Dil, Anayasa, borç, Osmanlı ve Türkiye

Dil meselesi, iki dil meselesi, diller meselesi hep gündemde... Dil meselesi aynı zamanda "Anayasa meselesi"dir ve bu mesele de hiç gündemden düşmüyor...

Dil, diller, Anayasa, "adalet/hukuk/yargı" gibi ana sorunlar çözümsüz var olmaya devam ettikçe, ülkede genel olarak "zulüm" yani "zalim düzen" de devam ediyor demektir.

Türkiye ve dünyada "zulm"ün, "zalim düzen"in, "zulmü devam ettiren her türlü yönetimler"in sona ermesi için ne yapılması gerekiyor?

Elbette "Adil Düzen"in, "Adil Ekonomik Düzen"in getirilmesi gerekiyor.

Cumhuriyet dönemi de dahil olmak üzere, iki-üç yüzyıldan beri Batı'nın bâtıl düzeninde can çekişiyoruz... Osmanlı Devleti'ni Batılı olmaya çabalarken ve Batılı sömürü emperyalistlerine borçlanarak yıktık... Şimdi de 500 milyar dolar borç batağındayız... Son Osmanlılar gibi bizimkiler de AB ve ABD'nin peşinde ve kuyruğunda!.. Bu böyle gitmez ama borçlanmaya devam edersek borcumuz trilyonları bulacak!.. Sonra; evet, sonra?!.

Gelin "Millî Anayasa" yapalım diyoruz... Biz bunu kırk senedir söylüyoruz... Batı'dan kanunları tercüme ediyorsunuz, sonra o kanunlara uymuyorsunuz; kanunsuz ve kuralsız yaşıyorsunuz!.. "Ekonomimizi düzenleyip düzeltelim" diyoruz, "zalim düzen" yerine "Adil Düzen, Adil Ekonomik Düzen" kuralım diyoruz; arkalarını dönüveriyorlar!!!


Yazımın başında "dil meselesi"nden söz ettim. Bu önemli meseleyi biraz açalım.

Diller derece derecedir.

1. Önce "İlim Dili" veya "Mantık Dili" üzerinde duralım. İlim dili âlimler tarafından tanımlanmış kelimeleri ve kavramları içerir, taşıdığı mânâ gayet net ve açıktır. Bilenler için kesindir. Bilmeyenler de her zaman öğrenebilirler.

2. "Hukuk Dili" ise insanlar tarafından tanınsın tanınmasın, herkes tarafından yani o dili bilenler tarafından kullanılan cümleleri içerir. Baştan tanımlanmış değildir ama hukukçular onlara tanımlayarak mânâ verirler. Söylendikten ve yazıldıktan sonra tanımlanır. Bu dil ülkenin dilidir.

3. Bir de "Sanat Dili" vardır. Bu dil de seslerin yaşadığı, hayatın çağrıldığı dildir. Belli bir kuş cıvıltısı ile uyanan kimseler "kuş" deyince o sesi duyarlar. "Turnalar uçun, yayladan geçin" dendiği zaman, bunun etkisi ancak o yaylalarda yaşamış ve oradaki hayatı görmüş kimseye vardır, bu ifadenin onun üzerindeki insana etkisi başkadır. Şehirde büyüyüp ne turna görmüş ne de yayla görmüşse, ona etkisi hemen hemen hiç yoktur.

4. Nihayet bir "bucakta konuşulan dil" vardır, "Bucak Dili" vardır. Bu dil komşu bucaklardan farklıdır. Aynı bucakta yaşayanlar her gün birbirleriyle karşılaşmakta, alışveriş yapmakta, birlikte benzer olaylarla karşılaşmaktadır. Bu dil yazı dilidir. Çünkü buradaki ifadeler soyuttur, somut değildir. "Ağaç" dendiği zaman ağacın kendisi akla gelir ama herhangi bir ağaç gelmez. Oysa ocaklarda konuşulan dilde tamamen soyutluk vardır. Orada "kapı" deyince belli kapı gelir, "at" dendiğinde belli at gelir. Bu dil ancak her saat (24 saat) beraber yaşayıp özel ilişkilerde bulunan kimseler arasında doğar. O ocağın dışında olanlar o konuşmalardan bir şey anlayamazlar. Bu dil yazı ile ifade edilemez, sadece konuşma dilidir.

İşte, kimileri arasında konuşulan dil şifre gibidir, sadece onlar anlar, diğerleri anlamaz. Bazı kavramları halk anlamaz, başkaları anlamaz, onlarla devamlı ilişki hâlinde olan anlar. Dil meselesini çözmek için meseleye bir de bu boyutları ile bakmak gerekiyor. Dil meselesinin daha başka yönleri de var; onları da bir başka yazıda yazarız.


Yazımın başında Türkiye ve dünyadaki "zulüm"den, "zalim düzen"den söz ettim...

'Ben Millî Görüş gömleğimi çıkardım'' diyen zat dil olarak acaba ne kastetmişti?!.

Aynı zat bir yıl önce bize; 'Ben başından beri Adil Düzenci değildim!' dedi!!!

Soruyoruz: Peki, o zat "Adil Düzen/ci" değilse "zalim düzen/ci" midir?!.

Önceki ve Sonraki Yazılar