Dicle Üniversitesi'nde bir gün

Geçtiğimiz perşembe günü, Dicle Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İfade Özgürlüğü Kulübü'nün davetlisi olarak "Ortadoğu ve Türkiye" konusunu değerlendirmek üzere Diyarbakır'daydım. x

1200 kadar öğrencinin katıldığı, başta Sayın Rektör Prof. Dr. Ayşe Jale Saraç Hanımefendi, rektör yardımcıları ve İlahiyat Dekanı Sayın Prof. Dr. Abdülkerim Ünalan olmak üzere, geniş bir akademik kadronun dinleme nezaketinde bulunduğu güzel bir program oldu.
Bu vesile ile hem öğrencilere hem davet sahiplerine hem de konuk eden üniversite yönetimine teşekkür ediyorum.

Bir rektörün coşkusu

Program sonrasında rektör üniversite ile ilgili geniş bilgiler verdi.
Kendisini dinlerken, öncelikle Dicle Üniversitesi'ne hizmet etmekten büyük heyecan duyan bir insanı gördüm.
Dicle Üniversitesi'ni önemsiyordu çünkü Diyarbakır'ı önemsiyordu. Dicle Üniversitesi'nin Diyarbakır'ın çok önemli hayat damarlarından birisi olduğunu düşünüyordu.
Deyim yerindeyse 7 göbekten Diyarbakırlı'ydı.
Bugüne kadar karşılaştığım sağduyulu tüm Diyarbakırlılar gibi, Diyarbakır'la ilgili üretilen imajdan rahatsızdı.
Diyarbakır üretilen imajın şehri değildi.
Diyarbakır, insanlarının manevi dokuları ile, medeniyet birikimi ile, peygamberler, sahabeler, evliya hatıraları ile, ilim şehri hüviyeti ile özel bir şehirdi. Gaziantep gibi ama mahiyet itibariyle Gaziantep'ten farklı olarak, bölgenin kalbi hüviyetindeydi. Terör görüntüleri, şehrin bu kimliğini gölgeliyordu. Gaziantep almış başını gitmiş, Diyarbakır, ayağındaki ökse ile çırpınmaktaydı.
Üniversite, o kadim Diyarbakır'ın yeniden hayat bulmasında önemli bir görev ifa edebilirdi ve Ayşe Jale Saraç, kendini buna adamıştı. Üniversiteyi, bilinen olayların dışında tutacak, öğrencilerini, o olayların pençesinden kurtaracak ve onları hem kendilerinin hem şehrin hem toplumun hem ülkenin geleceğini inşaya yöneltecekti.
Bu kolay değildi kuşkusuz. Bir öğrenciyi, ateşin içinden çekip almak, büyük bir gönül seferberliğini gerektiriyordu, bazen de çetin zorlukları aşmayı...
Göreve geldiğinden bu yana, öğrenci sayısı 9 binden 22 bine çıkmıştı. Üniversitede yapılanları anlatırken büyük heyecan yaşıyordu. Gözünde Diyarbakır hem bölgenin hem geniş bir coğrafyanın kalbi olabilirdi ve üniversite, böyle bir misyonun hayata geçmesinde vazgeçilmez rol üstlenebilirdi.

Diyarbakır'a bir gün yetmez

Dicle Üniversitesi'ni, ülkedeki diğer üniversitelerle, dünyadaki bazı üniversitelerle iletişime yöneltiyor, soyutlanmışlığı aşmaya çalışıyordu.
Üniversite kampüsü, 27 dönümlük bir alan üzerindeydi. Bu, her türlü yatırıma müsait bir alan anlamına geliyordu. Onun için üniversite-şehir ilişkisinin gerektirdiği tüm hamleleri yapmaya çalışıyordu rektör hanım.
Ben, Ayşe Jale Saraç'ı dinlerken, onun bu coşkusuna bir dönem daha fırsat verilmesini geçirdim içimden. Üniversite ve Diyarbakır çok şey kazanacak eminim.
Üniversite deyince, bendenizi konuk eden İlahiyat Fakültesi Dekanı Sayın Prof. Dr. Abdülkerim Ünalan Hoca'ya, sabah kahvaltısından, havaalanında uğurlamaya kadar refakat ederek gösterdiği yakın alakasından dolayı ayrıca teşekkür etmeliyim.
Ayrıca, yine gün boyu, havaalanından alıp uğurlamaya kadar birlikte olduğumuz, branşı ile ilgili değerli sohbetlerde bulunduğumuz Din Psikolojisi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Celal Çayır Beyefendi'ye, Orhan Hoca'ya kalbi şükranlarımı sunarım.
Benim Diyarbakır'da bir dostum daha var. Vahdettin Bahadır. Onunla bir akşam vakti kebap ziyafetinde buluşabildik. Kebap yedik ama birlikteliğimiz onunla sınırlı değildi, onun coşkulu dilinden, dini, devleti, Türklüğü, Kürtlüğü, siyaseti, meleleri konuştuk.
Diyarbakır, günü birliğine gidip gelinecek bir yer değil. Doyamıyorsunuz. Şehre haksızlık oluyor. Bağışlasınlar...

Önceki ve Sonraki Yazılar