Biri doğru söylemiyor, ama kim?

Hürriyet başyazarı Oktay Ekşi "27 Mayıs darbesi ertesinde Ankara Gazeteciler Cemiyeti'nde Ecvet Güresin ve Yılmaz Çetiner'e hiçbir haksızlık yapılmadığı" iddiasında. Kendisinin hakemliğine başvuran Sabah başyazarı Mehmet Barlas'a, "Lâfı ağzında geveleme, dedikoduları değil, bildiğini yaz" diye meydan okuyordu dün...

Başkaları kavga ederken araya girme âdetim yoktur; Mehmet Barlas meydan okumaya kendi cevabını verecektir zaten... Ancak tartışmayı başlatan ilk yazıda benim de adım geçtiği için yapacağıma 'dışarıdan gazel okuma' diyen galiba çıkmaz...

Oktay Ekşi 27 Mayıs (1960) darbesini 'hayırla' yâd edenlerdendir. 12 Mart (1971) ile 12 Eylül (1980) darbelerine karşı çıkarken 27 Mayıs'ı kayıran onun durumunda pek çok başka 'aydın' da var.

Başkaları bu ayrımı ortak zihniyetleri sebebiyle yapsa da, Oktay Ekşi'nin kişisel tarihi açısından da 27 Mayıs diğer darbelerden farklı: 12 Eylül sonrası siyasete 'SODEP kurucusu' olarak girmek istemiş, hevesi kursağında kalmıştı Hürriyet başyazarının; oysa 27 Mayıs talihini tersine döndüren olaydır. 27 Mayıs'ın Kurucu Meclisi'nde üyelik yaptığı gibi (o sayede halen milletvekili emekli maaşı alıyor, havaalanlarında VIP salonlarını kullanıyor), darbecilerden bir grubun inisiyatifinde çıkan 'Öncü' gazetesinde yazı işleri müdürlüğünü kaptı ve hemen ardından Londra Büyükelçiliği'nde bir göreve kapağı attı.

27 Mayıs Oktay Ekşi için bir tür 'hayırlı olay' sayılabilir; sonrası da hakkında hiçbir olumsuz söze tahammül edilmemesi gereken bir tür 'asr-ı saadet'...

Öyle olmasaydı, Yılmaz Çetiner'in başına gelen kendisinin tanığı olduğu gammazlama olaylarını bu denli çabuk unutmazdı.

Kendisini çok üzen olaylardan birkaç yıl sonra rahmetli Çetiner'i teselli eden kişiydi Oktay Ekşi; şu sözlerle: "Biz seni yanlış tanımışız. Yıllar geçti aradan, ama cemiyet kongresinde senin için söylenen sözlerin ne kadar çirkin, yalan olduğunu kabul ediyorum."

Yılmaz Çetiner iktidarı tutan 'Haber' gazetesinin sahibiydi, 27 Mayıs öncesinde... Darbe bütün DP-yanlısı basın organlarıyla birlikte Haber'i de çıkamaz hale getirdi. Sonradan amiral ve Askeri Yargıtay Başkanı olacak, Cumhurbaşkanlığı'nda başdanışmanlık da yapacak Fahri Çoker dayısıydı, ama bu bile bir anlam taşımıyordu. Dostluk ilişkileri sayesinde kendisine açılan tek kapı olan 'Hayat' dergisinde muhabirliğe yeniden başlamıştı.

Ve, o zamanın basınını yuva tutmuş gammazlar ve akbabalar kendisini Ankara Gazeteciler Cemiyeti'nden ihraç ettiler... Yalnız Çetiner'i değil, onunla birlikte yedi-sekiz kişiyi birden... Birkaç ay önce Cemiyet'in ikinci başkanı olduğu halde...

O günlerde başına geleni "Kalleşlik, vefasızlık" olarak tanımlıyor Yılmaz Çetiner...

Acaba Oktay Ekşi birlikte güzel günler de geçirdikleri Yılmaz Çetiner'in 27 Mayıs sonrasında 'dönemin gammazları' tarafından nasıl rahatsız edildiğini, ekmeğiyle oynandığını, hakaretlere maruz bırakıldığını gerçekten unutmuş olabilir mi?

Herhalde olabilir...

Peki ben o günlerde yaşananları nereden biliyorum? Yılmaz Çetiner'in vefatından kısa bir süre önce yayımlatma fırsatı bulduğu 'Nefes Nefese Bir Ömür' başlıklı anılarından elbette... (Epsilon Yayınları, İstanbul 2006)... Rahmetli, 27 Mayıs hengâmesi sırasında yaşadığı ve yarım asır geride kalmasına rağmen unutamadığı üzücü olayları, kitabının 333-342. sayfalarında anlatıyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar