BUGÜN DE DEDEM.

 İnsan bir ağaç gibidir. Kökleriyle yaşar. O köklerinden aldığı gıda ile hayatta kalır. Onlarla mutlu olur. Bugün dedemin günüydü benim için...

 Bugün bir köye ziyarete gittik. Köyde mescide girerken konu nasıl gelişti hatırlamıyorum ama yanımdaki yerli arkadaş ile dedemden bahsettik. "Benim bir dedem vardı ve ben onun yanında büyüdüm. O ilmi ve âlimleri çok severdi, Kur’an sesi duydu mu hemen gözleri dolar ve ağlamaya başlardı" dedim.

O da ona rahmet diledi, dua etti. Adını sordu. İsmail dedim.     

İşimizi bitirdik arabaya binerken beni "İsmail’in torunu buyur" diye çağırdı.

Sanki asıl ondan sonra koptu benim için duygularımın freni.

Onun bazen omuzunda, bazen yanında geçen çocukluğum gözümün önünden hızlıca akı verdi.  Gözümden sadece o hatıralar geçmedi. Aynı zamanda gözlerimden çıkmak için bekleyen gözyaşlarım varmış onlar da söz dinlemeden akmaya başladı.

Onu namaz kılarken, gözü yaşlı Kur’an okurken görmüştüm, şimdi de öyle canlanıyor.

İlkokul 3.  sınıfta ilk namaza onunla beraber bir sabah namazına giderek başlamıştım.

O sıkça bir sohbete ve ilim meclisine katılmayı severdi. Ben de beklerdim ki dedem bir sohbete gitsin de oradan bana bir hikâye / kıssa ezberlesin, gelince de bunu aktarsın. Dinlediğini asla unutmaz, bir defada ezberlerdi.

Sonra ben büyüdüm ve bu sefer hikâye anlatma sırası bana gelmişti. Tarlamızda ot yolarken okuduğum bir romanı akşama kadar ona anlatırdım.

Tatil aralarında köye gideceğimde bana kitaplar sipariş ederdi. Bayezid-i Bestami’ye ait uzun bir hikâyeyi ben ona bir defa okumuştum da o hepsini ezberlemişti. Onu bilmem kaça yüz defa bulduğu fırsatta anlatmıştır.

Bazı akşamlar bana çay demletirdi. Yeşil emaye çaydanlıktan 7-8 bardak çay çıkardı ve hepsini içer sonra da sabaha kadar kaza namazı kılmaya, tespih çekmeye adardı gecesini. Ama bu çayı da benim yapmam gerekirdi. Zira başkası benim kadar güzel yapamıyormuş...

Kendine has melodisiyle Envaru’l Aşikın’dan hikâyeler okurdu. Onun anlattığı Hz. Ali cenklerini hala bulamadım hiçbir yerde...

Lise yıllarında Asım KÖKSAL hocanın -Allah rahmet eylesin- İslam tarihini okudum. Özellikle Hayber savaşının anlatıldığı cildi köye saklamıştım. Çünkü ben ilk kez ondan dinlemiştim Hayber kalesi önündeki Hz. Ali’yi... Sabah namazlarından sonra beraber okurduk. Ancak ilmi eserde dedemin bana küçüklüğümden anlattığı o cenk heyecanını bulamamıştım.

Gözlerinin feri gittikçe azalmıştı. Birçok doktora gittik ama bir sonuç alamadık. Bir doktora gittik. "Doktorum, ben Kur’an okuyabiliyorum ama başka şeyleri görmekte zorlanıyorum "demişti. Bunu duyan doktor şaşarmış ve "Amca! sen bu gözle Kur’an okuyamazsın. Bu olamaz. Ancak okuyorsan bana da dua et" demişti. Son yıllarında sadece Yasin süresi okuyabilirdi... Onu da ezberden okurdu ama Mushafa bakarak...

Bir sohbet ortamında, ilim meclisinde, bir âlimin huzurunda saatlerce iki dizi üzerinde oturur, asla kıpırdamadan durabilirdi. Sahabenin Hz. Muhammed’i (SAV) dinlerken "Onu dinlerken sanki başımızın üzerinde kuş vardı da o uçacak diye korkardık."  sözlerini her gördüğümde dedem aklıma gelirdi. Hele ilçemizin büyük âlimi merhum Ahmet Rasih USLU hocamı çok sever, saatlerce gözünü kırpmadan dinleyebilirdi.

Sonra öğretmen oldum. Her vedada helalleşirdik. En sonunda bir daha görmemek ve kabrinde ziyaret etmek varmış.

Onlardan sahavet dersi almaya çok küçüklüğümde başlamıştım. Rahmetli anneannemle beraber - o benim aynı zamda babaannemdi - cömertlik yarışı yaparlardı. Eğer yenecek bir şey varsa, yoldan geçen ve çağırılıp ikram edilecek birisi mutlaka bulunurdu.

Sonra Allah bana çocuklar verdi. Onun adı “değnekli dedeydi” artık. “Şol cennetin ırmakları” ilahisini onlara söyler ve söylediği çocuğum adına göre değişen mısraları olurdu.

Herkesin yaşına ve kendi yanındaki değerine göre harçlıkları bulunurdu. Bunlar özenle cepte saklanır, gözleri görmese de karıştırmadan sahiplerine verilirdi.

Tüm bunları düşünerek dönüyoruz. Çantamda öğle yemek yemediğimiz günler için bisküvim var. Bu gün ona ihtiyaç yok aslında. Ancak bunu yol arkadaşlarımla paylaşmazsam dedemlere ihanet etmiş gibi olacağım. Sanki “Nasıl paylaşmazsın? Biz sana böyle mi öğrettik?” diye bana bakacaklar gibi... Gene paylaştık ve dedim ki “Bu dedemindir. Dualar ona...”

Yol arkadaşlarım artık bana bakmıyor. Kimseden gözyaşımı gizleme ihtiyacı da duymadım. Bugün böyle...

Şimdi olsa bana Burkina’yı onlarca defa sorar, her defasında ilk kez dinliyormuş gibi heyecanlanırdı. Bunu da mutlaka gözyaşlarıyla süslerdi.  Sonra da onu başkalarına usanmadan ve hiçbir ayrıntıyı atlamadan naklederdi.

Özlemek suç mu?

Bence değil... Ya sizce...

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
15 Yorum