Prof.Dr. Kamil GÜNGÖR

Prof.Dr. Kamil GÜNGÖR

Katılım Bankacılığına Dair

İslam ekonomisinin belirgin ayırt edici yanlarından birisi nakit akışlarının ‘reel’e dayalı olmasıdır. Bu yüzden İslam ekonomisinde satış bir kez ve değer üzerinden yapılır. Daha açık deyimle bir mal (ya da hizmet) her işlemde sadece bir kez satışa konu olur. Ayrıca da tek parça ya da bölünmüş haliyle sadece (tek ya da bölünmüş haliyle) yeniden satışa konu olmadığı sürece tek muameleye tabidir. Herhangi bir şekilde geri ödenmesi gerektiğinde ise o mala ilişkin bir nakit ya da o nakde karşılık bir mal her zaman mevcuttur (olması gerekir).

Böyle bir durum elbette rakamları gerçek olmayan bir şekilde şişirmez. Zira kapitalizmin vazgeçilmezi yani olmazsa olmazı olan konvansiyonel (faizli) bankalarda nakdin bir mal karşılığı olma zorunluluğu yoktur. Karşılığın olmadığı her durum, bir mal ya da hizmeti temsil etmediğinden, satışa konu olan şey ‘para’dır. Oysa satışa konu olması gereken para değil mal olmalıdır. Para temsili bir değer olarak değişimi kolaylaştıran bir araçtır. Faizli bankalar kaydi para yöntemiyle satışa konu olmaması gereken parayı sadece satmakla kalmamakta, teorik olarak bunu defalarca tekrarlayabilmektedir. Bu yöntemle satışa konu olması gereken nakit hesap üzerinden, yani gerçek olmayan bir şekilde birden fazla kez satılabilmekte, dolayısıyla en başta da bir mal ya da hizmeti temsil etme zorunluluğu olmayan bu nakit ikinci, üçüncü… aşamada da aynı yöntemle piyasaya sürülmekte, böylece piyasada karşılığı olmayan bir ‘şişkinlik’ oluşmaktadır. Yani suni bir talep oluşturulmakta, ancak bunun karşılığında piyasada bir mal ya da hizmet bulunmamaktadır. Bu da doğal olarak fiyatları yine suni olarak yükseltmektedir.

Böyle bir durum sürekli kriz potansiyeli taşımaktadır. Kapitalist-faizli sistemlerde insanların ‘paraya’ duyarlılığı da yüksek olduğundan, herhangi bir panik hali hesaplara hücumla sonuçlanmakta, herkese verilecek para olmadığından da doğal olarak ekonomik krizler patlak vermektedir. Kapitalist sistemdeki bu potansiyel risk durumu devletler tarafından bilindiğinden, devletin iflas etmezliği ilkesi gereği, bu mevduatlara garanti verilmekte, adeta mudiye; ‘korkma, o ödeyemezse alacağının arkasında ben varım’ demektedir. Ayrıca da mevduat toplama ve dağıtma iznini sıkı kurallara bağlamaktadır. (Gevşetildiği ve şeffaflığın ortadan kaldırıldığı 28 Şubat sonrası dönemde 2001 bankacılık krizinin patlak verdiğini hatırlatmak isterim). Dahası; normal işleyişe cevap verebilmek ve para politikası aracı olarak kullanılmak üzere zorunlu karşılıklar (Merkez Bankasına yatırılması gereken ve ilgili bankada bulunması gereken nakit oranı) uygulamalarıyla sistem ayakta tutulmaktadır.

Görüldüğü gibi adeta faizli banka uygulamaları krize ayarlı saatli bomba gibidir. Ya da ilaçla ayakta tutulan bir hasta gibidir. Bütün her şey normal seyrinde devam ederken pek bir şey olmuyormuş gibi gözükse de şişkinlik nedeniyle biriken gaz, hiç hesabedilmeyen zamanlarda çöplüklerdeki metan gazı gibi patlamakta, bunun için de kimi zaman bir kıvılcım (piyasa dedikoduları) bile yeterli olabilmektedir.

Hadiseye devlet garantisi bakımından bakıldığında; ‘iyiymiş’ gibi gözükmesine rağmen, gerçekte bu durum devletin yangına körükle gitmesinden ya da hırsızı cesaretlendirmesinden başka bir şey değildir. Nitekim çeşitli zamanlarda meydana gelen krizler, bu şekilde oluşmuş şişkinlik gazının boşalmasından başka bir şey değildir. Doğal olarak da bu işlemden doğan zarar devlet gelirlerinden ödenmekte, mükelleflerin ödedikleri vergiler ise buralara aktarıldığından, ya kimi kamu hizmetleri etkin yürütülememekte ya ertelenmekte ya da bu hizmetlerin yapılmasından büsbütün vazgeçilmektedir.

Bu bilgiler dikkate alınarak katılım bankaları için şu sonucu çıkarabiliriz: Öncelikle konvansiyonel yani faizli bankaların büyüklükleri, şişkinlikten kaynaklandığından gerçekçi değildir, bu yüzden aradaki büyüklük farkı rakamlara yansıdığı kadar değildir. İkincisi de katılım bankalarının büyüklük anlamında bu bankalarla yarışmasına gerek yoktur. Zira konvansiyonel bankalar yukarıda ifade edildiği şekliyle kaydi para sistemine göre çalıştığından katılım bankaları istese de yetişemezler. Bu yüzden alternatif bankacılık (ismi bankacılık olmak zorunda da değildir) ya da finans anlayışı geliştirmesi gerekir. Zira konu İslam hukukuna uygunluğu zorunlu kıldığından, bu bankalar nezdinde daha fazla olan değil helal olan makbul olmalıdır (devam edecek).

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum