Sait Hopsait kuralları siyasette de geçerli...

Aziz Nesin'in yarattığı tiplemelerden Sait Hopsait'in futbol kurallarını hatırlar mısınız, bilmiyorum.
Bu kurallardan biri aklımda kaldığı kadarıyla şöyleydi.
Maçta takımınıza gol atmak üzere ayağında topla ilerleyen rakip takımın oyuncusunun bacağına sıkı bir tekme atarsınız.
Aynı anda da kendinizi yere atar ve bacağınızı tutarak kıvranmaya başlarsınız.
Böylece hem golü önlersiniz, hem de tekme attığınız futbolcuya hakemin faul vermesini sağlarsınız.
Siyasetle futbol arasındaki benzerlikler tabii ki oldukça fazla.
Ama çok büyük farklar da var.
Örneğin futbol takımlarında teknik direktör olarak görev yapan insanların, bir yenilgi ertesinde düştükleri durumu hatırlayın. En parlak teknik direktörlerin bile nasıl hemen görevden alındıklarını sık sık görürüz.
Buna karşı göreve geldikleri günden beri partilerine seçim yenilgisi tattırmaktan başka bir şey yapamamış genel başkanların, her yenilgi ertesinde daha da güçlenmeleri gibi bir gelenek var Türk siyasetinde.
Bu durum futbol ile siyaset arasındaki temel farkı belirliyor.

Medya-siyaset
Buna karşı Sait Hopsait'in "faul kuralı", Türk siyaseti için de anlam taşımakta.
Özellikle medya-siyaset ilişkileri için Sait Hopsait kuralı her zaman geçerlidir.
Diyelim ki sizin istemediğiniz bir parti iktidar ve sizin çevrenizden çok farklı bir çevreden gelen bir siyasetçi de başbakan oldu.
Ona yüklenmeye başlarsınız.
Ağzından çıkan her cümleyi yerden yere vurur, icraatını ya görmezden gelir ya da karalarsınız.
Hatta eski alışkanlıklarınız depreşir ve militarizm çeşitlemeleri yapmaya, darbe davetleri seslendirmeye başlarsınız.
Sonunda başbakan olan siyasetçi çileden çıkar ve sizi hedef alan konuşmalar yapmaya başlar.
Bu defa da "Başbakan basın özgürlüğünü tehdit ediyor" diye bağırarak kendinizi yere atıp, bacağınızı tutarak kıvranmaya başlarsınız.
Hatta daha ileri gider ve "Sansürcülük başladı" benzeri yorumlara başlarsınız.
Bu noktaya kadar futbol ile siyaset arasındaki ilişki, Sait Hopsait kuralları doğrultusunda aynılıklar gösterir.
Ama bir temel fark "Hakem" konusunda belirir.
Siyasetin hakemi "Seçmen" dir.
Siz seçmeni ne kadar yok saysanız ve aşağılasanız da, sonunda kararı o verir.

Demirel ve Özal
Öyle güçlü bir hakemdir ki seçmen, siz cuntacıları kışkırta kışkırta darbe yaptırıp o başbakanı devirtseniz ve hatta idam bile ettirseniz, sonunda seçmen onun adını havaalanlarına, kent meydanlarına, bulvarlara verecek yeni bir partiyi iktidara getirir.
Medya-siyaset ilişkilerine yön veren Sait Hopsait kuralı yüzünden, en hoşgörülü, en demokrat, en anlayışlı siyasetçiler bile, sonunda hem çileden hem de yörüngelerinden çıkmışlardır.
Demirel ilk Başbakanlık döneminde (1965-71), Türkiye'yi yeniden büyüme ve sanayileşme sürecine sokarken öylesine haksız ve önyargılı yıpratma kampanyalarına hedef olmuştur ki, sonraki siyasi yaşamında kendisini hedef alanların üslubunu ve yöntemlerini benimsemiştir.
Özal da Türkiye'yi değiştirip yenileyen ve dünya rekabetine açan reformlarını yaparken öylesine insafsız yıpratma kampanyalarına hedef olmuştur ki, son dönemde medya ile ilişkileri gergin bir zemine oturmuştur.
Medya'nın karşısında Sait Hopsait kuralını uygulamadığı tek iktidar "Derin Devlet İktidarı" dır.
Bu açıdan bakıldığında tekmeyi atıp bacağını tutarak kıvranmak konusunda en usta oyuncu Derin Devlet'tir.
Çünkü onun bacağının diğer adı da "Rejim" dir.

Önceki ve Sonraki Yazılar