DENİZLER, DERYALAR, DAĞLAR OSMANLI’YI ARARLAR

(Müslümanlar “gavurlar”, Ortadoğu, Balkanlar, Asya ile Avrupa, Afrika ile Amerika; Sünnî, Şiî, Alevî, Dürzî ile Bedevî; Ortodoks, Katolik, Protestan; Yahudi, Hristiyan, Müslüman; Yerler, gökler, bulutlar, kuşlar, kurtlar, ağaçlar… Osmanlı’yı sorarlar. O “Âlem penahı anarlar.)

Suriye’de son yaşananlar bir kez daha gösterdi ki, dünya Osmanlı Devleti'nin “öteki” ile yaşama kültürüne her zamankinden daha fazla muhtaçtır. İki asra yakındır dünyaya hâkim olan Batı merkezli sistem, sürekli düzensizlik, kaos ve karmaşa üretmektedir. Artık herkes şunu görmeli: Dünyada huzur ancak “BOP” ile, yani Büyük Osmanlı Projesi ile mümkündür.

Osmanlı: “Öteki”yle Yaşamanın Zirvesi

Son iki yüzyılda İslam coğrafyası başta olmak üzere Afrika, Asya ve Balkanlar gibi pek çok bölgede yaşanan siyasî karmaşa ve toplumsal adaletsizlikler, tarihi bilen vicdanlı araştırmacıları, sosyologları ve siyasetçileri tekrar Osmanlı tecrübesine yönlendirmektedir. Çünkü Osmanlı Devleti, farklı inanç ve kimliklere sahip toplumların bir arada, huzur içinde yaşayabildiği nadir örneklerden biridir. “Öteki”yle birlikte yaşama becerisinin zirveye çıktığı bu dönem, bugün dahi evrensel hukuk ve insan hakları söylemleriyle övünen modern dünyaya karşı güçlü bir alternatif teşkil etmektedir.

Osmanlı ve “Öteki” ile Yaşama Kültürü

Batı dünyası, Osmanlı’yı “geri”, “otoriter”, “adaletsiz” gibi sıfatlarla mahkûm etmiş; yerine “evrensel ahlak”, “özgürlük” ve “insan hakları” temelinde yeni bir dünya düzeni vaat etmiştir. Ancak özellikle 20. yüzyıldan itibaren Batı’nın (önce İngiltere, ardından 1945 sonrası ABD) liderliğinde kurulan bu sözde düzen; zulüm, sömürü, ayrımcılık ve kaos üretmekten başka bir işe yaramamıştır. Peki Osmanlı nasıl bir adalet sistemi kurmuştu da bunu başarmıştı? Cevap, İslam’ın temel ilkelerinde saklıdır. Kur’an’a göre her insan –hatta her canlı– Allah’ın kuludur ve bu nedenle değerlidir, hürdür. İnsana verilen akıl ve irade sayesinde kişi Müslüman da olabilir, kâfir de; veli de olabilir, deli de. Bu özgürlük anlayışı, “Dinde zorlama yoktur.” (Bakara, 2/256) ilkesiyle hukukî bir zemine kavuşmuştur. Osmanlı da bu ilkeye dayanarak farklı inanç ve etnik kimlikleri kendi içinde serbest bırakmış, ancak bunu belirli şartlarla sınırlandırmıştır:

Devlete vergi verilmesi,
Toplumsal düzenin bozulmaması (isyana kalkışmamak),
Kamu hukukuna riayet edilmesi,
İnanç ve kültürün başkalarına dayatılmaması.
Bu şartlar altında herkes dininde, mezhebinde, dilinde ve kültüründe serbest bırakılmıştır. Bu sayede Osmanlı, birbirinden farklı onlarca dile, dine ve kültüre sahip toplumu asırlarca bir arada adaletle yönetmiştir. (Örneğin Balkanlar ve Ortadoğu.)

“BOP” Bir Teori Değil, Uygulanmış Bir Sistem

Bu sistem sadece teoride değil, uygulamada da başarılı olmuştur. Osmanlı'nın asırlar boyunca sürdürdüğü bu düzen, adeta bir “Büyük Osmanlı Projesi” gibi üç kıtada uygulanmış ve toplumlara barış, güven ve istikrar getirmiştir. Ancak bu sistem, 20. yüzyıl başlarında sona erdirildiğinde dünya kısa sürede kaosa sürüklenmiştir.

Osmanlı’nın ardından güç önce İngiltere’ye, daha sonra ABD’ye geçmiştir. Bu iki dönemde yaşanan dünya savaşları, milyonlarca insanın ölümüne neden olmuştur. II. Dünya Savaşı'ndan bu yana ise dünyada ne huzur kalmış ne de güven… Günümüzde devam eden Ukrayna-Rusya Savaşı, İsrail’in Suriye, İran, Irak ve Lübnan’a yönelik saldırıları ve sık sık yaşanan ekonomik krizler, bu sistemin doğrudan sonucudur.

Zehirli Bir Medeniyet: Batı

Batı’nın temel paradigması “güçlü olan haklıdır” ilkesine dayanmaktadır ve ahlakî değerleri ikinci plana itmektedir. Batı teolojisinde sadece İsa’ya inanmak kurtuluş için yeterlidir. Bu anlayış, günahın hesabını ne bu dünyada ne de ahirette vermeyi zorunlu kıldığından, emperyalist zulmü meşrulaştıran bir zemine dönüşmüştür. Sonuç: Sömürü, savaş, katliam ve kültürel yıkım…

Bu çarpık düzenin ürünü olan dünyada bir yanda obeziteye bağlı sağlık sorunları yaşanırken, diğer yanda milyonlarca insan açlıktan ölmektedir. Bilim ve teknoloji her ne kadar ilerlemiş olsa da, adaletin, merhametin ve hakikatin yokluğunda insanlık çaresiz kalmaktadır.

Dürzî İsyanı ve Osmanlı’ya Duyulan Özlem

Suriye’deki Dürzî isyanı, yalnızca bölgesel bir ayaklanma değil; aynı zamanda Osmanlı sonrası bölgede kurulan yapay düzenlerin iflas ettiğinin işaretidir. Ortadoğu başta olmak üzere tüm insanlık yeniden adaleti, merhameti ve toplumsal barışı aramaktadır. Bu noktada Osmanlı’nın uyguladığı sistemin yeniden düşünülmesi, modern siyaset açısından kaçınılmaz bir zorunluluk hâline gelmiştir.

Dünya S.O.S Veriyor

Bugün dünya, tarih boyunca benzeri görülmemiş bir kaosun içinde. Bu hercümecin ana kaynağı, Batı merkezli değerler sistemidir. Bu sistem, sömürü, ayrımcılık ve adaletsizlik üzerine kuruludur. Buna karşılık Osmanlı'nın yüzyıllar boyunca başarıyla uyguladığı çok dinli, çok kültürlü ve çok kimlikli adalet modeli, çağımızın en büyük ihtiyacıdır. Küresel barışın ve insan onurunun yeniden inşası, belki de bu unutulmuş modelin yeniden hatırlanmasıyla mümkün olacaktır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
4 Yorum