Lütfi AYHAN
GASSAL'DAN SONRA MEZARCI (MI?)
Üç asra yakındır her alanda dünyaya hâkim olan Batı medeniyetinin ölüme ve sonrasına bakışı ile, bir zamanlar dünyaya adalet, iyilik ve güzellik dağıtan İslam medeniyetinin aynı konudaki bakışı birbirine zıttır. İslam medeniyeti insanlara, “Her nefis ölümü tadacaktır.”, “Ağzınızın tadını kaçıran ölümü sıkça anın.” derken; Batı medeniyeti ise, “Bu dünyada mutlu olmaya bak.”, “Ölümü ve sonrasını mümkün olduğu kadar aklına getirme.” Yaklaşımındadır
KİM BUNLAR?
Sümeyye Karaarslan, Şeyma Eraz Çelik, Hayriye Gül Totu, Bahar Mızrak… Herhalde çoğunuz da benim gibi bu hanım isimlerini yeni duymuşsunuzdur. Bu isimler size neyi, neleri hatırlatıyor? İnsan dediğimiz mükemmel varlık, maddi ve manevi yapısı ile çok karmaşık, pek gizemli bir senteze sahiptir. İnsan, sadece etten ve kemikten müteşekkil bir varlık değildir. Onun gönül, ruh, vicdan, akıl gibi manevi yanları da vardır. Sağlıklı insanlar, bu iki yapıyı dengeli kullananlardır. İnsanı gerçek manasıyla tanımadan ne hayatı hakkıyla anlayabiliriz ne de hakikate vasıl olabiliriz.
KIZ ÇOCUKLARI OKUMALI MI?
Cumhuriyetin ilk yıllarında, gerek Osmanlı’dan tevarüs eden kültür icabı gerekse yeni kurulan devletin eğitim politikaları (Batı özentisi olması, din dışılığın esas alınması) sebebiyle dindar/muhafazakâr aileler, kızlarını okutma konusunda tereddüt ve korkular yaşamışlardır. Bu görüşlerinde haklı olduklarını; hem Osmanlı’nın son döneminde hem de cumhuriyetin ilk yıllarında okuyan kızların (aynı şey erkekler için de geçerlidir) çoğunun kendi kültürüne yabancı, asırlık düşmanımız olan Batı’ya hayran, milletinden ve onun değerlerinden kopuk “saksağan yürüyüşlü” halleri aileleri ürkütüp korkutmuştur.Nasıl korkutmasın ki? İslam’ın müminlere gösterdiği en büyük amaç, Allah’ın rızasını elde edip böylece cenneti kazanmaktır. Hangi vicdanlı ve akıllı ebeveyn, yavrularının bu büyük kazançtan mahrum kalmasına, cehennem gibi sonsuz bir ızdırap diyarına düşmesine razı olur?Bu ve buna benzer düşünceler, dindar aileleri kızlarını okutmaktan uzaklaştırmıştır.
SİNEMA, TİYATRO, İLETİŞİM, GAZETECİLİK, MÜZİK…
Dindar kesim, kız çocuklarını doktor, Kur’an kursu öğretmeni, anaokulu öğretmeni, ebe, hemşire gibi mesleklere yönlendiren okullara göndermiştir. Dindar insanlar, bırakın kız çocuklarını, erkek çocuklarını bile diğer alanlara (mesela sinema, tiyatro, gazetecilik…) asla yönlendirmemiştir. Bu meslekler, dindar insanlar için “lüzumsuz”, hatta “günah” mesleklerdi.Matbaayı, gazeteyi, radyoyu, televizyonu ıskalayan muhafazakâr sınıf; aynı şekilde sinemayı, tiyatroyu da ıskaladı. Son 15-20 yılın en tesirli iletişim aracı hâline gelen internet ve türevlerine, bizim kesim Allah’tan “dindar”, “muhafazakâr” insanların başını çektiği bir iktidar döneminde girdi de fazla geri kalmadı.Düşünün ki internet çağına “laik, seküler” bir iktidar döneminde girseydik, devlet eliyle çekilen diziler ve devlet desteğiyle yapılan din dışı propagandalarla ne hâle gelirdik?AK Parti iktidarının, eski muhafazakâr hükümetlere göre başarılı olduğu alanlardan biri de iletişim ve sanat alanıdır. TRT’nin çektiği tarihî diziler (Fetihler Sultanı Mehmet, Alp Arslan, Melikşah, Diriliş Ertuğrul, Kuruluş Osman, Selahaddin Eyyubi, Ebu’l Vefa, Kuşlarla Yolculuk...) buna birer misaldir.
GASSAL: ZİRVELERE DOĞRU
Girişte yazdığım isimlerden ilk ikisi, Gassal dizisi ile ilgili hanımların adlarıdır:
- Sümeyye Karaarslan: Gassal dizisinin senaristi,
- Şeyma Eraz Çelik: Aynı dizinin yapımcısı,
- Hayriye Gül Totu ile Bahar Mızrak: Çamlıca Camii’nin mimarlarından.
Bu hanımların ortak yanları; başörtülü olmaları ve büyük işlere imza atmış bulunmalarıdır. Bu hanımefendiler, dindar/muhafazakâr kesimin (en azından bir kısmının) “kızlar okumamalı” görüşüne zıt olarak okuyup başarılı olmuşlardır.Ben bu yazımda, Gassal dizisinin başarılı senaristi, hemşehrimiz Sümeyye Karaarslan Hanımefendi’den kısaca bahsetmek istiyorum. Çok etkili ve tesirli bir dizinin senaristiyle ilgili bir sanat yazısı yazacak değilim. Bu benim alanım değil. Bendeniz, kendi çapında bir sosyal bilimci olarak konuya farklı bir açıdan yaklaşacağım.
NİÇİN BİR MUSTAFA AKKAD’IMIZ YOK?
Sinema, çağımızın en etkili sanatıdır. Bizim ve tüm dünyanın içine düştüğü maddi ve manevi buhran ise ortadadır. Bu hastalığa çare olacak reçete de bizde mevcuttur.
İşte özelde Gassal, genelde ise bu tip filmler ve diziler, insanların asırlardır aradıkları hakikate birer merdiven mesabesindedir. Âdemoğullarına iki cihan saadeti kazandıracak reçeteyi ulaştırmak Müslümanların vazifesi değil midir? Bunu nasıl başaracağız? Vaaz kürsüleri ve dinî kitaplar bu iş için yeterli mi? Bunun en etkili yollarından biri sinema ve diziler olabilir mi?Gassal ve onun gibi yapıtlar, bu yolda atılmış büyük adımlardır. Bizim dinimiz, tüm Âdemoğullarına gönderilmiş bir dindir; peygamberimiz de “âlemlere rahmet olarak gönderilmiş” bir peygamberdir. Âdemoğullarına sanat yolu ile gerçeği ulaştırmak da müminlerin boynunun borcudur (Mustafa Akkad’ın Çağrı filmi örneğinde olduğu gibi).
Nereden nereye, değil mi? Dünyamız üç yüz yıldır zalim, katil, acımasız bir sisteme (Batı’ya) mahkûmken; dünyayı kurtaracak “batmaz ve bereketli güneşin” doğuşunu zorlayan aparatlardan biri olan sinema sanatında, “kızlar okumamalı” görüşüne inat okuyup mükemmel bir senaryo yazan Sümeyye Karaarslan’ın bu doğuşa destek vermesi pek manidar değil midir?
Sümeyye ve Şeyma Hanım’lardan, Gassal’dan sonra “Mezarcı”yı beklediğimizi hatırlatıyorum. Çünkü sonsuz yolculukta Gassal durağından sonra “mezar durağı” vardır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.