.
Görev yaptığım köyün imamına, "Hocam, bu hafta hutbeyi ben okuyabilir miyim?” dedim. O da "Hay, hay, her zaman okuyabilirsin” dedi. Hutbede sadaka-i cariyenin öneminden bahsettim. "Köyümüzün camisinin minaresi yok. Alevi köyleri gibi diye köyümüz eleştiriliyor. Buraya bir minare yaptırmayı düşünüyoruz. Her haneden anne ve babanızın hayrına birer koyun verir misiniz?” dedim. Hepsi de razı oldu. Ben de onlara, "Allahım sizden razı olsun, sizleri Firdevs cennetine koysun” diye dua ettim. Hutbenin sonunda, "Namazdan sonra kimse çıkmasın” dedim. Bir kişi çıktı, o da köyün en zengini imiş. Geride kalanlardan 12 kişilik bir yönetim seçtik. Ustalara kalacak yer ayarladık, boğazlarına da nöbetleşe bakmaya karar verdik. Minare inşaatında çalışan usta ve işçilerin on, on iki gün bakımını ben üstlendim, ustaların yemeğini verdim.
Mayıs ayının 26'sında Konya'da olmam gerekiyordu, İmtihana girecek çocukların dilekçelerini vermem lâzımdı. Sonraki günlerde de köylüler ustalara yardımcı oldular. Yardım toplamak için çeşitli köylere gittim. "Erginis köyüne gitme, Armutlu köyüne git” dediler. Dedikleri köye gittim 327 TL. yardım topladım. Erginis köyü bize 2-3 kilometre kadar yakındı. Bu köye niçin gitmemi istemediklerini sorunca, "O köy, Makaryos’un köyü” dediler. Ben gerçek zannettim. "Yalnız o köyde tanıdığım müslümanlar var. Nasıl olur da bu köy Hıristiyan köyü olur?” diye düşünüyordum. Bir gün ikindi namazı vaktinde o köye gittim, imamlığa geçirdiler.
Namazdan sonra köylülere bir konuşma yaptım. "Görev yaptığım köye minare yaptırmaya karar verdik. Allah rızası için sizlerden de yardım bekliyorum. Yapacağınız yardımın sevabı kıyamete kadar devam eder, amel defterleriniz kapanmaz. Bu bir köy meselesi değil, dini hizmet, hem de dargın olduğun adama veya köye yapılan yardımın sevabı daha katmerli olur” dedim. Bu köyden de 490 TL yardım topladık. Meğerse iki köy arasında sınır kavgası varmış, Makaryos'la da ilgisi yokmuş. Hiç ummadığımız insanlar yardım ettiler. "Hocam benim ne verdiğimi kimseye söyleme!” diye tembih edenler de oldu.
Ustaların parasını tamamladık, köyümüzün muhtarına verdim.
"Ustam bir haftalık işimiz kaldı diyorsun, paranızı muhtara teslim ettim. Size bakacaklar tembih ettim” dedim. Usta "İllâ açılışta senin de olmanı istiyorum” dedi. Ben de "Ustam üç öğrencimi öğretmen okulu imtihanına göndermedim. Onları Konya İmam Hatip'te okutmak istiyorum. Orada imtihana girmeleri için 26 Mayıs son müracaat günü, dilekçelerini vermem lâzım. Beni hoş gör” dedim.
Minarenin alemini takmaya sıra gelince açılış çok renkli olurmuş. Açılışta alemin üstündeki ay yıldızın oradan, aşağı iki eliyle Türk bayrağını açarak eller aşağıda, ayaklar yukarıda, ayakları ile ipi sala sala yere inişi görmeye değer bir manzara imiş.
Yaptıkları açılış bana nasip olmadı, resmini gördüm.
Elhamdülillâh sonunda köyümüz minareye kavuştu. Niyet halis olunca Cenab-ı Allah'ın ummadığımız yerlerden kapıları açtığına şahit olduk. Ben bu sene yapamazsak, gelecek sene Konya'dan da para toplar tamamlarız diye düşünmüştüm. Allah için başlanan işin muhakkak tamamlandığını da bizzat görmüş olduk.
ÖĞRENCİLERİMİ İMAM HATİBE KAYIT YAPTIRDIM
Talebelerimi Konya İmam Hatip Okulu'na yatılı olarak kayıt ettirmek için ta Bayburt'tan Konya'ya hevesle gittim, okula dilekçeleri verdim. Ancak okul idaresi, yatılı imtihanına her öğrencinin kendi beldesinde girmesi gerektiğine dair yönetmeliği gerekçe gösterip, müracaatımı kabul etmedi. Üzüntüden neredeyse kalp krizi geçirecektim.
Bir arkadaşımın dükkânında oturuyorduk. İmam Hatip Okulu ilk mezunlarından, İlahiyat Fakültesi mezunu bir ağabeyimiz geldi. Herkesin neşesi yerinde, ben ise düşünüyorum. Ali abi, "Ahmet sen ne düşünüyorsun?” dedi. Dükkân sahibi, "Sıpa elin, tasası bunun” dedi. Ali abi, "Anlamadım” dedi. Dükkân sahibi tekrar, "Bunun okuttuğu üç talebesi varmış. Biri yetim, biri öksüz, biri de çok fakirmiş. Bunları Konya'da imtihana sokarım, kazanırlar diye bir kanaati varmış. Burası da kabul etmemiş. Tasası ondan” dedi. Ali Abim, "Kolay yahu” dedi. Ben de çok sevindim. "Nasıl Ağabeyciğim” dedim. O, “Paralı yatılı var ya, oraya yazdırırız” dedi. Ben, "Abim para yok ki!” dedim. O da "Kolay” dedi. "Nasıl?” dedim. "Esnaftan parayı toplar yatırırız” deyince ben, "Haydi abi öyleyse” dedim. O, "Yarın Salı. Çarşamba değil Perşembe gün gel” dedi.
O iki gün bana sanki bir ay gibi geldi. Perşembe günü buluştuk. Bir konfeksiyoncuya vardık. Birinin parasını ona yükledi. Kunduracı Pekyatırmacılar’a vardık. O, "Hafız, dün gelseydin olurdu. Benim beş kontenjanım var, dün onu da aldım” dedi. Ali Abi, “Ben buradan boş mu çıkacağım?” deyince. O, "Peki birini alayım” dedi. Ali Abi, "İkisini de al” diye çok ısrar etti. O, "Züccaciyeci Hafız Servet de bu işleri yapıyor, ona gidin” dedi. Ali Abi, "Yahu bizi oraya buraya savma, bunu da al” dedi. O, "Siz bir gidin, olmazsa yine bana gelin” dedi. Hafız Servet'e vardık, "Tüh hafız, iki saat önce gelseydin olurdu. Birini daha yeni aldım” dedi.
Ali abi, “Biz buradan boş mu dönelim. Size güvenerek buraya gelmiştik” dedi. O oğluna, “Kasadaki parayı getir” diye seslendi. Oğlu 50 lirayı getirip bize verdi. Yurt parası 200 TL. Geri Pekyatırmacılar’a gittik. Yaz günü çok terlemişim. Para elimde hamur gibi olmuş. Kunduracı, “Ne oldu?” diye sordu. Ben parayı masanın üzerine koydum. Bir paraya baktı, bir bana baktı, “Tamam tamam” dedi. Ben, “Allah senden razı olsun, avuçladıkların altın olsun” dedim. Tokalaştık. Kapıya doğru yürüdüm. “Bak Hocam, bu çocuklar beni bilmeyecekler, ben de onları bilmeyeceğim” dedi. Ben de “Peki Kardeşim” dedim.
(…)
Çocuklar İmam Hatip’e devam etmeye başladılar. Onlara, “Zayıfsız gelirseniz tatilde sizi Bayburt’a gönderirim” diye söz verdim. Sağ olsunlar üçü de takdir getirdi. Ben de her sene onları yaz tatillerinde memleketlerine gönderdim.
(…)
Çocuklar İmam Hatip’i bitirdi. Onlardan Mehmet Ali Torlak Ankara üniversitesi İlahiyat Fakültesini kazandı. M. Ali Konya’ya bir gelişinde, “Hocam senin tasavvuf dersi alman, tasavvuf ehli olman lazım” dedi. Ben o yıllarda çok hızlı particiydim, “Daha tasavvuf zamanı değil” dedim. Başka bir görüşmemizde M. Ali bana, “Hocam, siz M. Es’ad Coşan Hocamı bir ziyaret edin. Kalbiniz ısınırsa ders alırsınız. Isınmazsa arayıp bulup bir mürşitten ders almanız lazım “dedi. Ben, “Cumartesi günü Ankara’ya geleyim “dedim.
Cumartesi günü Ankara’ya gittim. Tarih 31 Mart 1981 idi…
İsteme Adresi:
Ahmet Dinç
Şems Mah. Şems Sokak, Şems Apt.2
Tel: 0535 306 87 53
KONYA
Mehmet Ali Torlak Ağabeyle konuşmayı izlemek için tıklayınız:
https://www.youtube.com/watch?v=7F-eFW5oaXI
“Bu e-posta ve ekleri, e-postada gönderildiği belirtilen kişi/kişilere özel ve gizli olup; 6698 Sayılı Kişisel Verilerin Korunması Kanunu ve 25 Mayıs 2018 tarihli Avrupa Birliği Genel Veri Koruma Tüzüğü (“GDPR”) kapsamında kişisel veriler içerebilir. Bu e-posta ve eklerinin tarafınıza gönderim amacı ile orantılı olarak kullanılması kanuni bir zorunluluktur. E-postanın içermekte olduğu kişisel veriler; gönderim amacı dışında kullanılamaz, çoğaltılamaz, arşivlenemez, ilgili kişinin veya derneğimizin onayı olmaksızın üçüncü kişilere aktarılamaz. Kişisel verilerin gönderim amacı gerçekleştiğinde yasal süreler içerisinde tarafınızdan imha edilmesi gerekmektedir. Bu kişisel verilerin güvenliğinin sağlanması sorumluluğu tarafınıza ait olup herhangi bir ihlal halinde derneğimizin sorumluluğu bulunmamaktadır. Bu e-posta, muhatabı olmadığınız halde size ulaşmış ise, e-postayı derhal imha ederek bu durumu gecikmeksizin tarafımıza bildirmenizi rica ederiz.”
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.