Sebahattin BİLGİÇ
Kıymetini Bilmek Gerek !
İstanbul’a yolculuk yapmak çoğu zaman gözümde büyür. Yoğun trafik, kalabalık caddeler, uçsuz bucaksız evler, biri bitmeden bir diğeri başlayan ve birçok şehirden büyük mahalleler bizim gibi taşrada oturanlar için İstanbul’a gitme isteğini zorlaştırır.
Her ne kadar İstanbul’un yılgınlık oluşturan bir görüntüsü olsa da dünyanın en büyük cazibe merkezlerinden birisi hiç şüphesiz. Haberlerde gördüğümüz; “aksaklıklar, olumsuz durumlar, kavga ve dövüş manzaraları, değerden anlayanlar için İstanbul’un değerini düşüremez… İstanbul’un kıymetini bilmek gerek. Şayet ne aradığını bilirsen Aziz İstanbul’un dili, ruhu, nefesi, sesi, sedası seni o tarafa doğru çekecektir.
İstanbul şairlerin ilham kaynağı, âlimlerin membaı, evliyanın yatağı, irfanın ocağıdır. İstanbul Efendimizin hedef gösterdiği kızıl elmadır. Ordusu da Fatihi de kutlu muştunun mübarek neferi, kutlu komutanıdır.
Necip Fazıl ; “Ana gibi yar olmaz, İstanbul gibi diyar/ Güleni şöyle dursun, ağlayanı bahtiyar” diye dizelere dökmüş İstanbul’u. İstanbul’da yaşamak bulunmaz bir nimet, İstanbul’u yaşamak ise çok daha güzel bir nimet olsa gerek.
Divan Şairi Nedim paha biçemediği ve ruhuyla yaşadığı İstanbul’u harika ölümsüz dizeleriyle gönüllere nakşetmiş;
Bu şehr-i Stanbul ki bi misl ü behadır,
Bir sengine yekpare Acem mülkü fedadır…
Altında mı üstünde midir cenneti a’la,
Elhak bu ne halet, bu ne hoş ab u hevadır.
Ülkemizin güzide kuruluşlarından Yeşilay’ın toplantısı için geldim bu tarihi şehre. Sultanların saltanat kayıklarıyla boğaza açıldığı Yeşilay Genel Merkezi Sepetçiler Kasrından karşı kıyıların temaşası insanın ruhunu okşuyor. Birbiri ardınca yol alan gemilerin ve sandalların güzergâhlarıyla tarih kokan boğazın derinliklerinde siz de adeta akıp gidiyorsunuz. Hele ezan vakti Eminönü’nde Halice doğru bir banka oturup yedi tepesinden tevhidin sembolü minarelere kulak verip, adeta bir biriyle yarışan güzel sesli müezzinlerin çağrısına kendinizi kaptırırsanız, bu manevi hazdan zor ayrılırsınız.
Eminönü sahilde yürürken bir gücün beni kendine çektiğini hissediyor, bir anda kendimi Eyüp tramvayında buluyorum. Nice imparatorlar, sultanlar görmüş İstanbul’da, bu kadim şehrin daimi sultanı Eyüb Sultana varmak, mekânın manevi havasını yaşamak lazım.
Tramvayda giderken asrı saadet günleri canlanıyor zihnimde. Eba Eyyüb El Ensari olarak bildiğimiz Halid B. Zeyd Hazretleri ikinci Akabe biatında Müslüman olmuş. Kendini nurlandıran İslam ateşini mensubu olduğu Neccaroğullarına da ulaştırmış. Onun vesilesiyle kabilesinden çok kişi İslam ile şereflenmiş. Resulullah sevgisi o denli ruhunu sarmış ki Efendimizin hicret yoluna çıktığını duyduğundan itibaren her gün Medine dışında O’nu karşılamak ve misafir etmek için beklemiş. Gönülden arzusu ve samimi duasından mıdır bilmem Efendimizi evinde misafir etmekle şereflenmiş. Yedi ay boyunca hizmette kusur etmemiş. Hem Efendimizi hem de Efendimizin misafirlerini ağırlamış büyük bir titizlikle. Onun için Mihmandar-ı Nebi payesini almış.
Eba Eyyüb Hazretleri Resulullahın sağlığında hiç yanından ayrılmamış, bütün savaşlara katılmış, hatta geceleri Efendimizin çadırının önünde nöbet tutmuş, bundan dolayı da özel duaya mazhar olmuş. Vahiy Kâtipliği de yapan bu güzide sahabe yol göstericilikte kendisine başvurulan bir önder olmuş hep. Ta Mısıra gidip Mısır Valisinden hadis tahkik edecek kadar da titiz ve hadisi şerif duyarlığı olan biri imiş mübarek.
“…Kendinizi kendi ellerinizle tehlikeye atmayın…” (Bakara195) ayeti kerimesini cihat ve mücadeleden geri kalmamak olarak uyguladığından Peygamberimizin vefatından sonraki savaşlara da hep katılmış. Şam, Filistin, Mısır fetihlerinde bulunmuş. Nihayet seksen kusur yaşında İstanbul seferinden de geri kalmamış. Kuşatma esnasında hastalanıp vefat edince vasiyeti üzerine surlara en yakın yere defnedilmiş. Vücudunu ortaya koyduğu İslam sancağı surların dibinde asırlarca dalgalanıp, kendisini surlarda dalgalandıracak komutanını beklemiş, ta Fatih Sultan Mehmet’e kadar.
Eyüp’te teleferik durağında inip sol tarafta cami haziresi, sağ tarafta semaya doğru yükselen Eyüp Kabristanlığı, dudaklarımda Yasin’i Şerif, gönlümde kıpırtılar eşliğinde büyük sahabenin huzuruna varıyorum. Kabir yeri kaybolmadan önce bile Hristiyanlar tarafından ziyaret edilen türbe her zamanki gibi ziyaretçileriyle dolu. 20-30 kadar Malezya tipli bayan ziyaretçinin büyük bir hürmetle ziyaretleri dikkatimi çekiyor. Hazretin huzurunda gönlüme eğilip dualar eşliğinde yolunda olmayı talep ve niyaz ediyorum.
Eyüp kabristanlığı “Nakşi tarlası” olarak bilinir. Eyüp Sultana komşu olma arzusuyla tarih boyunca padişahlar, sadrazamlar, şeyhülislamlar, vezirler, kumandanlar, hanım sultanlar, ulema, meşayih, mütefekkir ve vatandaşlar defnedilmiş. Mezarlığın içinden İdris-i Bitlisi (Piyer Loti) tepesine doğru taş yoldan yukarıya doğru çıkarken mezarlığın ağırlığı üzerime çöküyor sanki. Yokuşu biraz çıkınca Eyüp Sultanın kabrine nazır Mahmut Esad Coşan Hazretlerinin kabri var. Muhtereme Eşleri Hacı Annemiz ve çok değerli damadı ile beraber mezarında sessiz yatıyor, irşadı ise kıtalar ve gönüller dolaşıyor. Başım önde, mahcup ve mahzun selam verip Yasin-i Şerif okumak üzere çömeliyorum. Mekân sanki cennet bahçesi, huzur ve sükûnet kaynağı… Huzurda bulunmak gönle şifa, ruha ziya veriyor.
Hoca Efendi irşadı boyunca sayısız insan yetiştirdi, birçok hizmet dalının öncüsü oldu. Dünyanın her tarafında hizmet üretti. Bugün siyasette, ilim ve irfan ocaklarındaki üretimlerde rahmetli Hoca Efendinin rehberliği vardır.
Ben huzurda bulunurken büyük bir edep ve tevazuuyla bir delikanlı yaklaştı. Selam verdi, “Hoca Efendiyi tanır mıydınız” diye sordu. Tanıdığımı söyleyebildim genç adama. İçimden de “tanıdım ama kıymetini bilebilseydim” diye geçirdim. Çoğu zaman nimet elden gidince kıymet anlaşılıyor. Hoca Efendi ile çok yalnız kaldığım zamanlar oldu. Sonradan şu konuları sorsaydım diye hayıflandığım çok olmuştur.
Son zamanlarda Hocamızın sesinden “ey garip bülbül” ilahisini sıkça dinliyorum. Dinledikçe de içimi hüzün kaplıyor. Nedense güfteyi Hoca Efendiyle özdeşleştiriyorum. Besteyi dinledikçe içimi kaplayan bu hüzün belki Hoca Efendinin gurbetteki yaşamına şahit olup gurbet sohbeti yapmamızdan, belki de gurbette şehadete ermesinden dolayıdır. Rabbim makamını ali, yolunu daim, bizi de yolunda kaim etsin.
Niyazi Mısri dizelerinde ne güzel ifade etmiş;
Ey garib bülbül diyârın kândedir
Bir haber ver gülizârın kândedir
Sen bu ilde kimseye yâr olmadın
Var senin elbette yârin kândedir
Arttı günden güne feryâdın senin
Âh‐u efgân oldu mu’tâdın senin
Aşk içinde kimdir üstâdın senin
Bu senin sabr‐u karârın kândedir
Bir enisin yok aceb hasrettesin
Rahatı terk eyledin mihnettesin
Gece gündüz bilmeyüp hayrettesin
Yâ senin leyl‐ü nehârın kândedir.
Ne göründü güle karşı gözüne
Ne büründü baktığınca özüne
Kimse mahrem olmadı hiç râzına
Bilmediler şeh‐süvârın kândedir
Gökte uçarken seni indirdiler
Çâr‐ı unsur bendlerine urdular
Nûr iken adın Niyazi dediler
Şol ezelki itibârın kândedir.
Sebahattin BİLGİÇ
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.