PAPA’nın Türkiye Ziyareti,

Sevgili Dostlar,

Müslümanlar öyle bir noktaya geldik ki, atılan her oltaya ilk atılan yine biz oluyoruz… Bir söz duyunca inanıyor, bir işaret görünce peşine düşüyor, kimin kayığına binsek onun türküsünü söylemeye başlıyoruz. Papa’nın gelişi bile bizi bir anda parçalara ayırdı. Çünkü bu ayrılıklardan beslenen bir zümre var; kimi siyasetin kürsüsünde, kimi ne yazık ki din adamı kisvesi altında… Onlar kazançlarını büyütürken, bizler masum birer balık gibi onların oltasında çırpınıyor; bilmeden onların değirmenine su taşıyoruz.

611 yılında Peygamber Efendimizin dünyayı İslam’ın ışığıyla onurlandırmasının üzerinden daha bir asır bile geçmeden, Müslümanlar adaletleriyle, cesaretleriyle ve merhametleriyle dünyanın dört bir yanına yayılmış; öyle ki İslam’ın sancağı doğudan batıya uzanan geniş bir coğrafyada dalgalanmaya başlamıştı. Bu hızlı yükseliş, o dönem zaten yüzyıllardır Hristiyan dünyasının baskı ve mücadelesi altında yaşayan birçok inanç ve topluluk için yeni bir denge anlamına geliyordu. Asırlardır süren Hristiyan–Yahudi çekişmesinden sonra bu kez sahnede güçlü bir İslam dünyasının belirmesi, küçük dini toplumları yeni arayışlara yöneltmiştir. Müslümanlar ve Hristiyanlardan müteşekkil büyük güçleri birbirine karşı kışkırtarak ayakta kalma çabası, küçük dini topluluklar için en bayağı yol olmuştur.

Ne acıdır ki bu oyun çoğu zaman hem Müslümanların hem de Hristiyanların hem de masum insanların canını yakmıştır. Oyun ve tuzak kuranlar ise hem para hem güç kazanmıştır.

Örneğin, 750 yılında dünya nüfusu yaklaşık 250 milyondu; bunun 30–40 milyonu Müslüman, 40–50 milyonu Hristiyan, yalnızca 1 milyonu Yahudiydi. Sayıca az olan toplulukların, iki büyük gücün karşısında doğrudan varlık göstermesi mümkün değildi. Çareyi, iki büyük gücü yani Hristiyanlar ile Müslümanları birbirine kırdırmakta buldular. Bu oyun günümüze kadar süregelmiştir.

Tarih bize defalarca gösterdi ki; küçük toplumlar, hayatta kalmak için çoğu zaman fitnenin, oyunun ve komplonun gölgesine sığınır. Büyük güçleri birbirine düşürüp zayıflattıklarında, ortaya çıkan kaostan hem nüfuz hem kazanç devşirmek onlar için vazgeçilmez bir yöntemdir. İnsanlık, güçlü toplumların gafletinden, küçük çıkar çevrelerinin ise sinsice ördüğü tuzaklardan doğan acı hikâyelerle, korkunç tecrübelerle doludur.

Örneğin, İngiliz ve Fransızlar — Afrika’yı, Hindistan’ı ve Orta Doğu’yu adım adım hâkimiyet altına alırken, yalnızca ordularını değil; fitneyi, casusluğu ve kılıktan kılığa giren sinsi stratejileri de kullandılar. Güçlü ve kalabalık toplumlar, düşmanlarını karşılarında ararken, asıl tehlikenin içlerine sızdığını çoğu zaman fark edemediler. Aynen Türkler gibi.

Bir dönemin casus hatıratları, sahnenin arka planını açıkça gösterir: Hindistan’da İngiliz casusları bir gün Müslüman kıyafetine bürünüp kutsal kabul edilen inekleri katlettiler; ertesi gün Hindu giysileriyle, tahrik amaçlı parçaladıkları domuzları Müslümanların kapılarına bıraktılar… Bu kıvılcım, koca bir coğrafyayı ateşe verdi; yüz binlerce insan birbirine kırdırıldı, koskoca Hindistan üçe bölündü; geriye ise derin bir yoksulluk ve bitmeyen bir kırgınlık kaldı.

İşte tarih, güçlülerin gafletinin; küçük ama planlı ellerin dokunuşuyla nasıl büyük felaketlere dönüştüğünün acı bir aynasıdır.

Efendim, tarihte Müslümanlarla Hristiyanlar zaman zaman aynı zalime karşı el ele vermiş, aynı adalet çizgisinde buluşmuştur. İlk Müslümanları himaye eden, onları koruyup kollayan da yine Hristiyan bir devlet adamı, Habeş Kralı Necaşi’dir. Bu hadise bile, inancın ve insanlığın ortak paydada nasıl birleşebildiğinin en güçlü örneklerindendir.

Ne var ki tarih boyunca malum küçük çıkar çevreleri, kalabalık toplumları birbirine düşürerek güç devşirmeyi bir yöntem hâline getirmiştir. Hristiyan ve Müslümanları dinsizleştirmek, onların en büyük amacı olmuştur. Bu fitne oyunu asırlardır oynanır; bugün bile farklı maskelerle karşımıza çıkar. Bir yandan gençleri köklerinden koparan deizmin ve ateizmin yaygınlaşması, diğer yandan kimlik karmaşaları üzerinden toplumların sürekli gerilime itilmesi, LGBT konularının da çoğu zaman sahici bir tartışma olmaktan çıkarılıp bir propaganda aracına dönüştürülmesi… Çünkü bu konular kötü niyet ve kasıtlı olarak; toplumları birbirine düşürmek isteyen malum çevreler tarafından araçsallaştırılmaktadır.

İşte tam da bu sebeple; samimi Müslümanların, dürüst Hristiyanların ve iyi niyetli her inanç sahibinin, insanı, cinsiyeti ve aileyi zayıflatmaya çalışan her tür yalancı fitneye karşı birlikte durması zaruridir. Zira hakka inananlar bir araya geldiğinde, hiçbir bozguncu güç, hiçbir çıkar çevresi onların karşısında duramaz.

Papa’nın Türkiye’yi ziyaretinde hiçbir sakınca görmüyorum. Çünkü dünya denen bu geniş yeryüzü, aslında bütün insanların ortak evidir. Allah’ın insana emanet ettiği bu dünya, doğusuyla batısıyla, dağıyla ovasıyla herkese açıktır. Asıl olan, insanın insana misafir olabilmesi, yeryüzünün her köşesinde huzurla nefes alabilmesidir.

Bugün insanlığı kökünden koparan pek çok akım; inançsızlık dalgaları, kimlik bocalamaları, değer kırılmaları… Müslümanlar için de, Hristiyanlar için de ciddi bir imtihandır. Bu meselelerin bir bölümü hayatın doğal çeşitliliğinden doğsa da, bir bölümü toplumları zayıflatmak isteyen odaklar tarafından bir kaos aracına dönüştürülmektedir. Ne yazık ki Papa’nın gelişine karşı çıkan bazı kimseler de — bilerek ya da bilmeyerek — bu karanlık odakların ekmeğine yağ süren bir dil kullanmakta, toplumun bölünmesine istemeden de olsa katkı vermektedir.

Oysa bugün dini önderlerin, hak ve insanlık adına ortak bir sorumluluk üstlenmesi; gençleri köksüzleştiren, aileyi zayıflatan, toplumu kırılgan hâle getiren, LGBT’yi normalleştiren her türlü fitneye karşı birlikte iyilik üretmesi zorunludur. Çünkü Allah’a inanan, Allah’tan korkan insanın korunması hepimizin ortak meselesidir.

Kalın sağlıcakla.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.