Emanetimizi verdiğimiz son nokta

Bir nefes alıp bir nefes verişi kadar ömrümüz. Her nefes yeni nefes için ölüm. Her veriş yeni nefes için diriliş. Ölüm hepimizi bir gün er geç tadacağı bir varoluş.  Bazımıza erken uğruyor, bazımıza geç. Erken uğrayanlara üzülüyoruz, daha yapacakları vardı diye.  Geç uğrayanlara seviniyoruz, her şeyi gördü, ya da kurtuldu diye. Ölümü yaşa ve yaşantıya göre hak edilebilir ya da hak edilmeyebilir kılıyoruz. Oysa ölüm yaşla, yaşantıyla hak edilebilecek bir şey değil; sadece vefat eden bireyin bu dünya da yapacaklarının sonunun geldiğini  ve diğer yaşama geçtiğini hatırlatan bir varoluşsal olgu.

Bu varoluşu ya da bu varoluşsal olguyu nedense anlatmayı, duymayı, görmeyi çoğumuz istemiyoruz ve görmezden geliyoruz. Hatta Allah geçinden versin konuşma öyle, bu konuyu geçelim diyoruz, ya da cenaze evlerinden, mezarlıklardan hemen uzaklaşmak istiyoruz. Ölüm bu kadar mı ürkütücü, ya da mezarda toprağın altında tek başına kalmak mı ürkütücü, ya da ürkütücü olan ölüm değil de biz miyiz, kendimize, yaptıklarımıza ve ettiklerimize güvenemeyişimiz mi?

Evet ölümün kendi,  ritueli ve sonrasında getirdikleri ile bize ürkütücü geliyor. Nefesimizin çekilişi, bedenimizin soğuması ve çuval gibi olması, sonra toprağın altında soğukta yalnız kalmamız ve en önemlisi de gömüldükten sonra başımıza geleceklerin belirsizliği, ya da hesabımızın belirsizliği.

İşte insanoğlu belirsizliğe tahammül edemiyor. Belirsizlikte nasıl başa çıkacağını bilemiyor çünkü her şeyi   özde kontrol ederek başa çıkacağımızı düşünüyoruz..Sözde kontrol etmek diyorum çünkü kendi duygularımızı, düşüncelerimizi, davranışlarımızı kontrol edip erdemli  yaşabilmek yerine maddi çıkarlarımıza, dürtülerimize, arzularımıza yenik düşüp  bir çok değerimizi göz arda ediyoruz ya da çevremizdeki insanların duygularını, düşüncelerini ve davranışlarını kontrol etmeye çalışıyoruz. Kısacası yaptıklarımızın esasında çok maddi, geçici olduğunun ve anlamsız olduğunun farkındayız ama değiştiremiyoruz ve kendimizi kandırıyoruz..

Oysa ÖLÜM  sözde kontrolümüzün olmadığı, yalandan fanuslar yaratıp yaşamayacağız, kendimizi kandıramayacağız tek yer . Her milletin, her cinsin, her zenginin, her fakirin , her profesörün , her kapıcın vb her bireyin sadece kendi olacağı, kendinin olmak zorunda olduğu yegane yer ÖLÜM.. Varoluşsal olarak çırılçıplak olduğumuz yer ÖLÜM. Kısacası ÖLÜM var olmayı tanımlamak için en büyük hediye.  

Bu hediyeye sahip çıkabilmek için ölümü  olumlu anlamlandırsak ve ona göre anlamlı yaşamaya çalışsak dünyada din, ırk , kültür fark etmeksizin neler değişir. Neler mi ? Başta bizim günlük algımız değişir.Olumsuz yaşantılara, kimin ne dediğine , ne marka giydiğimize, ne kadar para kazanmamız gerektiğine değil de; kime yardım edebileceğimize, olumlu hangi özelliklerimiz olduğuna, ne giyersek giyelim yine insan olduğumuza ve insani değerler taşıdığımıza odaklanırız..Ve ÖLÜMÜN kendi, ritueli ve  sonrasında getirdikleri ile bize ürkütücü gelmez.

.Nefesimizin çekilişine seviniriz, bedenimizin toprakla bütünleşeceğini, toprağı ve diğer canlıları ve nesilleri besleyeceğini ve toprağın altında ruhumuzun diğer ruhlarla ve Yaratanla beraber olduğunu ve en önemlisi de gömüldükten sonra başımıza geleceklerin çok da belirsiz olmadığı düşünürüz…

Bütün bunları bu hafta niye mi yazdım. Ölümü hediye gibi idrak eden,  ona göre yaşayan , ve Kurban Bayramında Yaratana giderek bize bunu  hatırlatan canım arkadaşım Fatma Betül Aysan Bedir’ e itafen yazdım. Canım arkadaşım Mekanın cennet olsun,  o tebessümlü yüzünle oralarda, ötelerde karşılaşma dileği ile .Yaratan ailene, eşine ve tüm seni sevenlerine sabırlar versin.

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum