Dr.Mehmet BOZKURT

Dr.Mehmet BOZKURT

GÜNLÜK YAŞAYIŞIMIZDA YAPTIĞIMIZ YANLIŞLAR(1)

1.BİR HABERİ ARAŞTIRMADAN İNANMAK, PROPAGANDAYA KAPILMAK

“Ey iman edenler, herhangi bir fâsık size bir haber getirecek olursa, onu iyice tahkik edin, doğruluğunu araştırın. Yoksa, gerçeği bilmeyerek, birtakım kimselere karşı fenalık edip sonra yaptığınıza pişman olursunuz.“(Hucurat Suresi 6. Ayet)

Yukarıdaki ayeti kerimede bildirildiği gibi duyduğumuz her haberi doğruluğundan emin olmadan inanmamamız konusunda uyarılıyoruz. Bu özelde de genelde de böyledir. Mahalle ölçeğinde olsun memleket ölçeğinde olsun farketmez. Ben genelden örnekler vermek istiyorum.

Medyanın birinci görevi tarafsız bir habercilik yapmaktır. Ancak günümüzde medya bu ayetteki fasık misali kitleleri yönlendirmek onları belli odakların menfaatleri doğrultusunda düşündürmek ve algı operasyonları yapmak için kullanılmaktadır. Milletimizi bölüp parçalamak isteyen dış güçler içimizde işbirlikçileri vasıtasıyla etnik gruplar ve mezhepler arasında ihtilaf çıkarıp çatıştırmak istemektedir. Bu tür yıkıcı ve bölücü faaliyetlerine aralıksız devam etmektedirler. Bunun için asparagas ve asılsız haberlerle belli toplum kesimleri belli kesimlere karşı devamlı tahrik edilmektedir. Tarihi birçok olay da aynı şekilde saptırılarak yanlış olarak hala anlatılmaktadır. Bunlardan biri Kubilay hadisesidir. Kubilay olayı uyuşturucu kullanan bir serseri grubunun genç bir teğmeni öldürmesi irticai kalkışma olarak takdim edilmiş ve gerçekler ortaya çıktığı halde hala öyle takdim edilmektedir. Bu olayla Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren dindarlara baskı ve zulüm artırılmıştır. Bir başka olayda da Mayıs 2006 da Danıştay baskınında bir hakimgüpegündüz öldürülüyor, katil elini kolunu sallaya sallaya çıkıyor, önceden planlı bir şekilde kameralar bozuluyordu. Tesadüfen bir polisin dikkati ile katil yakalanıyordu. Olayın hemen ardından daha olay aydınlanmadan Cumhurbaşkanı Sezer bu işi irticacıların yaptığını söyleyerek (irticacı diye dindarları kastettiği için) dindarları suçluyor, Danıştay Başkan vekili Hanım da katilin ‘’ Allahüekber ‘’ dediği yalanını söylüyor. İş bununla da kalmadı, ilgili mahkeme yeterli araştırma yapmadan dosyayı örtbas etmeye çalıştı. Eğer o gün katil yakalanmasaydı olacakları tahmin bile edemiyorum. 32 kısım tekmili birden bir kumpas ancak bu kadar olur. Bu şekilde komplolar hükümeti yıkmak milleti huzursuz etmek için yapılıyor.

Buna benzer düzmece iki olay da Aczimendi Lideri Müslüm Gündüz ile Fadime Şahin ve Ali Kalkancı ile Emire Kalkancı olaylarıdır. Bu olaylar 28 Şubat’a giden yolda döşenen taşlardır. Müslüm Gündüz ilkin Ankara sokaklarında cübbesi ile bastonu ile kalabalık bir Aczimendi grubu halinde zikir çektirilerek dolaştırıldığı görüntüler medyada günlerce servis edilerek ve tartışılarak toplumun sinir uçlarına dokundurulmuştu. Arkasından da Fadime Şahinle kalabalık bir medya ordusu ile basılmıştı. İkinci olarak Ali Kalkancı şeyh yapılarak gündeme sürülmüş karısı Emire ile uygunsuz haberler yapıldı. Şeyh ve zina kavramları birlikte topluma subliminal değil doğrudan empoze edilmeye çalışılıyordu. Bu ve benzeri tezgahlar sonucu toplum nezdinde cemaatler ve tarikatlara itibar suikastı yapılmıştır. İslam düşmanları böyle iğrenç komplolarla bir toplum mühendisliği ile toplumun manevi dinamikleri ve değerleri ile oynamış ve bu değerleri aşağılamıştır. Maalesef dünyada da bu böyledir. Özellikle sosyal medya yalan yanlış haberleri yaymak için belirli odaklar istihbarat örgütleri tarafından kullanılmakta ve bunda başarılı da olmaktadırlar. Bunun sonucunda kitleler sokağa dökülmekte halk galeyana getirilerek kaos meydana getirilmektedir. Hatta hükümetlerin icraatlarına engel olunmaktadır. Bunların o kadar çok örnekleri var ki saymakla bitmez. Ülkemizde Suriyelilere karşı aleyhte oluşturulan kampanya ile yer yer çatışmalar meydana getirilmiştir.

Bu nedenle başta da ayette belirtildiği gibi haberleri araştırmadan tahkik etmeden inanmamalıdır. Merhum Mahir Kaynak böyle olaylar gerçekleştiğinde bu olay önce kimin işine yarayacak sorusu ile failin bulunabileceğini söylemektedir.

Buna bir misal daha vermek istiyorum. 1993 yılında Uğur Mumcu bir suikast sonucu öldürülünce hemen irticacı kuruluşlar suçlandı ve cenazede toplanan kalabalıklarKahrolsun Şeriat diye bağırtıldı. Kahrolsun şeriat diyenlerin hepsi İslami manada dinden çıkmış kafir olmuştu. Fakat gerçek katil bulunamadı. Çünkü derin devlet Uğur Mumcuyu PKK ile ilgili ulaştığı bazı belgelerden dolayı öldürmüştü. Yani yalan haberle halk galeyana getirilmiş ve dindarlar suçlanmıştı. Devlet istese katilleri anında yakalar.

Dostlar bugün o haldeyiz ki, herkes kendi dünya görüşüne uyan haberlere doğru mu yanlış mı demeden hemen inanıyor. Haber asparagas çıkınca mahcup oluyor veya gene o habere inanmaya devam ediyor. Bunun için büyüğümüz Muharrem Nureddin Coşan Hocamız bize Kritik Analitik Düşünce sistemini öğretti. AKRA Media’da bunun için ‘’Eleştirel Medya Okur Yazarlığı ‘’ ve ‘’ 30 Günde Düşünme Egzersizleri’’ dosyalarını okuyup incelemenizi tavsiye ederim.

2.KANAAT ETMEMEK VE TAMAHKARLIK

Çoğu insan kanaat nedir bilmez. Günümüzde teknolojinin her gün yenilenmesi ve gelişmesi ve insanlara sağladığı konfor tüketim çılgınlığını kamçılamakta ve hırslarının tutkularının esiri yapmaktadır. Böyle olunca da insanların geliri giderine yetmemektedir. Bunun için de birçok insan ya çok çalışır gece gündüz yoğun mesai yapar veya meşru olmayan yollara tevessül ederler. Evine ailesine çocuklarına zaman ayıramazlar. Aile içi sorunlar başlar. Aslında ayağımızı yorganımıza göre uzatmamız lazım. Hadisi şerifte iktisat eden fakirlik görmez buyuruluyor. Kanaat tükenmez bir hazinedir derler.

3.TOPLUM İÇİNDE DAVRANIŞLARIMIZ İLE İLGİLİ YANLIŞLAR:

İnsanların çoğu gurur ve kibirleri yüzünden çevresi ile iletişim kurmakta zorlanır. Bunun sonucunda ortamdan dışlanır, kimseyi beğenmez kimse de onları beğenmez. Sert mizaçlı olunca da aynı şekilde sevilmez. Yalan dedikodu ve iftira gibi kusurlar da çevrede güvensizlik oluşturur. Dolayısıyla bu ve benzeri kusurlar başarıları engeller, Bir asker arkadaşım ve meslektaşım vardı. Sert mizaçlı bir doktordu. Benden bir sene sonra İstanbul’un büyük bir hastanesinde Radyoloji Şefi oldu. Hastanede diğer Radyoloji Şefi ile arası açıldı. Asistanlarının diğer şefin asistanlarıyla görüşmesini yasakladı. Diğer bölümde olan cihazlar bu bölümde yoktu. O nedenle asistanlarının eğitimi yarım kaldı. O sıralarda ultrason yeni yaygınlaşmaya başlamıştı. Bizim asistanlık devremizde ultrason yoktu, uzmanlığımızın ilk yıllarında ultrason özelde İstanbul’da iki üç yerde vardı. Uzatmayayım, bu arkadaş benim gibi hoca olmasına rağmen eski radyolog olduğundan ultrasonu bilmiyordu ve maiyetindeki başasistan ve asistanlardan öğrenmek istedi. Bu sert mizacından dolayı kimse de ultrasonda yardımcı olmadı ve ultrasonu öğrenemedi. Muayenehanesinde sadece konvansiyonel röntgen vardı. Sonunda muayenehanesini kapatmak ve emekli olmak zorunda kaldı.

Buna benzer birçok hoca bilirim asistanının yanındaki yardımcısının gelişimini destekleyecek yerde onları köstekler. Bölüm başkanlarının sırf kapris ve çekememezlikten dolayı o birim veya bölümlerde çalışanların illallah dediklerini bilirim. Birçok üniversitede bölüm başkanları maiyetindeki asistan ve uzmanların önünü açacak yerde ama ideolojik ama kaprisi nedeniyle engeller.

Meşhur sözdür ‘’Söz ola kese savaşı, söz ola kestire başı’’ Yine bir söz daha vardır ‘’ Tatlı söz yılanı deliğinden çıkarır’’. Konuşmada üslup başarıyı doğrudan etkileyen bir faktördür.

Empati yapmak birçok yanlış davranışı önler. Karşımızdakinin durumunu düşünerek, kendimizi onun yerine koyarak davranmak ve konuşmak yanlış anlama, lüzumsuz tartışma ve kavgaları önler. Ayrıca karşımızdakini dinlemek biraz zaman alsa da sonuçta onun kalbini kazanmaya veya bizim için muhtemel bir fırsatı kaçırmamaya yarayabilir. Karşımızdakinin müşkülünü halledebilir. Hekim olarak hastalarımızla ilişkilerimizde sık sık karşılaşırız. Hastalarımızın söyledikleri bazen çok saçma gelir, bizi haksızlık yapmakla ayırım yapmakla suçlayabilirler. Vatandaşın çoğu Radyolojide bizim sistemimizi çalışma tarzımızı bilmez. Bunu anlatmamız da kolay değil. Bu nedenle suçlamalara çoğu sabretmek zorunda kalırız.

4. ÖN YARGI

Önyargı veya peşin hüküm genel bir hastalık veya kusurdur. Çoğumuzda karşımızdakini hemen kusurlu ve suçlu görme düşüncesi ve eğilimi vardır. Karşımızdakini dinleme gereğini duymayız. Empati yapabilirsek bu yanlışa düşmeyiz. Karşı iki taraf arasında hüküm verirken hakim iki tarafı da dinler, davalının savunmasını alır. Yoksa adaletli karar veremez. Günlük yaşamımızda da birisi hakkında iletişim kopukluğu da varsa ön yargı ile yanılmak büyük ihtimaldir. Güngörmüş geçirmiş olgun insanlar böyle yanlışlara düşmezler.

Toplumda genellikle dindar kesimler ile laik kesimler arasında keskin bir ön yargı vardır. Bunu daha önce de yazmıştım. Dindarlar laikçilere din düşmanı gözüyle bakarlar, laikçiler de dindarlara gerici yobaz diyerek hor görürler. Bu tabii ortama ve yetişme tarzına bağlıdır. Aleviler ile Sünniler, Türkler ile Kürtler Solcular ile sağcılar arasında böyle zıtlaşma ve ön yargı her zaman mevcuttur. Aklı başında ve samimi olmak kaydı ile zıt dünya görüşünde olan insanlar karşılıklı konuşabilseler uzlaşma ve anlaşma sağlanabilir. Fakat bu uzlaşma ve anlaşmayı önlemek üzere merkez medya ben bildim bileli ayrılıkları körüklemektedir.

Olgun bir Müslüman’ın bakış açısı her gördüğünü hızır, her geceyi kadir bilecek bir düşünce yapısına sahiptir.

Ön yargı ile ilgili güzel bir kıssayı paylaşmak istiyorum.

Padişahın işi ne?

Sultan Murat Han o gün bir hoştur. Telaşlı görünür. Sanki bir şeyler söylemek ister sonra vazgeçer. Neşeli deseniz değil, üzüntülü deseniz hiç değil. Vezir-i a’zamSiyavuş paşa sorar:
- Hayrola sultanım canınızı sıkan bir şey mi var?
- Akşam garip bir rüya gördüm.
- Hayırdır inşallah.
- Hayır mı şer mi öğreneceğiz. Hazırlan dışarı çıkıyoruz.
Ve iki molla kılığında çıkarlar yola. Görünen o ki padişah hâlâ gördüğü rüyanın tesirindedir ve gideceği yeri iyi bilir. Hızlı ve kararlı adımlarla Beyazıt’a çıkar, döner Vefa’ya, Zeyrekten aşağılara sallanır. Unkapanı civarında soluklanır. Etrafına daha bir dikkatle bakınır. İşte tam o sırada yerde yatan bir ceset gözlerine batar. Ahali ile aralarında şöyle konuşma geçer:
- Kimdir bu?
- Aman hocam hiç bulaşma, ayyaşın biri işte!
- Nereden biliyorsunuz?
- Müsaade et de bilelim yani. Kırk yıllık komşumuz.

Bir başkası tafsilata girer. Aslında iyi sanatkârdır. Azaplar çarşısında çalışır. Nalının hasını yapar. Ancak kazandıklarını içkiye, fuhuşa harcar. Hem şişe şişe şarap taşır evine hem de nerede namlı, mimli kadın varsa takar peşine.

Hele yaşlının biri çok öfkelidir; isterseniz komşulara sorun, der, sorun bakalım onu cemaatte bir gören olmuş mu?

Hasılı mahalleli döner ardını gider. Bizim tebdil-i kıyafet mollalar kalırlar ortada. Tam vezir de toparlanıyordur ki padişah sorar:
- Nereye?
- Bilmem bu adamdan uzak durmayı yeğlersiniz sanırım.
- Millet bu, çeker gider. Kimseye bir şey diyemem. Ama biz gidemeyiz, şöyle veya böyle tebaamızdır. Defini tamamlasak gerek.

- İyi ya, saraydan bir kaç hoca yollar kurtuluruz vebalden.
- Olmaz rüyadaki hikmeti çözemedik daha.
- Peki ne yapmamı emir buyurursunuz?
- Mollalığa devam. Naşı kaldırmalıyız en azından.
- Yapmayın sultanım, bunun yıkanması var. Tekfini, telkini...
- Merak etme ben beceririm. Ama önce bir gasilhane bulmalıyız.
- Şurada bir mahalle mescidi var ama...
- Olmaz vefat eden sen olsaydın nereden kalkmak isterdin?
- Ne bileyim, Ayasofya‘dan Süleymaniye’den, en azından Fatih camiinden.
- Ayasofya ile Süleymaniye’de devlet erkanı çoktur. Tanınmak istemem. Ama Fatih Camiini iyi dedin. Hadi yüklenelim.

Ve gelirler camiye. Vezir sağa sola koşturur kefen tabut bulur. Padişah bakır kazanları vurur ocağa. Usulü erkanınca bir güzel yıkarlar ki naaş ayan beyan güzelleşir sanki. Bir nurdur aydınlanır alnında. Yüzü şakilere benzemez.Meçhulnalıncıyı kefenler, tabutlar musalla taşına koyarlar. Ama namaz vaktine hayli vardır daha. Bir ara vezir sıkıntılı sıkıntılı yaklaşır.
- Sultanım der, yanlış yapıyoruz galiba! Heyecana kapıldık sorup soruşturmadan buraya getirdik cenazeyi. Kim bilir belki hanımı, yetimleri vardır.
- Doğru öyle ya, neyse, sen başını bekle, ben mahalleyi dolanıp geleyim.

Padişah garip maceranın başladığı noktaya koşar. Sorar soruşturur, nalıncının evini bulur. Kapıyı yaşlı bir kadın aralar. Hadiseyi metanetle dinler. Sanki bu vefatı bekler gibidir. Hakkını helal et evladım der. Belli ki çok yorulmuşsun. Sonra eşiğe çöküp ellerini şakaklarına dayar. Biliyor musun oğlum diye dertli dertli söylenir! Bizim efendi bir âlemdi vesselam. Akşamlara kadar nalın yapar. Ama birinin elinde şarap şişesi görmesin, elindekini avucundakini verir satın alırdı. Sonra getirip dökerdi helaya.

Sonra malum kadınların ücretlerini öder eve getirirdi. Ben sizin zamanınızı satın aldım mı diye sorar, onlar da aldın derlerdi. Öyleyse şimdi dinleseniz gerek dedikten sonra çeker gider, ben menkıbeler anlatırdım onlara. Mızraklı ilmihal, Huccetül İslam okurdum ..

- Bak sen! Millet ne sanıyor halbuki.
- Milletin ne sandığı umurunda değildi. Hoş, o hep uzak mescitlere giderdi. Öyle bir imamın arkasında durmalı ki derdi, tekbir alırken Kâbe’yi görmeli.
- Öyle imam kaç tane kaldı şimdi?
- İşte bu yüzden Nişancı’ya, Sofular’a uzanırdı ya. Hatta bir gün, bak efendi dedim, sen böyle böyle yapıyorsun ama komşular kötü belleyecek. İnan cenazen kalacak ortada.
- Doğru öyle ya!
- Kimseye zahmetim olmasın, diye mezarını kendi kazdı bahçeye. Ama ben üsteledim iş mezarla bitiyor mu dedim. Seni kim yıkasın, kim kaldırsın?
- Peki o ne dedi?
- Önce uzun uzun güldü, sonra Allah büyüktür hatun dedi. Hem padişahın işi ne?

Allahü teâlânın öyle kulları vardır ki, halk onları bilmez. Hoş bazen kendileri de makamlarının farkında değillerdir. Hulus-u kalb ile boyun büker ümmet-i Muhammede, halifeyi müslimine dua ederler. Samimi niyazları ile zırh olurlar sultana. Bir seher vakti göz yaşı ile yapılan dua, binlerce topun yapamadığını yapar. Kralları yıkar, kaleleri paralar.

İşte nalıncı baba o adsız şânsız Allah dostlarından biridir. Asıl adı Muhammed Mimi Efendidir. Bergamalıdır. 1592 yılında vefat etti. Cenaze hizmetlerini bizzat padişah gördü. Ve mübareği evinin bahçesine defnetti. Kabri üzerine bir kubbe, içine bir çeşme koydurdu. Dahası bir tekke ile yaşattı adını. Türbesi Unkapanında, Cibali tütün fabrikasının arkasında, Harabzade Camii karşısındadır.

Dostlar yazını devamı haftaya inşaAllah.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.