İKİ DARBE ARASINDA…

İKİ DARBE ARASINDA…

 

 

Türkiye’nin yaşadığı post modern darbe 28 Şubat’a giden yolda tüm sıkıntıları bir TSK mensubu olarak yaşayan ve nihayetinde mecburi hizmet süresi olan 15 yılı tamamlayıp noktalamak istediği askerlik mesleğinden sürenin dolmasına 4-5 ay kala YAŞ (Yüksek Askeri Şura) kararı ile atılarak ayrılmak zorunda kalan Prof.Dr. İskender Pala “İKİ DARBE ARASINDA” isimli kitabında yaşadıklarını samimi bir dille kamuoyu ile paylaşıyor.

 

İskender Pala “Demokrasiye balans ayarı” beyanıyla “örtülü” bir darbe olduğu itiraf edilen süreçte adım adım ihraca doğru giden sıkıntılı günlerinde her şeye tuz biber olan ve belki de O yıl YAŞ gündemine alınarak ayrılmasına fırsat tanınmadan Ordu’dan atılmasını hızlandıran bir olayı anlatıyor.

 

Taksim’de Preveze Deniz Zaferi kutlamaları sebebiyle anıta çelek koyan dönemin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı bugünün Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan ile Kuzey Deniz Saha Komutanı İlhami Erdil arasında geçen bir diyalogu aktarıyor.

 

Bütünlüğüne dokunmadan kitaptan bu bölümü aynen aktarıyorum. Buyurun…

 

…………………………………………….

 

“Ha!.. Siz bizim İskender’den bahsediyorsunuz!..”

 

 

“Taksim’de anıta çelenk koyarken Kuzey Deniz Saha Komutanı ile Belediye Başkanı ayaküstü konuşurlarken konu Preveze ve Barbaros olduğu için söz dönmüş dolaşmış türbeye gelmiş. Aralarında aşağı yukarı şu mealde cümleler sarf edilmiş. İlhami Erdil:

 

“Sayın Başkan, Barbaros Türbesi’yle ilgili bazı açmazlarımız var. Siz de yardımcı olsanız da bazı restorasyon çalışmaları başlatsak.”

 

“Elbette Sayın Komutan, Belediye olarak biz ne gerekiyorsa yapalım, Barbaros bir Türk büyüğü her türlü yardımı hak eder.”

 

“Türbenin bize ait olan kısmının çalışmalarını tamamlıyoruz, ama bazı konularda türbenin bakım tutumu size ait. Çevre düzenlemesi, aydınlatılması, park donanımı vs. yapılmasında yarar var. Ekiplerinizden yararlanmak isteriz.”

 

“Türbenin aydınlatması konusunda bir teklifi biz de incelemiş ve konuya olumlu bakmıştık. Belki sizin proje ile bizimkini örtüştürebiliriz. Siz nasıl bir şey düşünüyorsunuz.?”

 

“Biz de araştırmacı bir Binbaşı var. Barbaros’un vasiyetini bulup getirdi. Orada türbenin aydınlatılmasına dair de bir cümle var. Biz içerden aydınlatmasını zaten yaptık. Dış aydınlatma için ilgili kurumlarla temas halindeyiz ve sizden de bu konuda yardım istiyoruz. Vasiyetname de yalnızca ‘aydınlatma’ olarak geçiyormuş.”

 

“Barbaros’un vasiyetnamesi ha çok ilginç. Eski yazı değimli bu?”

 

“Evet bizim Arşiv Müdürü bir binbaşımız var, İskender Pala adında, eski yazıyı iyi bilir.”

 

“Ha!.. Siz bizim İskender’den bahsediyorsunuz!..”

 

“?!..”

 

Bu “Bizim İskender” sözünden sonra İlhami Erdil Paşa birkaç dakika düşünmüş ve Tayyip Bey’e hissettirmeden kurmay başkanına dönüp şu talimatı vermiş.

 

“Nerden onların İskender’i oluyormuş derhal araştırılsın!”

 

Fotoğrafçı arkadaşın söylediğine göre bu talimatı verirken suratındaki hiddet, bir boğayı bile zehirleyip yere yıkacak cinstenmiş.”

 

…………………………………………….

 

 

Bu yazımda siz değerli dostlarıma uzun uzun kitabı tanıtmak istemiyorum. Hepinize bu kitabı okumayı ve aslında pek çok yönüyle yaşadığımız, sıkıntılarını hissettiğimiz; zaman zaman da çaresizlik içerisinde seyretmekten başka elimizden bir şeyin gelmediği o günleri bir kez daha ibretle hatırlamanıza vesile olmak ümidindeyim.

 

Unutmayalım ki darbeciler ve darbeden beslenenler yeni fırsatlar bulamasın.

 

Benim bu kısa yazıda asıl eğilmek istediğim konu başka…

 

Kitabı okuyanlar belki kendi bakış açıları ve ilgileri bağlamında farklı bölümleri daha özel bulmuşlardır. Benim ilgimi çeken konu İskender Pala’nın 28 Şubat sürecine giden o sıkıntılı günlerde yaşadığı haksız ve hukuksuz tayinler karşısında Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin tutumu oldu.

 

Yaşam tarzı  (eşinin başörtülü olması, kızının imam hatip lisesinde okuması, ilişkileri vs), düşünceleri sebebiyle Deniz Kuvvetlerinin yegâne doktora yapmış, onlarca kitabı olan bilimsel yönü ağır basan bir öğretmen subayı olmasına rağmen İskender Pala iki kez hem de normal süreç ve sürelerden bağımsız eğitim kurumu olmayan askeri kurumlara tayin ediliyor. Her ikisinde de Askeri Yüksek İdare Mahkemesine başvuran Pala için mahkeme lehte karar veriyor ve eski görevine iade ediyor.

 

Nihayetinde Komutanları ondan kurtulmanın yolunu yargısız infaz yöntemiyle buluyorlar. (Bir YAŞ kararı ile Ordu’dan atıyorlar)

 

Yıllar önce (1993) “Anayasa Mahkemesine Üye Seçim Yöntemi” konulu bir yüksek lisans tezi hazırlarken aralarında dönemin Anayasa Mahkemesi Başkanı Yekta Güngör Özden, Danıştay Başkanı Metin Güven, Danıştay Başsavcısı Selami Celayir’in de olduğu pek çok yüksek yargı üyesi ile yüz yüze görüşme yapmış ve onların fikirlerini tezime yansıtmıştım.

 

O görüşmelerde üyelerin görüşüne başvurduğum konu Anayasa Mahkemesi’ne TBMM’nin de üye gönderebilmesi de dâhil üye seçim yöntemi hakkında daha demokratik bir yapı nasıl oluşturulabilir sorusuna cevap aramaktı.

 

İlginçtir en demokratik görüşler başta dönemin Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Tuğgeneral Tamer Candemir olmak üzere asker kökenli üyelerden gelmişti.

 

Asker üyeler Anayasa Mahkemesinin kanunları iptal gücüyle öteki olağan yargı yerlerinden farklı bir yönü olduğu ve iptal yetkisi ile bir nev’i “negatif kanun koyucu” olduğundan hareketle mutlaka AYM’ne TBMM’nin de üye gönderebilmesi gerektiğini ifade etmişlerdi. Bazı “sivil” (!) yüksek yargı üyeleri ise buna şiddetle karşı çıkmışlardı.

 

“Derinden” karşı çıkanlar Anayasa’ya rağmen Resmi Gazete’de yayımlanan ve referandumu bekleyen Anayasa değişikliğinin önüne Anayasa Mahkemesinden desteği alamadıkları için (kısmi yara almayı saymaz isek) geçemediler. Referandumda “EVET” galip gelir ise yıllar önce çalıştığım ve önerdiğim üye yapısı hayat geçmiş olacak.

 

Yine aynı Anayasa değişikliği ile YAŞ kararları da “yargı yoluna” açık hale getirilmiş olacak.

 

Hukuk her zaman hepimiz için lazım. İnanıyorum ki YAŞ kararları yargı yoluna kapalı olmasaydı İskender Pala o karanlık günlerde bile TSK’dan atılamazdı.

 

Anayasa Referandumunu “Habur Görüntülerine” boğarak özünden uzaklaştırmak isteyenlere YAŞ kararları ile sokağa atılan, aç bırakılan, çocuklarının temel ihtiyaçlarını bile karşılayamaz duruma getirilen yüzlere TSK mensubu subay-astsubaylara yenileri eklenmesin diye bile destek vermek ve “EVET” demek vicdani  borcumuzdur.

 

 

(İKİ DARBE ARASINDA İskender Pala Kapı Yayınları İst.2010)

 

unalsade@mynet.com

 

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum