İYİ Kİ ALLAH VAR: VİCDANIN VE ADALETİN TEMİNATI

İnsanlık tarihi, aynı köklü yanılgının gölgesinde yazılıyor: Kendini merkeze koyma, sınır tanımama, hesapsız yaşama arzusu. Habil ile Kabil'den Firavun'un kibirine, oradan modern çağın "mutlak özgürlük" söylemlerine kadar değişen sadece zaman ve dekor. İnsanın o kadim kibri, binlerce yıldır değişmeden sürüyor.

İnsan; sınırsız özgürlük, hesapsız güç ve mutlak sahiplik istiyor. Oysa tarihin ve günümüzün acı dersleri gösteriyor ki insan, evrensel bir değer sisteminden ve sorumluluğundan koptuğunda, doğadaki en yıkıcı varlığa dönüşebiliyor.

Kâinattaki Uyum ve İnsanın İstisnası

Kâinata baktığımızda muazzam bir düzen görürüz: Atomdan galaksiye her şey belirli yasalara uyuyor. Arı kusursuz petekler örüyor, okyanuslar dengesini koruyor, yıldızlar yörüngelerinde akıp gidiyor.

Mikrodan makroya her şey bir nizama tabi iken, kâinatın en bilinçli varlığı olan insanın başıboş ve sınırsız bırakılması düşünülebilir mi?

İnsan dışındaki varlıklar içgüdüsel olarak yaşıyor: Aslan açlığından avlanır, arı programlanmış gibi bal yapar, gezegen çekim yasalarına boyun eğer. Ama sadece insan "neden?" diye sorabiliyor, seçimler yapabiliyor ve bu seçimlerin sonuçlarını öngörebiliyor.

Bilim, insanların neden ahlaki duygular taşıdığını açıklayabilir. Ama asıl soru şu: Biyolojik çıkarım olmasa bile neden adaletli olmalıyım? İşte bu noktada bilimsel açıklama ile ahlaki yükümlülük ayrışır.

Bir Nazi subayının vahşeti kadar, bir Anne Frank'in günlüğündeki umut da; bir insanın bomba yapması kadar, başka birinin canını kurtarmak için kendini feda etmesi de salt içgüdüyle açıklanamaz. Bu, iradenin gücüdür.

Cüz'i İrade: Özgürlük ve Sorumluluğun Kesişimi

İşte burada "cüz'i irade" kavramı devreye giriyor. Allah, atomu fizik yasalarına, gezegeni çekim yasalarına boyun eğdirmiş; ancak insana seçme özgürlüğü vererek onu imtihana çekmiş.

Atom Allah'ın kanunlarına karşı çıkamaz, hayvan içgüdüsünün dışına çıkamaz. Ama insan çıkabilir. İşte bu yüzden insan hem yüce bir mertebeye yükselir hem de kendi eliyle düşebilir.

Bu irade, insanı sadece sorumlu kılmakla kalmaz; ona bir onur da verir. Çünkü meleklerin bile sahip olmadığı bir imkânı insan taşır: Bilinçli seçim yapma ve bu seçimle değer kazanma yeteneği.

Modern Çağın Yanılgısı

Modern dünyanın en yaygın sloganı: "BENİM." Benim bedenim, benim param, benim hayatım...

Bu ben-merkezci yaklaşım, insanı evrenin sahibi sanma yanılgısına sürüklüyor. Oysa kâinatta hiçbir şey sadece "kendisi için" yaşamıyor. Güneş sadece kendisi için doğmuyor, ağaç sadece kendisi için meyve vermiyor. İnsan nasıl sadece "ben" diyebilir?

İnsan, doğası gereği hayatını bir değer üzerine inşa etme ihtiyacı duyuyor. Bu derin boşluk mutlak bir hakikatle dolmadığında, kaçınılmaz olarak geçici heveslerle doluyor: Kimisi parayı hayatının merkezine koyuyor, kimisi gücü yüceltiyor, kimisi kendi egosunu ilahlaştırıyor. İsmine "tanrı" demese de, insan neye tutkuyla bağlanıyorsa, aslında ona kul olmuş demektir.

Seküler Ahlakın Açmazları

Bu noktada seküler düşünce sistemleri şöyle der: "Allah olmadan da ahlak olabilir. İnsanlık, toplumsal sözleşme ve ortak çıkarlar üzerine bir ahlak inşa edebilir."

Bu öneri teorik olarak güçlüdür. Kant'ın kategorik imperatifi, Rawls'un adalet teorisi, Mill'in faydacılığı—bunlar ciddi entelektüel sistemlerdir ve saygıyı hak eder. Ancak bu sistemler bazı temel sorulara yeterli yanıt veremiyor:

1. Kimin ahlakı? Eğer ahlak toplumsal sözleşmeye dayalıysa, Nazi Almanyası'nda Yahudileri yok etmek de o toplumun çoğunluğunun kabul ettiği bir "ahlak" mıydı? Hindistan'da yüzyıllarca süren kast sistemi de toplumsal uzlaşıya dayalıydı. Mutlak bir referans noktası olmadan, her toplum kendi "ahlakını" üretebilir. Ve tarih göstermiştir ki bu ahlak, güçlünün lehine, zayıfın aleyhine işleyebilir.

2. Evrensel vicdan nereden geliyor? Eğer ahlak sadece evrimsel bir hayatta kalma stratejisiyse, neden bir insan başka bir kıtadaki, hiç tanımadığı bir çocuk için gözyaşı döküyor? Bu vicdani tepki, biyolojik çıkar hesabıyla açıklanamaz. İnsan kalbindeki bu derin adalet duygusu, evrensel bir Adil'in varlığına işaret eder.

3. Hesapsızlık ve anlam krizi. Eğer bu hayat bir tesadüfse ve ölümden sonra hiçbir hesap yoksa, adaletin temeli nedir? Güçlü olan neden adaletli olsun? Eğer sonuç herkes için aynıysa—yokluk—o zaman zalimle mazlumun kaderi eşit olur. Adalet ancak, zalimlerin cezasız kalmayacağına ve mazlumların hakkının teslim edileceğine dair mutlak bir garantiyle tam anlamını kazanır.

Tevhid: Kaosun Karşısında Duran Hakikat

İşte tam bu noktada İslam'ın tevhid inancı devreye giriyor:

Allah kimsenin özel mülkü değil. Bazı inançlar Tanrı'yı bir ırkın, bir kavmin özel varlığı haline getirdi. İslam'ın Allah'ı ise "Rabbül Alemin"dir; âlemlerin Rabbi. Arap'ın da, Acem'in de, zenginin de, fakirin de Rabbi. Hiç kimse O'na özel sahiplik iddia edemez.

Allah insan değildir, insanlaştırılamaz. Bazı inançlar Tanrı'yı insanlaştırdı, O'na oğul isnat etti, O'nu bedene hapsetti. İslam'ın Allah tasavvuru ise İhlas Suresi'nde kristalize olur: "De ki: O, Allah'tır, bir tektir. Allah Samed'dir. Doğmamıştır ve doğrulmamıştır. Hiçbir şey O'na denk değildir."

Tevhid sadece inanç değil, bir hayat sistemi. Siyasette hiçbir insan mutlak otorite sahibi olamaz. Ekonomide para ilahlaştırılamaz. Hukukta yasa güçlünün değil, adaletin hizmetindedir. Sosyal hayatta ırk, sınıf, cinsiyet üstünlüğü yoktur.

Dürüst Bir İtiraf

Burada dürüst olmam gerekiyor: Müslümanlar da tarih boyunca zulmetmiştir. Kadına uygulanan şiddet, fetihlerde yaşanan vahşetler, otoriterlik—bunlar olmuştur. Ama bu, inancımı zayıflatmaz, güçlendirir. Çünkü tevhid, bizi kendi tarihimize de eleştirel bakmaya zorlar.

Önemli olan şu ayrımdır: Eğer bir Müslüman zulmediyorsa, bunu İslam emrettiği için değil, İslam'a rağmen yapıyordur. Nazizm ise zulmü özünde taşır. Bir Nazi zalim olduğunda idealine sadık kalmış olur; bir Müslüman zalim olduğunda ise dininden uzaklaşmış olur.

Ahiret: Teselli Değil, Zorunluluk

"Ben doğmayı seçmedim, neden hesap veriyorum?" itirazını ciddiye alalım.

Evet, doğmayı siz seçmediniz. Ama şu an buradasınız, şuurlusunuz, seçimler yapıyorsunuz ve zulüm ile adaleti ayırt edebiliyorsunuz. Bu bilinci nasıl kullandığınızın bir önemi yok mu?

Düşünün: Hitler milyonlarca insanı öldürdü ve intihar etti. Eğer ahiret yoksa, o da kurbanları da aynı sona ulaştı: Yokluk. Bir zalim hayatı boyunca mazlumları ezdi, servet yığdı, rahat yaşadı ve öldü. Mazlumlar ise açlıktan öldüler. Eğer ahiret yoksa, ikisinin sonu da aynı: Toprak.

Bu adaletsizliğin adaleti olabilir mi?

Ahiret, bir teselli hikâyesi değildir. Ahiret, adaletin mantıksal zorunluluğudur. Vicdan, ahiretin sessiz tanığıdır.

İyi Ki Allah Var

Bugün, "insan hakları" ve "demokrasi"nin kutsal ilan edildiği çağda, dünya derin bir zulme sahne oluyor. Gazze'de çocuklar ölüyor, Myanmar'da Müslümanlar katlediliyor, Doğu Türkistan'da toplama kampları var. "İnsan hakları" sloganı atanlar çocuk cesetleri üzerinden siyaset yapıyor.

Ve bu zulme karşı direnenlerin inancı farklı: Müslüman, Hristiyan, Yahudi, ateist... Farklı dünya görüşlerinden insanlar aynı vicdani sesi duyuyor. Bu, vicdanın evrenselliğinin kanıtıdır. Ve bu evrensel vicdan, Allah'ın her insana verdiği bir emanettir.

Allah var diye zulüm hemen bitmiyor, çünkü dünya bir imtihan yeri. Ama Allah var diye zalimin gücü asla mutlak olmuyor. Gazze'deki her mazlum çocuğun ahı kaybolmuyor; hiçbir askeri güç o ahı gökyüzüne çıkmaktan alıkoyamıyor.

Ve mazlumun eli armut toplamıyor. Allah'ın yeryüzünde onurlu, vicdanlı, direnen kulları var—inançları ne olursa olsun. Tarih, Habil ile Kabil'den beri süregelen bu mücadelede zalimleri defaatle gömdü: Firavun'a karşı Musa, Nemrut'a karşı İbrahim, Kureyş'e karşı Hz. Muhammed, Haçlılara karşı Selahaddin...

İyi ki Allah var.

O var diye güçlünün yaptığı yanına kâr kalmayacak. O var diye zalim ne kadar güçlü olursa olsun, Mutlak Adalet karşısında hiçtir. O var diye vicdan susturulmuyor, hakikat gizlenmiyor. O var diye mazlum yalnız değil, sahipsiz değil.

"Zalimlere sakın meyletmeyin, yoksa ateş size de dokunur." (Hud, 113)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum