Bir Bilge Düşünür Doğdu: 8 Ağustos 1925

        20.Yüzyılın son çeyreği idi Balkanlar, Yugoslavya’sı komünizm dalgası ile savruluyordu,

Dinin afyon sayıldığı bir dünyada Allahsızlığın hâkim olduğu, şerefli bir varlık olan İnsana: düşünme ve akletme fırsatının dahi tanınmadığı bir dünya:

Bosna Hersek’in Bosanski Samaç ilinde bir bilge bir düşünür doğdu. İsmi dedesi gibi Aliya İzzetbegoviç idi, 1800’lü yıllarda Osmanlı ordusunda görev yaparken dede Aliya Üsküdarlı Sıdıka isimli bir hanımefendi ile evlendi… Henüz iki yaşlarında çocukluğunun, gençliğinin hapis hayatı mücadelesi siyasi hayatı devlet adamlığı diğer bütün zamanlarını geçireceği Saraybosna’ya ailesiyle birlikte taşınır…

Bilge şahsiyetler sürekli sahip oldukları entelektüel birikime bilgi ve düşüncelerine nasıl elde ettiklerinin hep merak edilir olmuştur ..Bilge Aliya İzzetbegoviç için de okuyucular hep merak konusudur, bıraktığı entelektüel mirasın farkında olarak şunları okuyucularımla paylaşmak arzusundayım. Aliya da İslami birikimini annesine borçlu olduğunu söylemiştir.

Hatıralarında anlatır, çocukluğumu şu dağlara bakıyormuşum gibi hatırlıyorum, tüm detaylar olmasa da ana hatlarıyla biliyorum diyerek, Ali’ya İzzetbegoviç de küçük yaşlarda annem beni sabah namazına kaldırır mahallenin camisi olan Hadzicki Camiisine   gönderirdi, özellikle yaz aylarında sabahları namaza kalkmak zor da olsa ben kalkar, mahallenin camiisine giderdim ve yaşlı imamın namazın ikinci rekatında sürekli Rahman Suresini okurdu ve dinlerdim. Namaz dönüşü evime giderken günün aydınlığında içime doğan huzur mutluluk anlatılmaz idi:

Aliya Kur’an’ın gelinin süsü mesabesinde olan Rahman süresinin ikliminde büyümüş batılı bir İslam düşünürüdür.

Lise dönemlerinde gittiği okullarda öğretmenleri çoğunlukla Sosyalist- Sırp ve Hırvatlar idi, evde Rahman Suresi ikliminde yetişen bir genç okulda Komünizm propaganda eğitiminin yapıldığı bir atmosferi teneffüs ediyordu

Felçli ve yatalak bir baba, Mustafa İzzetbegoviç, İslam terbiyesi ile evladını yetiştirme çabasında bir anne , okuyan araştıran düşünen bir delikanlı bir genç. 3 yıl kadar ziraat okur, sonra hukuka geçer.

Genç Müslümanlar örgütüne üye olmaktan 1946 üç yıl hapse mahkum olur.

1969 İslam Deklerasyonunu yayınlar, 1983’te düşüncelerinden dolayı 14 yıl hapse mahkum edilir. 9 yılı aşkın hapis hayatı yaşar.

Komünist yönetimin çökmesi ile ilk seçimlerde Bosna Hersek Cumhuriyeti devlet başkanlığına seçilir.

Dünyanın 4. Büyük ordusu Sırp ve Hırvat güçlere karşı halkına liderlik yaptı…Alman Nazilerinden sonra yaşanan en büyük soykırımlara tanık oldu .

1995 yılında savaşa son veren Dayton Anlaşması ardından üçlü başkanlık konseyine seçildi.

Aliya, 2000 yılında sağlık problemleri nedeni ile istifa etti ardından 2003 yılında hayata gözlerini yumdu.

Henüz 17 yaşlarında Aliya bütün karmaşık düşünce kaotiğinin yaşandığı bir dönemde kendi İslam inancının da bir sarsıntı geçirdiğini açıkça ifade ediyordu. Ancak düşünceye tefekküre önem veren bir kişilik olarak İslam düşüncesi sarsıntı geçirse de, sonrası bana tekrar geri döndü der!

İnancım Üstelik öyle bir döndü ki: atalarımdan devraldığım İslam değil, bizatihi özümseyip idrak ettiğim ve bir daha hiç kaybetmeyeceğim ve kaybetmediğim şekli ile…

İleriki yıllarda Aliya İslam tarifini de içine alan savunmasında mahkeme heyetine şöyle diyecekti:

Ben bir Müslümanım, İslam davasının neferiyim, ömrümün sonuna kadarda böyle kalacağım. İslam benim için “İyi güzel asil ve uğrunda yaşamaya değer olan şeyin diğer adıdır.”

DİNİN TEMEL MESAJINI

Daima ve herkes için kendisinden kaçılamayacak bir sorumluluk olarak tarif etmiştir. Allahsız bir hayatın bana anlamsız anlamdan yoksun görünmüştür der… Aliya’ya göre, İslam’ı kabul eden bir halkın İslam’dan başka herhangi bir ideal için yaşaması mücadele etmesi  veya ölmesi mümkün değildir.

Müslüman halkları heyecanlandıracak ve onlar arasında yegane birliği disiplini ilhamı enerjiyi sağlayacak olan İSLAMDIR…

başka bir ifade ile….

Bir Müslüman adı ne olursa olsun herhangi bir kral hükümdar millet parti ve bunlara benzer şeyler uğruna kendini adaması düşünülemez… Çünkü bir ‘Müslüman ancak İslam’ın yücelmesi   adına mücadele edebilecek olan kimsedir.’ der..

İşte bu düşünceler, Aliya düşüncesini ortaya açıkça koymakta…

Genç yaşlarında Batılı düşünürlerin tüm eserlerini okumakla kalmamış onlara eleştirel yazılar yazmış bir düşünürdür Aliya..

Bergson Saf Aklın Eleştrisi, Oswald Spengler Batının Çöküşü ve benzeri eserleri…

Dünyanın düşüncede ve insanı tanımlamakta zorlandığı bir dönemde, İslam dünyasında sıkıntılar hiç bitmiyordu, Aliya İslam dünyasına manifestolar yazıyor (İslam deklarasyonu),Müslümanların dünyadaki  sorunlarına reçeteler oluşturuyor, kurtuluş ve huzurun İslam ile mümkün olduğunu salık veriyor, İslam dünyasındaki Batı merkezli düşüncelere karşı Müslümanların savrulmamalara gerektiğini kurtuluşun İslam ile mümkün olduğunu olacağını düşünüyor  bu sinerji ile çalışmalar yapıyordu…

Batılı Avrupa’nın ortasında bir İslam düşünürü olan Aliya Müslümanlara ümit vaat ediyordu. Âdeta üzülmeyin mahzun olmayın inanıyorsanız üstün olan kazanacak olan sizsiniz diyerek motive ediyordu.

Komünizm çökecek ve İslam yeniden tarih sahnesinde yerini alacak diyordu ve bu sözlerinin üzerine yıllar sonra bir cümle daha kuracaktı Aliya

“Evet komünizm çökecek demiştim komünizm çöktü sürmesine imkan yok idi çünkü insanı fıtratın dışına itiyordu. Daha sonra şunu söylemiştim, İslam ve Müslümanlar tarih sahnesinde yerini tekrar alacak dedim, ancak bunda yanıldım.

İslam güzelde Müslümanlar bunun neresinde? İslam’ı temsil edemedik. İslam birliğini sağlayamadık! diyerek sorumluluklarından kaçan İslam düşünce ufkundan gereği gibi yararlanmayan taklit ehli, tefrika içinde bir İslam dünyası ile bunun mümkün olmadığının olamayacağının altını çiziyordu. Müslüman toplumların ancak İslam’ı temel alarak tarihin aktif öznesi haline gelebileceğini vurgulayan metinler yazıyordu.

Batıda üretilmiş ideolojileri taklit etmek…

Ancak İslam dünyasının sömürgeleşmiş halini devam ettireceğini iddia etmiştir.

Âliya düşünce sistematiği içerisinde insan kavramının iyi anlaşılmasının önemini her defasında vurguluyordu. Bu düşünce ve bu bakış açısı çok önemlidir, sorumluk sahibi Müslüman bir insan Allah’a hesap verecek düşüncesi ile metafizik bir gerilim içinde durur varlığımızın işte böyle bir ahlaki temel üstüne inşa edersek o zaman İslam dünyası ekonomide siyasette devlet yönetiminde, bireyde ailede Toplumsal olarak     Huzur bulmamız mümkün olacağını vurgular.

Nitekim bütün peygamberler aslında bunu tesis etmek için gönderilmişlerdir en başında Allah’a iman etmişler kula kulluk değil insana kulluk değil Yaradana kul olmak için aradaki bütün engelleri kaldırmanın mücadelesini vermişlerdir.

Âliya özellikle doğu ile batı arasında İslam kitabının başında itibaren takip ettiği ortaya koyduğu felsefi metinlerde karşımıza çokça çıkan ve teslimiyet senin adın İslam’dır . Diyene kadar, devam eden bu hiyerarşi içerisinde Allah’ı tanımayan ya da ona şirk koşan bir insan tiplemesi bireysel olarak ve toplumsal olarak savrulacağını söyler.

Devlet Başkanlığında liderlikte her yönde ve savaşta işte bu tiplemenin ardından zülüm meydana geldiğini zulmün ortaya çıktığını bilir, şirk beraberinde zulmü meydana getirmektedir.

Tıpkı Hazreti Lokmanın oğluna yaptığı öğüt gibi. şöyle böyle ol değil ne diyordu Lokman oğluna: “Allah’a şirk koşma çünkü şirk büyük bir zulümdür.”

İnsani bir yabancılaşma söz konusudur. Muhatabımız bir insan mıdır bir nesne midir, işte bu soruyu sormamız gerekiyor. İnsanın insan olarak değer görmediği, ötekileştirmenin hızla arttığı batılıların güç kullanarak sömürdükleri baskı ve zulümler ile ikiyüzlülüklerini sürdürdükleri müddetçe İslam coğrafyasında huzurun sağlanmasının mümkün olmayacağını bunun için bazı ilke ve prensiplerin özümsenip benimsenmesi gerektiğini hatırlatıyordu. Batı demokrasi ve insan hakları ve huzuru mutluluğu getireceğini vadeden devletler, ülkeler, siyasi gücün meydana getirdiği ikiyüzlülük içinde olduklarını biliyoruz. Aslında bu ikiyüzlülük bir şirk çeşididir.

Aliya iman edenler iman etmeyenler diye insanları basit bir ayrım ile ayırırken

Üçüncü bir insan tiplemesinden bahseder ve korkaklar der…

Her korkuyu yaşarlar makam mal dünya sadece Allah korkuları dışında her korkuyu…

KİM BU KORKAKLAR, TANIYALIM MI?…

Az ya da çok Allaha ibadet eden, bayramları kutlayan dinin belli bazı adet ve sembollerini yerine getiren fakat korkudan savaş alanından hemen kaçan, ticarette son derece soğuk kanlı olarak aldatan, vicdan azabı duymadan başkasının sırtından geçinen içki içen ve eğlenen bin sene yaşayacakmış gibi hayatlarını ve makamlarını korkuyla koruyan veya kendilerinden güçlü olanlara esirmişçesine yalakalık yapan kimselerdir. BU TİP İNSANLARIN BELİRGİN ÖZELLİĞİ KORKUDUR.

Hayat için-Mal için-Makam için-Mevki için- korkudur.

Bir güç sahibinin veya hükümetin, desteğini kazanmak için çabadır onların yaptıkları…

Bütün bu korkuların arasında bir korku eksiktir: Allah korkusu. Bu ruhla böylesine belirsiz ve iki yüzlü atmosferde kendi nesillerini büyütürler.

Belki buna istinaden İslam’ın ilerlemesini. Korkaklar ve teslimiyetçi kişiler sağlayamaz. Atılgan ve cesur kimselerin omuzlarında ancak yükselir yükselebilir İslam, der.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.