A.Kerim KARAAĞAÇ

A.Kerim KARAAĞAÇ

İKİ GÜZEL İNSANIN ŞEHADETİNE VESİLE OLMAK

 

Sitemizde haftanın birkaç akşamı yatsı namazını müteakiben sohbetlerimiz olmaktadır. Tahminen 2006 yılından beri sürmekte olan Salı sohbetlerimizde, Kuran-ı Kerim’i meali ile okuma yapıyoruz. Sohbetlerimize Av. Mehmet Gökçek beyle 4-5 kişilik bir gurup olarak başladık. Sohbete katılım zaman geçtikçe artı ve 20 – 30 kişilik bir guruba dönüşmüştü.

Daha sonra (Allah rahmet eylesin) İlahiyatta Tefsir hocalığı yapan Prof. Mevlüt Güngör hocamızla 2 yıl kadar devam ettik. O güzel insanın vefatı sebebiyle, eski minval üzere Kuran-ı Kerim ve meal okumalarımızı, gene Mehmet Gökçek beyin başkanlığında devam ettirdik. Günlük meseleler de ilave olunca sohbetimiz 2 saat kadar sürüyor tabii ki.

Geçtiğimiz hafta sohbetten çıkıp evimize vardım. O günün gündüzünde de hasta yoğunluğu sebebiyle, kendimi yorgun hissediyor ve bir an evvel istirahat etmek istiyordum. Tam hazırlandım yatacaktım, telefonum çaldı. Arayan bir bayandı:

“Sizi bu saatte rahatsız ediyorum, kusurumuza bakmayın, beyimin dişi çok ağrıyor da, müsait misiniz, gelebilir misiniz?” dedi.

Ben bayanın bu ağlamaklı cümlelerini duyunca, kendi yorgunluğumu da uykumu da çöpe attım.

“Ablacığım, buradan muayenehaneye varmam 15-20 dakika sürebilir. Eğer arabanız varsa, beni siteden alabilir misiniz? Ben de hemen sitenin önüne doğru varacağım” dedim.

Bayan: “Hangi site?”  diye sordu.

“RAVZA SİTESİ” dedim.

Bayan, biraz ara verdi ve sonra tekrar konuştu: “Peki geliyorum” dedi.

Sitemizin çıkışına vardığımda bir araba ve arabanın yanında ayakta bekleyen bir bayan gördüm:

“Her hâlde onlardır” diye düşünerek “Dişhekimi’ni bekleyen siz misiniz?” dedim.

Bayan: “Evet biziz, geldik” dedi ama, öyle bir bakışı ve süzüşü vardı ki, “bilseydim senin gibi görünümlü biri ile karşılaşacağımı, katiyetle gelmezdim” der gibi bakıyordu.

Neyse, arabaya bindim. Arabayı bayan sürüyordu, beyi de ön koltukta oturuyordu. Adamcağız iki büklümdü, iki eli çenesinde bir eğilip, bir doğruluyordu. Benim arabaya bindiğimden, arabanın yürüdüğünden bile haberi yoktu. O kadar kilitlenmişti ki dişinin ağrısına, olan bitenden onu hiç ilgilendirmiyordu.

Muayenehanenin bulunduğu apartmanın önüne gelince, arabadan ben hemen indim. Arkamdan onların gelmesi için apartman kapısını da açık bırakarak, merdivenlerden hızlıca birinci katta olan muayenehaneme çıktım. Işıkları yaktım, önlüğümü giydim, muayene aletlerimi hazırladım ve beklemeye başladım. Tam 10 dakika bekledim. Sonra merdivende ayak seslerini duydum. Neden bu kadar geciktiklerini merak ettim fakat, sormadım.

Adamın diş ağrısı çok ciddi olduğu için, o hemen gelip hasta koltuğuna oturdu ama, bayanın yüz hatlarından anlaşılıyordu ki; benim gibi bir simâ  ile karşılaşmaktan, böyle bir yere gelmekten hiç memnun değildi.

Neyse, adamın ağrıyan dişinin hangisi olduğunu sordum. Adam, hiç konuşmuyor, ağrı sebebiyle ancak eliyle işaret ediyor ve sağa sola başını sallıyordu. Başını yaslamasını ve ağzını açmasını söyledim. Gördüm ki, ağrıyan dişi sağ altta yirmi yaş dişi idi. Dişin neredeyse (kuron) baş kısmının üçte biri kalmış ve diğer dişler gibi dik de değil, yatıktı. Yani, ancak çekilecekti.

Ben şu yaşıma geldim, elhamdülillah hiç bir hastamı çekimi yapılacak bir dişi için bir cerraha göndermedim. Hiç bir hastaya, çekim sonrası sıkıntı yaşayacağı ciddi bir yara da açmamıştım.

İğneyi yapıp, uyuşmasını bekledik. Anestezi tam tesirini göstermeye başlayınca, adamın da ağzı açıldı ve konuşmaya başladı:

“İğneyi yaptığınızı hiç duymadım, teşekkür ederim. Fakat, yirmi yaş dişinin çekimini ancak cerrahlar yaparmış. Etrafımdaki komşularım, arkadaşlarım bu çekimin çok zor olduğunu söylediler. Evet, şu anda ağrım sızım kalmadı” dedi.

Ben de ikna edici bazı şeyler söyledim: “haydi dişinize bir bakalım, şimdi be uğraşırken ufak sesler duyabilirsiniz bu normaldir fakat, ağrı duymayacaksınız, ufacık da olsa bir ağrı duyarsanız, orada bırakırım. Çok şükür dağ başında değiliz. Size ağrı, acı vermeden dişinizi alacağım.”  dedim. Adamcağız o birkaç kelâmdan rahatlamış bir vaziyeti vardı. Ağzını rahat açtı.

İşte, şunu çok iyi fark ediyorum ki; Hastayla ilişkilerinizde sesinizin tonu, seçeceğiniz kelimeler ve davranışlarınız hastanın çok dikkatini çekiyor ve etkileniyor. Bunu yılların tecrübesiyle biliyorum.  

“ Sağ alt dudağınız, dilinizin o taraf kenarı tam uyuştu mu?” diye sordum. “Evet o tarafı hiç hissetmiyorum dedi. Ben de çekime başladım ve iki dakika bile sürmeden dişini alarak bir peçetenin üzerine koydum. Bayan, başından beri seyrediyordu ve dişin çekilmiş olduğunu gördü ama, adam dişinin alındığını henüz bilmiyordu. Çekilen yere pamuk tamponu koydum, “haydi çeneni kapat” dedim.

Adam: “Nee… dişi çekmeyecek misiniz? “ dedi.

“Çektim dişinizi, haydi koyduğum pamuğu ısır ki, kanama devam etmesin” deyince, koltuktan yukarı bir zıpladı, ayağa kalktı.

Esas, bundan sonra yaşananlar önemliydi.

Adam: “Dişi çektiniz mi? Beni aldatmıyorsunuz değil mi? Hani, gösterin bana, eğer doğruysa görmek istiyorum” dedi. Ben de peçetenin üzerindeki dişi gösterdim. Dişi görünce, iyice kendini yitirdi, şaşkınlaştı, ne yapacağını bilmez vaziyette: “Ne olur seni kucaklayabilir miyim? Seni öpmek istiyorum. Bağrıma basmak istiyorum. Günlerce çektiğim acılar bitti demek, kâbuslar sona erdi ha..” daha neler neler söylüyordu.  Konuşurken sevinçten dediklerimi hiç duymuyordu sanki. Koyduğum tamponu hiçe sayarak rahat konuşuyordu.

Birkaç defa: “Bak canım, çekim yapılan yerin kanamaması için, bu pamuğu hiç olmazsa yarım saate yakın sıkı tutmanız gerekir” dedim ama nafile. Sevinç, mutluluk zirvedeydi adamda.

Bayan ise, diş ağrısını çeken kendisi olmadığı için, bana olan tepkisinde ve görünümünde hiçbir değişiklik yoktu. Bu durum çok rahat fark ediliyordu.

Adam:“Yalnız, size bizim hanım güvenemiyor. “O doktor bile değildir, bizi aldatıyor” dedi. Sitenizin girişinde sizin geldiğiniz görünce, “beklemeden kaçalım”, siz muayenehaneye çıktıktan sonra, “bırak sevgilim bu yobazlardan diş doktorumu olur, haydi geri gidelim” dedi. Fakat, dişi çok ağrıyan bendim, ağrımın bir an evvel durmasını istiyordum. Onun için, “bırak şimdi bunları, benim ağrımı durdursun da kim olursa olsun” diye sitenizin önünde de, muayenehanenizin önünde de ona kızdım. Gördüm ki, siz ne onun, ne de benim tahmin ettiğimiz gibi birisi değilmişiniz. Size teşekkür ediyorum” dedi.

Hanımının yanında bunları bana çok rahat söylediği halde, o hanım bu adama hiç bir tepki vermiyordu. Tam tersi, bayanın bana dönüp teşekkür edecek zannediyordum. “Bu gerici, yobaz kafanızla bizlere yaranamazsınız. Beyimin söylediklerine bakmayın o ne söylediğini bilmiyor” dedi.

Ben: “Şu kısa süre bir arada oluşumuzda, bende yobazlık ve gericilik olarak ne gördünüz? Tek sakal mıydı mesele? Sizde kökü de yok ama, beyiniz bir ay tıraş olmasa, benim görünümümden farklı olur mu? Ayrıca, sizin hakarete varan kelime ve cümlelerinizin bir tanesini benden duydunuz mu? Onun için ablacığım, hepimiz insanız ve biri birimize saygıyı öğreneceğiz. Bakınız, beni telefonla aradığınızda, bana ihtiyacı olan sizdiniz. Sizin kimliğinizi, sitenizi sordum mu? Sizi görünce, “benim görüşümde, benim düşüncemde değillermiş, bu saatte neden böyle birileri ile uğraşayım” deyip bir bahane ile sizi gönderdim mi? Böyle bir şeyler yapmak bizim aklımızın ucundan bile geçmez. Hep, insanı insan olarak görür, ayrım yapmadan elimizden geleni yaparız.        

Bu sefer adam: “ben eşimi çok severim fakat, onun böyle çıkmazları var, siz ona aldırış etmeyin. Ben sizi ve sizin gibi görünümlü olanları bu kadar iyi insan, yumuşak insan, güzel davranan insan olarak bilmez ve uzak dururdum. Şimdi gördüm ki, asıl hainlik, cahillik bizdeymiş. Bunu fark ettim. Ne olur beni, eşimi ve bizim gibi düşünenleri affedin. Gerçekten bizler cehaletin içinde, her şeyde ön yargılarını öne çıkaran, yaramaz bir topluluğuz. Bir daha söylüyorum, ne olur bizi affedin” dedi.

“Bizim inancımızda zaten affetmemek diye bir şey yok. Allah (c.c.) hepimizi yaratılış gayesine uygun hayat sürenlerden eylesin” dedim. Adamcağız: “Yaratılış gayesine uygun yaşamak ne demek, anlatabilir misiniz?” dedi.

“Bakınız, dişinizi çektim. Sıhhat her şeyin önündedir. O çekilen yere yerleştirdiğim pamuğu biraz sıkı ısırmanız lâzımdı. Siz konuşmak için açıp kapadıkça kanama devam ediyor. Hatta ağzınızdan kanlar damlamaya başladı bile. Ben yeni bir pamuk değiştireyim, sonrasında bir daha açmadan en az yarım saati öyle geçirelim. Sonra da atalım o pamuğu. Tekrar bir pamuk daha koymaya çalışmayın inşallah. Yaratılış gayesi.. ne gelince, fark ediyorum ki, sizde merak, öğrenme, doğruları kabul etme gibi güzel bir yan var. Allah nasip ederse bundan sonra ailece olsun, fert olarak olsun sık görüşmeler yapalım. Kartımı da vereyim bir mesele olursa ararsınız tamam mı? Son olarak diyeceğiniz bir şey varsa, ağzınızı fazla açmadan söyleyebilirsiniz” dedim.

“Benim ismim Orhan, ama sizi hâlâ öpmedim. Böyle güzel bir insanla karşılaşmamızda mutlaka bir hikmet olmalı. Sizi mutlaka arayacağım, haberleşeceğiz güzel insan” dedi. Ayrılırken öyle bir sarıldı ki, böyle candan sarılmayı nadiren görürsünüz. Saatte gecenin 12’sini geçmişti. Böylece ayrılıp gittiler.

Aradan iki gün geçmişti Orhan bey aradı. “Can kardeşim, sizden ayrıldığımızdan beri evin gündeminde siz varsınız, sizin gibi Müslüman olanlar var. Siz şu ana kadar körlükle, bağnazlıkla devam etmiş dar çerçevemize öyle bir vuruş yaptınız ve ufkumuzu açtınız ki, hanımın da sizlere karşı olan önündeki düşmanlık dağları, bir depremle erimeye başladı. Bu gün sizi ziyarete geleceğiz. Hem kafamızdaki bazı sorulara cevap bulmuş oluruz” dedi.

“Olur canım, ne zaman isterseniz, kapımız her zaman açık. İsterseniz akşam evimize buyurun inşallah” dedim.

“Yok, yok muayenehaneye önce varalım, sonra evlerde görüşeceğiz” dedi.

“ Tamam, öğleden sonra hastam biraz daha az, gelebilirsiniz” dedim.

Saat 14 civarında hanımıyla geldiler. Allah(c.c.) insanların kalplerine hidayet nurunu yansıttı mı durmak mümkün mü be kardeşim? Orhan bey bu iki gün içinde yengeyi de ikna etmiş olmalı ki, önceki asık suratlı bayan gitmiş, yerini tebessümlü bir bayana bırakmış sanki. Daha içeri girer girmez Orhan bey “selamün aleyküm doktorum” dedi. Ve aleyküm selam canım” dedim ben de.

“Hastaların olur belki, biz bir iki şey sormaya geldik. Gerisini evlerimizde yapacağımız görüşmelerde konuşuruz doktorum. İlk kafamıza takılan; Müslümanlığı hiç bilmiyoruz ve öğrenmeye de çalışmadık. Şimdi bizim bu hususta ne yapmamız lâzım? İkinci sorumuz eşimle nikâh salonunda nikâhımızı yaptırmıştık kalabalıkların huzurunda fakat, o nikâhımız geçerli mi? Bu ikisi bizim için önemli herhalde doktorum” dedi.

“Birinci sorunuzun cevabını burada halledelim inşallah. Haydi beraberce bir ŞEHADET getirelim” dedim. “O ne demek, ne yapacağız yani” dedi. Önce ben bir ŞEHADET getirdim ve tekrar etmelerini söyledim. Beraberce birkaç defa tekrar ettik. Manasını da açıkladım, “kabul mü” dedim “candan kabul ediyoruz doktorum” dedi. Yenge de aynı tekrarları yaptı maşallah.

Gelelim ikinci soruya; “İkinci sorunun cevabını ise, birkaç şahidin yanında taze bir nikâhla olacak canlarım. Akşam müsait iseniz size iki arkadaşımla misafir olalım ve onların huzurunda nikâhınızı tazelemiş olacağız inşallah” diyerek uğurladım. Aramıza Allah(c.c.)’ın izniyle, iki kişi daha Müslüman olarak katılmış oldu elhamdülillah.

Rabbim her daim öfkesine hakim olanlardan, Allah(c.c.)’ı her işinin önünde, Rasulüllah(sav)in yumuşaklığını her an taşıyanlardan eylesin hepimizi inşallah.     

Dt. Abdülkerim Karaağaç

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum