Erdoğan’ın 2012 stratejisi ve evrimi algılayamayan siyasetler

Tartışmanın başlığının ve tanımının ne olduğundan çok, Türkiye’nin mevcut tartışmalar içinde derin ve sarsıcı bir politik evrim geçiriyor olması önemlidir. İster kutuplaşmanın iktidar tarafında, ister karşısında yeralınsın ve neresinden bakılırsa bakılsın siyasi rejim eski alışkanlık ve düzeneğinden uzaklaşıyor, yeni bir teorik çerçeve ve pratik kazanıyor. Bu değişimle birlikte eski politik elitlerin ve sosyal aktörlerin de yerlerini yenilerine bırakmalarında şaşacak bir şey yoktur. Bu, başka ülkelerdeki değişimlerde de rastlanan, bizim tarihimizdeki kritik dönüşümler sırasında da yaşanan vakıadır.

Bu değişimin özellikle CHP çevrelerince laiklikten uzaklaşma olarak tarif edilmesi, eski propagandanın hâlâ geçerli olabileceği umuduna yapışmaktan fazla bir anlam ifade etmiyor. O propagandanın halk nezdinde gördüğü itibar 22 Temmuz 2007 genel seçimlerinde doruk noktasında ölçüldü ve suçlanan iktidar partisi yüzde 47, buna karşılık suçlayan CHP yüzde 20 ile yarışı bitirdi. Hatta AK Parti iktidarının ya CHP’nin tek başına, olmadı MHP ile koalisyon yaparak sonunun geldiğini kesin inançla dile getirenler, 23 Temmuz sabahı müstakbel koalisyon senaryosunun toplam oyunun bile iktidar partisinin 11 puan gerisinde kaldığını gördüler.

Mesele, siyasi rejimle birlikte politik kültürün de geçirdiği evrimi algılayamayan siyasetlerin değişime uyum sağlayamamalarıdır. Gerçek ile tahayyül arasında kalakalmış siyasi seçenekler, olan biteni idrak etmekte zorluk çektikleri gibi, sorunları hangi ucundan tutacaklarını da bilemiyorlar.

Mesela 2007 seçimlerinden bu yana CHP ve MHP’nin eleştirilerini altalta yazsak hangisinde gerçek duruma hitap eden ve kendilerinin iktidar partisine alternatif olarak kabul edilecekleri bir tek öneri veya teklife rastlayabiliriz?

Türkiye’de siyasi rejim, -bu sütunda birkaç kez hatırlattığım gibi- Başbakan Erdoğan’ın 1996’dan bu yana yakın ilgi duyduğu başkanlık sistemi yolunda değişim geçirmeye devam ediyor. Eğer Erdoğan bu değişimin hakkını verir de seçim barajını düşürür (hatta sıfırlar) veya dar bölge sistemini uygulamaya başlarsa başta siyasi partilerin bugünkü nüfuzlarından çok şey kaybettiğine tanık olacağız. Bu ise siyasi kültürümüz açısından çok hayırlı bir toplumsal dönüşüme zemin oluşturacak.

Dar bölgeye (veya sıfırlanmış baraja) göre siyaset yapacak politikacının kaderi artık parti liderinin elinde olamayacak. Bu sistem sayesinde siyaset hakiki anlamıyla sokakta ve halk arasında yapılabilecek. Siyaset, partilerin delege vesayetinden kurtulacak.

Bu büyük değişim nedeniyle siyasetin gerçekten yorucu bir uğraş haline geleceğini gördüklerinden olsa gerek, bir politikacı profili bu evrimden ve değişimden pek mutlu değil. Halktan kopuk, onu küçümseyen ve sokağın sorunlarıyla uğraşmaktansa ideolojik sıkışmışlıklarına bütün ülkeyi ve toplumu mahkum ve mecbur etmekle vakit geçiren bu siyasetçi türünün yeni siyaset evreninde kendini rahat hissetmeyeceğini kestirmek zor değildir.

Kabinenin yasama için seçilmiş vekillerden oluştuğu bir hükümetin yasamaya ve halka hesap vermesindeki karmaşa ile, yasamanın sadece kendi işini yapacağı, buna karşılık seçilmiş cumhurbaşkanının atadığı sekreter kabinesinin de her türlü politik dalgalanmadan uzakta kendi işine bakacağı sistemi karşılaştırdığımızda siyasi rejimin başkanlık sistemine evrilmesine canı gönülden destek vermek gerektiğine ikna oluyoruz.

Böyle bakınca Başbakan Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı seçiminin yapılacağı 2012’ye dek anayasa değişikliği ile başkanlık sistemini uygulamaya koyabileceğine dair işaretlerin güç kazanmaya başladığını söyleyebiliriz. Erdoğan’ın 2012’de Gül’ün yerine Meclis tarafından cumhurbaşkanı seçileceğini öngören varsayımların doğru çıkmayabileceğini daha önce de yazmış biri olarak, yürütmenin bu gücüyle yerinde kaldığı bir siyasi rejimde, Erdoğan gibi, icraatın başında bulunmaktan başka bir role ne zihnen, ne de psikolojik olarak hazır olmayan bir politikacının protokoler bir işlevle Çankaya’ya çıkmasının hiç beklenmemesi gerektiğini hatırlatmamda fayda var.

O halde Erdoğan’ın 2012 stratejisi, eğer bir yol kazası yaşanmazsa, Türkiye’yi başkanlık sistemine geçirmesi olmalıdır. Cumhurbaşkanının halk tarafından seçildiği (zaten anayasal olarak halen böyle) ve yürütmenin Meclis dışından bir sekreter kabinesi olarak oluşturulacağı, buna karşılık Meclis’in yürütmeden tamamen ayrılarak kendi yasama işine odaklanacağı bu yeni siyasi rejime doğru yaşanan evrimi algılayamayan siyasi seçenekler bugünkü durumlarından çok daha geriye gitmekten kurtulamayacaklar.

Mevcut muhalefetin en çok yapabildiği şey, siyasi rejimdeki bu evrimi durdurmaya çalışmaktan ibarettir. Oysa yasamanın gerçekten yasama, yürütmenin de gerçekten yürütme olabileceği bir rejimi demokratikleşmenin ileri aşaması olarak selamlamaları gerekirdi. Fakat onlar, bu yeni rejimde rekabet güçlerinin iyice zayıflayacağını farzederek değişimin önünü almaya çalışıyorlar.

Yarışmaktan ve çaba gösterip başarılı olmaya çalışmaktan bu kadar çekinen bir muhalefetle Türkiye nasıl dengesini bulacak Allah aşkına!

 

Önceki ve Sonraki Yazılar