Kötü Günler Geliyor

DURUM daha da kötüleşecektir. Şimdi bazı yerlerde korkarak, titreyerek sokağa çıkabiliyoruz, gün gelecek sokağa da çıkamayacağız.

Zâlimler ektikleri rüzgârların fırtınalarını biçiyor.

Zalimler rüzgâr ekerken biz ne yapıyorduk? Yan gelmiştik, keyfimize bakıyorduk.Zaman zaman cılız ve yetersiz iniltiler de koparmadık değil.

"Bir de öyle bir musibetten korkunuz ki, o içinizden sadece zâlimlere inmez (genel gelir)." (Enfal, 25)

Büyük zelzeleler genel gelir.

Savaşların musibetleri genel gelir.

"Biz kötülük yapmamıştık ki!.."

Öyle bir yapmıştınız ki... Zulme, şirke, küfre, fısk ve fücura, nifak ve şikaka, isyana; elinden geldiği kadar karşı çıkmamak, emr bi'l-mâruf ve nehy 'ani'l-münker farizasını tatil etmek büyük bir günah ve isyan değil midir?

Başımıza bir İmam-ı Kebir, bir Emîrü'l-mü'minîn seçmedik, ona biat etmedik. İzin vermezlerdi!.. Böyle saçma bahane ve özür olur mu? Onlar izin vermeyecek, biz seçeceğiz... Bu işin kuralı böyledir.

Nice bereketli yazlar geçirdik, ağustos böcekleri gibi hem çaldık (iki mânada) hem oynadık, zor geçecek yedi kış için erzak azık tedarik etmedik.

İçimizden, yahut bizden görünen uğursuz bir tâife zuhur etti. Haram yemeye, kara servet edinmeye başladılar, onları durdurmadık. Hattâ bazı beyinsizlerimiz "Şimdiye kadar kâfirler çok yedi, bundan sonra Müslümanlar haram yesin" mealinde küfür sözleri etti.

Kur'an diye diye Kur'anın yap dediklerini yapmadık, yapma dediklerini yaptık.

Peygamber (Salat ve selam olsun ona) dedik, Sünnetine uymadık.

Lüks, israf ve sefahatte "Şeytanın kardeşleri" olduk. (İsra sûresi, 26-27). "Bir de akrabaya, yoksula, yolcuya hakkını ver. Gereksiz yere de saçıp savurma (israf etme). Zira böylesine israf edenler (saçıp savuranlar) şeytanların kardeşleridir. Şeytan ise Rabbine karşı çok nankördür."

Biatı, ittifakı, vifakı, cihadı bıraktık, bin parçaya ve fırkaya ayrıldık, birbirimizi yedik.

Mübarek Ramazanlarda etkinlikler çadırlarında veya ekranlar karşısında vur patlasın çal oynasın bir eğlendik bir eğlendik.

Zenginlerimiz lüks ciplerde gurur ve kibir içinde Firavunlar ve Nemrudlar gibi tenezzühler yaptılar.

Türedilerin banyo ve WC'lerindeki musluklar altın kaplı.

Manzaralı 10 milyon dolarlık şahane köşkler.

Denizleri köpürten yatlar.

Saçları deve hörgücü gibi kadınların eşarpları unique ve tanesi bin dolar.

(Hadîs meâli:

"Ateş (cehennem) ehlinden iki sınıf vardır, henüz onları görmedim. (Birinci sınıf) Yanlarında sığır kuyruğu gibi bir şeyler taşıyıp onlarla insanlara vuran kimseler... (İkincisi) Giyinmiş çıplak kadınlar ki, bunlar da taatten (itaatten) dışarı çıkmışlardır. Bunlar (hem kendileri baştan çıkmıştır), hem de başkalarını baştan çıkartırlar. Başları deve hörgücü gibi. Bu gibi kadınlar, Cennet'e girmek şöyle dursun, onun kokusunu bile alamazlar. Halbuki Cennet'in kokusu şu şu kadar uzak mesafeden hissedilir." (Hadîsin ravisi Ebu Hureyre hazretleridir. Sahih-i Müslim.)

Kendimizi lükse verdik. Lüks yedik, lüks içtik, lüks giyindik... Lüks konutlar, lüks binitler, lüks yazlıklar, lüks lüks lüks... Fenâfil lüks olduk.

Bazı beyinsizlerimiz, baronlarının kendilerini kurtaracağı kuruntusuna kapıldı.

On yıllarca yılı heba ettik ve şimdi ekilen rüzgârların fırtına başakları iyice olgunlaştı. Sapsarı Azazil başakları...

Sadece frıtına değil tayfunlar, kasırgalar, sarsarlar bekliyor bizi.

Hâlâ gafletten uyanmıyoruz.

Faydalı, uyarıcı, aydınlatıcı, salâha ve necata davet edici sözlere kulak vermeyiz; iki kişi polemiğe başlayınca pür dikkat takip ederiz.

Ezanlara icabet etmeyiz.

Allahın bize lutfetmiş olduğu nimet ve nafakaları muhtaç kardeşlerimizle paylaşmayız.

Aklımız fikrimiz para, servet, kazanç, gösteriş, benlik.

Ah bu para, bu servet, bu kazanç hırsı binlece yıldan beri kaç cahilin, kaç zalimin, kaç gafilin ayağını kaydırmadı ki?

Önümüzde büyük zelzeleler, büyük savaşlar, büyük çalkantılar var, yine aldırmıyoruz. Yine tedbir almıyoruz. Yine evler, barklar, köşkler, yazlıklar, lüks binitler, lüks restoranlar, pahalı markalı elbiseler, talanlar, yalanlar, dolanlar, alavereler dalavereler.

Yarın kıyamet kopacağını bilsek, son yemeğimizi lüks ve dört başı memur yeriz.

Gaflet kanımıza iliklerimize işlemiş.

Ey lükse, konfora taparcasına tutkun olanlar!.. Kopacak fırtınalarda kim ölür kim sağ kalır belli olmaz. Siz şimdiden manzaralı, lüks, şahane, gösterişli bir mezar hazırlayın kendinize. Böyle mezarlar yüz bin dolara satılıyormuş. Yüz bin dolar da mermer mimarîsi. Eşiniz, çocuklarınız, usûl ve füruunuz... Taşına "Dünyada beyinsizce lüks yaşadı. Öldükten sonra da bu lüks mezara girdi" diye yazdırırsınız. Oradan acaba Cennete mi, Cehneneme mi varırsınız?

* (İkinci yazı)

Hayat Ormanda

TÜPÜ gölgeli ağacın altındaki düzgün bir yere koydum, küçük çaydanlıktaki suyu kaynattım, antika porselen küçük demliğe birkaç kaşık Yunnan (Çinde bir yer) çayı koydum, demledim.

Ev yapımı poğaçalarım, simidim, biraz keçi peynirim, sele zeytinim, hormonsuz bir domatesim ve üzümüm var.

Yere el dokuması kök boyalı seccademi serdim. Çay on dakika sonra hazır oldu. Oh mis gibi kokuyor. Birinci ve ikinci bardağı çok demli içmeyeceğim. Üçüncüsü biraz demli olabilir. Yunnan çayı ne kadar leziz ve nefis.

Uzaktan deniz görünüyor. Her yere ağaçlık ormanlık. Kuşlar ağaçlarda ne güzel ötüyor. Aaa bir kaplumbağa... Burada yılan var mıdır acaba? Ben yılanlara bir şey yapmam, onlar bana zarar vermez.

Gökteki bulutlarda yazılar var. Okuyamıyorum ama seziyorum.

Hızlı hızlı koşan bir kaç kırmızı-siyah atlı karıncaya poğaça kırıntıları ikram ettim. Birer parça alıp gittiler.

Daldaki kuş bana bakıyor. Giderken ona da biraz kırıntı bırakacağım.

Okumak için Fihrist-i Ahlâk kitabını almıştım yanıma. Küçük bir kitap ama çok faydalı. Keşke ehliyetli hocalar bulunsa, isteyenlere bu kitabın bazı yerleri şerh edilerek okutulsa.

Çeşit çeşit ağaçlarda her biri ayrı yapraklar var. Yapraklar ayrı ama üzerlerinde yazı aynı:

Her kiyahi ki ez zemin rôyed,

Vahdehu lâ şerike leh gôyed

(Her ne yeşillik ki yerden biter/Birdir O, ortağı yoktur der.)

Böyle bir levha merhum Üstad Mahir İz beyin evinde asılıydı.

Yapraklardaki bu yazı hangi lisanla yazılı? Nebatî yazısıyla a mîrim. Her yeşilliğin, her ağacın kendi nebatî yazısı vardır, onunla zikr eder.

İnsan bu ormanda hiç sıkılmıyor. Burada zaman şehirdeki gibi hızlı akmıyor. Ormanda yaşayan uzun yaşar...

Güneş dönmeye başladı, ikindi namazımı kılayım.

Keşke bu ormanda iki odalı bir kulübem olsa da zaman zaman gelip kalsam.

O eski dev ağaçlar kalmamış ama orman yine de ormandır. En azından orada medeniyet yok. Hayata düşman medeniyet.

Alaturka saatle 11'de (yani güneşin batışına bir saat kala) istemeye istemeye ormanı terk edip evime dönüyorum. Asıl hayat benimle şehre gelmiyor, ormanda kalıyor.

01.08.2010

Mehmed Şevket Eygi

Önceki ve Sonraki Yazılar