"Romantik" tarih algısı, zihnî körleşme ve "tarih" köleliği

Türkiye'de iddia sahibi olan ve iddiasını bütün farklı iddialarla komplekssiz bir şekilde yüzleşmekten çekinmeksizin dillendirebilen derinlikli bir düşünür figürü olmadığı için fark edemediğimiz iki yakıcı gerçek var.

Birincisi şu: Türkiye'deki bütün ideolojik kesimlerin zihin kalıpları, kendi ve öteki algıları aynı, örtüşüyor. İkincisi de, bütün kesimler, bugün'de yaşamıyor, tarih'te yaşıyor; üstelik de "olmayan" bir tarihte. Sonra da yapay kamplar oluşturarak tuhaf meydan muharebelerine kışkırtılabiliyorlar kolaylıkla!

Laik, milliyetçi ve İslâmî bütün çevrelerin aynı zihin kalıplarına, aynı kendi ve öteki algılarına sahip olduğunu, en çarpıcı şekilde, tarih algılarında gözlemliyoruz: "Romantik" ve sığ bir tarih algısı bu. (Burada "romantizm"i Batı tarihinde karşı-aydınlanma hareketi olarak başlayan ve modernliğin sonunu getiren, felsefede ve başta şiir olmak üzere sanatın bütün türlerinde kendini gösteren romantik harekette gözlemlediğimiz asıl anlamında kullanmadığımı, zaten, Türkiye'de böyle bir romantizm algısının da pek olmadığını vurgulamak isterim).

Türkiye'deki laik çevreler, Batı'yı süblime eder / yüceltir, efsaneleştirir ve kendi tarih ve medeniyet tecrübemizi küçümserler: Ama Batıyı yüceltmeleri de, kendimizi küçümsemeleri de Batı'yı ve kendimizi çok iyi biliyor olmalarından kaynaklanmaz.

Türkiye'deki milliyetçi çevreler, bizim dışımızdaki dünyayla, örneğin Batı'yla pek fazla ilgili değildirler ve bizim tarih tecrübemize bakışları, büyük ölçüde tarih bilincinden yoksun, bizim tarih tecrübemizi mistifiye edici, süblime edici, bugün bize bir şey söylemeyen hamasî ve hayalî bir tarih algısına dayanır.

Türkiye'deki İslâmî çevrelerin İslâmî tarih tecrübesine bakışları, süblime edici; Batı'ya bakışları ise dışlayıcı ve yok sayıcıdır. Bu tarih algısı, İslâmî tarih tecrübesinin bugün bize ne söyleyebileceği sorusuna cevap verebilecek ve çağımızın ruhunu oluşturan, çağımızı her bakımdan şekillendiren paradigmaların yegâne üreticisi olan modern / postmodern Batı tecrübesinin neye tekabül ettiğini, zaaflarının ve imkânlarının neler olduğunu ve bu tecrübeden nasıl yararlanılabileceğini idrak etmekten çok uzak, savunmacı'" / "mazeretçi" bir tarih algısıdır.

Aynı dalga boylarında buluşuyor olmasına rağmen bütün kesimlerin sürgit inanılmaz, sathî, tabansız bir kutuplaşmanın eşiğine sürüklenmelerinin nedeni işte bu sığ, "romantik" tarih algısında gizlidir.

Bu sığlığın temel nedeni, bugüne ve geleceğe dâir esaslı şeyler söyleyebilecek, derinlikli, karşılığı olan bir tarih şuuruna sahip olamayışımızdır. İşte bu nedenle, hemen her iç ve dış sorunda bir anda kendimizi, yapay olarak zuhûr eden kampların mahpusları ve mahkûmları kılmakta bir sakınca görmüyoruz: Sakınca görmüyoruz; çünkü olup biten şeyleri gerçek boyutlarıyla görebilecek tarihî bir derinliğe, entelektüel bir ben-şuuruna sahip değiliz. Bu yakıcı ve yıkıcı mahrumiyet hâli, bizi en basit ama gerçekte yapay çatışma ortamlarının mahkûmları hâline getiriyor.

Bu eksiklik / mahrumiyet, bütün kesimlerde müştereken varolan bir başka fenomenin zuhûr etmesini de icbar ediyor. O da şu: Gerçekte, Türkiye'deki bütün kesimler, şimdi'de, bugün'de, bu zaman'da, bu çağ'da yaşamıyor. Geçmişte yaşıyor. Neredeyse bir buçuk asırdır, aynı sorunlar etrafında debelenip duruyoruz ve tarih algısının sığlığı, romantikliği, kaçınılmaz olarak zihnimizi körleştirdiği, dondurduğu için, her yeni gün aynı sorunların ateşli yandaşları veya karşıtları rollerini oynamaya kolaylıkla kışkırtılıyoruz. Böyle yapmakla, aslında kendimizi, tarih'e hapsettiğimizi, üstelik de olmayan bir tarihin köleleri hâline getirdiğimizi göremiyoruz bile.

Hepimiz, tarihin hapishanesine tıkılmış gibiyiz. Bizi, bugün yönlendirmiyor. Daha da önemlisi, hâl böyle olunca, bugünü bizim yönlendirmemiz gibi bir durum da sözkonusu olamıyor. Gerçekte bugünü de, bizi de tarih yönlendiriyor. Ama süblime edilmiş veya lime lime edilmiş sığ, romantik, karşılığı da, dünyada pek fazla eşi benzeri de olmayan tuhaf bir tarih bu; marazî bir tarih. Tarih yapan bir tarih değil.

Oysa bu sığ, romantik tarih algısı, bizi nesneleştiriyor, tarihi de yok ediyor; dolayısıyla zihnimizi körleştiriyor.

Önemli olan biziz: Ama bizim önem kazanabilmemiz, tarihi önemseyebilmemize bağlı. Onun için de, tarihi de, kendimizi de özneleştirecek, tarihi de kendimizi de statikleşmekten, kurtararak aktifleştirecek, dinamikleştirecek bir düzleme çıkabilmemiz gerekiyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar