Ey Halkım!

Güzel bir İstanbul gecesi…

Mübarek Şehir güneşi karşılamaya hazırlanıyor, martılar kısmetlerine düşecek simit tanelerini kapmak için sabırsızlanıyordu.

Sabah Namazını İcadiye Camii’nde eda eden Nazmi Efendi, Karaköydeki eskici dükkanının paslı kilidini açmak için yavaşça oturduğu yerden doğruldu ve Fıstıkağacı’na doğru yürümeye başladı.

Sabahın ilk ışıkları 06.45’te kalkacak mağrur Şehir hatları vapurunun güvertesinden içeri sızarken, Nazmi Efendi simitçi fırınından çoktan çıkmış aheste adımlarla iskeleye doğru ilerliyordu. Mihrimah Sultan Camiî, tarihi heybetiyle şehri selamlarken, buz gibi bir ses Nazmi Efendi’nin yorgun kalbini adeta yerinden çıkardı:

-Hey ihtiyar! Nereye gidiyorsun? Sokağa çıkma yasağı var bilmiyor musun?

Nice Eylüller görmüş, baharları ve kışları harmanlamış 50’li yaşların olgunluğunu yaşayan adam neye uğradığını şaşırdı:

-Yok evladım, bilmiyordum. Ne sokağa çıkma yasağı? diyebildi.

Ordunun gece yarısı darbe yaptığından habersiz olan Nazmi Efendi, normal yaşantısına devam ederken, özgürlüklerinin  elinden alındığını iliklerine kadar hissetti.

Yasağa uymayan (!) ihtiyar adam, Ahmediye Meydanı’nda kurulan geçici karakola götürüldü. O günden sonra İcadiye’nin çocukları, Nazmi Amcalarını bir daha göremedi.

----------------------------------- 

Bu hikaye bizi -Ergenekon’la ve terörle yatıp kalktığımız günlerde- Türkiye’nin darbeler tarihine götürdü. Daha doğrusu hiç bir zaman olmayan Demokrasi Tarihine!

Bu ülkede her şey halk adına, halk için ve ne yazık ki halka rağmen yapıldı. Kim ne yaptıysa halk için yapıyorum dedi. Üstelik halkın ne istediğine bakmaksızın yaptı.

Osmanlı Cihan Devleti’nin son döneminde zuhur eden ‘’Aristokratik Meşrutiyet’’, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde yerini ‘’Oligarşik Cumhuriyet’e’’ bırakmıştı.

1946 yılında açık oy gizli tasnif ile ucube bir başlangıç yapılan sözde demokrasi denemesi 1950’de % 57’lik Demokrat Parti iktidarı ile yeni bir ivme kazanıyordu ki; Milleti hor gören ‘’sırça saray sakinleri’’ bunu hazmedemeyerek 1960 ta ‘’bir başbakanı’’ idam sehpasına gönderdi.

1971-2003 ve 2004 yıllarında bilinen 5 darbe denemesinin, 1980 askeri darbesi ve 28 Şubat 1997 de yapılan Postmodern darbenin insan onurunu aşağılayıcı etkileri devam ederken, maâlesef bu ülkede bir başbakanın asılmasını -o dönemde toplumsal bir coşku vardı diye- öven Danıştay üyeleri oldu. Bırakın A Partisini B Partisini, her şeyden önce insan olarak bu kişiliksiz yaklaşımlardan utanç duymak lazım.

Şöyle veya böyle, ortalama on yılda bir Türk Milleti’nin başına silah dayanıyordu. Peki bu ilelebet böyle mi gidecekti? Eninde sonunda bu çarkın kırılması gerekmez miydi?

Ey Halkım!

Siyasi görüşünüz ne olursa olsun, hangi partiyi destekliyorsanız destekleyin. Ama demokrasiye bu kadar yaklaşmışken asla taviz vermeyin!

Siz siz olun ‘’Dağdaki çobanın oyu ile benim oyum bir olamaz’’ diyen kaf dağı kargalarına, çakma aydınlara, lolipop marmelatlara itibar etmeyin!

İtibar edersek, sonucuna katlanmak zorundayız…

Zira, kendi düşen ağlamaz!

Bir sonraki yazımızda buluşuncaya kadar, yüreğinizden sevgi, yüzünüzden tebessüm eksik olmasın efendim… Muhabbetle kalınız…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.