NİSA MEHRİNİ ALSA

 Başlarından evlilik geçmiş kadınlar ikinci- üçüncü evlilik deneyimi için ekrana çıktıklarında koca adaylarına ev, araba, maaş sormaktalar. Bu tür programlarda kadınların erkeklere yönelik mal varlığı bilgisi sorgulaması, seyircide tuhaf hisler uyandırıyor. Evliliğin paranın etrafında konuşulması, özellikle romantizm, aşk yoğunluğu yaşamak isteyen ve sevgiye dayalı birlikteliklere inanan kesim için anlaşılmaz geliyor. Müslümanca düşünme meselesi açısından evlenecek kişilerin para meselelerini konuşması nasıl değerlendirilmeli?

            Her şeye rağmen evlilik ister sevgi ile ve ister mantık ile gerçekleşsin, temelde akittir. Yani bildiğimiz ticari, sınai, hizmet, vs. sözleşmesine dayalı ortaklık ilişkisi gibidir. Bir genç kızın baba evinden çıkmadan önce evleneceği adamdan kendisini hangi koşullarda mukim kılacağını, nasıl giydirip yedireceğini, ne tür bir hayat yaşatacağını, evlatları olursa onları nasıl geçindireceğini belirlemesi gerekmektedir. Aynı şekilde erkeğin kendisinden ne beklediğini,evde nasıl bir düzen istediğini bilmesi gerekmektedir. Evlilik karşılıklı haklar ve ödevler doğuran ve hükümlerini yalnız evlenen çiftin belirleyebileceği bir sözleşmedir. Kocası Ayşe’ye şöyle imkanlar veriyor, ben de eşimden bunu istiyorum denemez. Çünkü Ayşe, kocası Hüseyin ile bir akit yapmışdır; yalnız onları bağlamaktadır. Sen Fatma’sın ve başka aktin ya da başka hukuk sözleşmesinin tarafısın.

            Buna göre bir erkek, evleneceği kadına akşam eve geldiğimde yemek yapmam, bulaşık yıkamam, ev işlerine yardım etmem, vs. diyebilir. Aynı şeyleri kadın da diyebilir. Zaten sözleşmenin sözleşme olabilmesi için tarafların birbirlerinden taleplerini ortaya koymaları gerekir. Netice itibariyle bu bir akittir ve rolleri belirleyen “erkek” ya da “kadın” kimliği değil aktin kendisidir. Kadın, kendi muhayyelesinde belirlediği bir erkek modeline göre “kadın hakkı” denilebilecek bir kavramsal dünya kuramaz. Erkek de beraberliği hayatının sonuna dek götüreceği umudu ile yaptığı bir akit (nikah) ile muhatabından bir şey istiyorsa, kadına aktin gerektirdiği maddi hayatı helal olandan sağlamak zorundadır. Modernlik olsun, modern öncesi olsun toplumsal görgüler mehri ailenin merkezinden çekerek kadının erkekle savaşmasına yarayan psikolojiler ve kimlikler üretiyorlar.

            Kadınlar sevda evliliği yaparak evlenmek taraftarı oldukları için evlenme aktini imzalıyor ama evlilik hukukunun doğurduğu aktî şartları belirlemiyorlar. Muhayyel bir erkek tarifi içinde “haktan” bahsediyorlar. Sevdim diyerek akitlere giriyorlar. Erkeğin belirsizliklerle dolu bu akit tablosuna bir itirazı bulunmuyor. Kadına mehrin verilmemesi, erkeğin kolaylıkla sözleşme akdetmesi için fırsat sağlıyor. Borcu ödememe tehdidi ile karşılaşmamış bir erkek kimliği oluşuyor. Ödenmemiş bir çek meblağı için hakkında icra takibi yapılabilen bir erkeğin evlilik akti için kadına borçlanmamasını insanın aklı almıyor. Ancak bu, kadının mehir istememek iradesinden kaynaklanıyor. Aşk için evlenen kadın aşkı buluyor. Aşk geçince maddi hayatın gerçekleri geliyor. Oysa erkeğin bir hanım efendi ile evlenmesinin bedeli vardır. Mehr vardır. Kadınlar mehr talebinde bulunmadıkları bir toplumsal alanda sevgi, aşk, parıltılı sözler, ışık hüzmeleri arayıp kendilerini aldatıyor. Kadının baba evinden “özgürlük arayışı” ile çıkış isteği mehirsiz evlilikleri esas kılıyor.

            Kadınların modern toplumun model rollerini üstlenmeleri gerektiğini ifade eden Müslüman bir  bayan ailesinden örnek getiriyor: “Annesi ölünce, anneanem yakınlarının bakımına kalmış.Öyle babanın cahil kızı olarak daha evlilik yaşına gelmeden (13) halasının oğlu ile evlendirmişler. Yaş farkı çok olmasına rağmen mal bölünmesin diye bu evlilik gerçekleştirilmiş. Dedem, kadın dört duvar arasına yakışır, diye anneannemi cahilliğe mahkum etmiş; dahası kızlarını da okutmamış...Köyde yaşı 90 olup okula gitmiş kadınlar varken anneannem dört duvara hapsedilmiş. Şunu demeye çalışıyorum din adına yapılan her şey kadını vuruyor...dış dünyadan soyutluyor... Kapatılmış kadınla olmuyor. Herkesin parası yok alıp dolaştıramıyor, evet kadın çalışmalı ayakları üstünde durabilmeli”.

            Bu hayat öyküsünün yorumunda bir yanlışlık var. Kadının modern topluma katılmasının Müslümanca eleştirisi onun parasız bırakılması sonucuna bağlanmış değil. Kadınlar çalışma hayatına girdikleri halde evlilik içinde ekonomik manada özgür olamamışlardır. Kadın özgürlüğü artık tamamen kadının evlilik dışı yaşayabilme özgürlüğüne dönüşmüştür. İslam düşüncesi bir akitler, hukukî birliktelikler, yükümlülükler telakkisidir. Kadının özgürlüğünün ve erkeğin yükümlülüğünün sınırları vardır.

              Kadının modern toplumda erkek işsizliği had safhadayken istihdam açığının malzemesi olmaması, onların mehir hukukunu işler hale getirmeleri ile zuhur edecektir.  Erkeğin kadınlar üzerindeki “borçlarını” ödeyecekleri saygınlığa (meslek, helal kazanç, koca- baba kimliği) erişmesi de onların istihdamın temel kimliğine dönüşmesi ile mümkündür. Erkeğin eve gelmemesi, kadının evsizliğinin neticesidir. Kadınlar, hukuk istiyorlar mı? O halde erkeğin kazanç sahibi olmada önceliğini de istemelidirler.

                 Kadının evlenirken, “seviyorum”, “aşığım” kelimelerini telaffuz etmekten önce “mehir” hakkını talep etmesi gerekmektedir. Mehir denilen şey, kesinlikle “başlık parası” olmamaktadır. Kızın babasına verilen bir bedel değil, evlenen kıza/ kadına verilen bir maddi güvencedir. Erkek bu güvence karşılığı kadınla evlenir ve boşanmaya kalktığı zaman da bu parayı geri alamaz. “Ve eğer bir eşin yerine başka bir eş almak isterseniz ve onlardan birine kantarlarca mal (mehir) vermiş olsanız dahi, artık ondan (verdiğinizden) bir şeyi geri almayın” (4 Nisa 20). Erkeğin kadın üzerindeki üstünlüğü de işte bu mehirin edasından gelmektedir.

                Mehrin en azı tarafların belirleyeceği bir miktardır. Ama en çoğu için bir sınır yoktur. Mehrin miktarı belirlenmemişse, evlenecek kadının dengi kadınların aldığı mehir miktarı onun hakkı olur. Bu hakkı ödemeyen erkek kul hakkına girer. Nikâhtan sonra zifaf veya o manada başbaşa kalma olmamışsa ve  erkek kadını boşamışsa, belirlenen mehrin yarısının ödenmesi gerekir. Mehrin tamamı ödenmişse, yarısı geri verilecektir.

Mehr-i müsemma, nikâhtan evvel veya nikâh sırasında iki tarafın anlaşıp karara bağladığı mehirdir. Bu mehir peşin (muaccel) veya veresiye (müeccel) olabilir. Veresiye (müeccel) mehirde bir süre tayin edilmişse, süre bitiminde kadının mehrini ifa gerekir. Süre konmamış yani süresiz olarak ertelenmişse, boşanma veya eşlerden birinin vefatına kadar gecikme ile borç tahakkuk eder. Peşin verilmesi gereken mehrini almayan nikâhlı kadın, zifafa girmeyebilir, kendisini erkeğine teslim etmeyebilir.

Eğer  “mehr-i müsemma” tayin edilmemiş olur da, zifaf yahut karı-kocadan birinin vefatı sebebiyle mehr tayini mevzu bahis olursa, mehr-i misl (emsal mehir) ödenmesi gerekir. Bu durumda da zifaf yahut birleşme olmadan koca boşarsa, mehr-i mislin yarısını geçmeyen bir ödeme gerekir.

            Ezilmişliğini konu edinen ve gerçekten mağdur olan kadınların, evlenmeden önce mehir haklarını belirlememeleri veya istememeleri kendilerine zarar halinde dönmektedir. Kadın hareketi, erkeği erkek olma vasfını buracak işlere yöneltmektedir. Erkekten hem romantizm ve hem de “ev işi” bekleyen kadın, erkeği feminen bir yaratığa döndürmektedir. Bir erkeğin “annelik” yapması mümkün mü? Kadın evsizliği, kadının kolayca tüketilen bir kimliğe dönüşmesine neden oluyor. İşteki kadınla kolayca dertleşen, muhabbet eden, yemek yiyen erkeğin, evde bir iki saat anca görüşebildiği hanımı ile sağlıklı beraberliği sürdürebilmesi büyük dirayet gerektiriyor.

            İnsanların eğlenmesi için onbinlerce lira harcayıp düğün salonunda bir gecelik prensese dönen kadının onca parayı mehr olarak talep edip fakirlik ve muhtaçlıktan kurtulmayı düşünmesi gerekirdi.

            Kadının, erkeğin kimliğini silecek şekilde ve evliliğin ilerleyen yıllarında boyuna hak talep etmesi, hak mücadelesi vermesi aile kurumunu zedeliyor. Başta istenmesi gereken hak da sonradan zaten alınamıyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar