Türkiye’nin çıkarları

Biri size “Türkiye’nin çıkarları” için nasıl düşünmeniz gerektiğini söylediğinde hemen alarma geçmelisiniz.

Çünkü büyük bir ihtimalle kandırılacaksınız.

Diğer bütün büyük toplumlar gibi Türkiye de değişik sınıflardan, zümrelerden, ırklardan, inançlardan oluşuyor; bütün bu grupların çıkarları birbirinden farklıdır hatta genellikle çıkarları birbiriyle çelişir.

İstanbul’daki bir zenginle Yozgat’taki bir köylünün “ortak” çıkarı nedir?

Bir patronla bir işçinin ortak çıkarı nedir?

Bir muhafazakârla, bir Kemalistin ortak çıkarı nedir?

Bir Türkle bir Kürdün ortak çıkarı nedir?

Bunların “ortak” çıkarı, kendi haklarını ve çıkarlarını özgürce koruyabilecekleri, bunun için mücadele edebilecekleri, inançlarının gereklerini rahatça gerçekleştirebilecekleri, fikirlerini hiçbir baskıyla karşılaşmadan söyleyebilecekleri bir zemini oluşturmaktır.

Her türlü çelişkinin ve hak mücadelesinin hiçbir baskıyla karşılaşmadan yaşanacağı bir ortamı yaratmaktır.

Ama “iktidarı” elinde bulunduranlar, kendi çıkarlarını “ortak çıkar” diye sunup bunun kabul edilmesini isterler.

Gerektiğinde, ki genellikle gerekir, bunun için yalan söylerler.

“Ezen” grup, kendi çıkarlarının “ezilenlerin” de çıkarı olduğunu iddia eder.

Bu temelsiz iddiaları kabul görmediğinde zorbalaşırlar.

Özellikle bizim ülkemizde “tarihi çarpıtarak” bu yalanlarına bir “altlık” oluşturlar.

Çünkü bizim ülkemizdeki “asıl iktidar” yüz yıldır asker ve sivil İttihatçılardadır.

Bütün sınıfları, grupları, zümreleri, ırkları, dinleri, İttihatçı bir azınlık baskı altında tutar ve yönetir.

Üstelik “eğitim sistemini” kendileri belirledikleri için “ezdikleri” insanların da beynini yıkayarak “İttihatçıların çıkarlarının” herkesin ortak çıkarı olduğuna inandırırlar.

Ezilenler, ezenleri destekler.

Ve, asla tarihin sorgulanmasına izin vermezler.

Büyük bir “31 Mart ayaklanması” yalanı vardır mesela, yüz yıl boyunca dindarlar “bu yalanın” yarattığı havayla “müstakbel irticacılar” olarak gösterilmiş, dindarlık topluma büyük bir tehlike olarak sunulmuştur.

Herkes “31 Mart’ın” tekrarından korkar hale getirilmiştir.

Halbuki 31 Mart, en kabadayı rakamla iki bin beş yüz, üç bin askerin, başlarında komutanları olmadan sokaklarda gösteri yapmasıdır.

O “irtica” ayaklanmasına katılanlar arasında “sarhoş” bahriyeliler de yer almıştır.

Çok rahat bastırılacak bu ayaklanma “bilinçli” bir şekilde bastırılmamış ve İstanbul’daki Birinci Ordu’nun harekete geçmesi engellenmiş, bunun sonucunda da koskoca “Birinci Ordu’nun” bastıramadığı “ayaklanmayı” Harekât Ordusu iki günde bastırıp Abdülhamit’i devirerek İttihatçı bir iktidarın yolunu açmıştır.

“31 Mart” korkutmacasıyla dindarlar hep bir tehlike gibi gösterilmiştir.

Bugün, bizim “milliyetçilerin” büyük bir arzuyla sahip çıktığı İttihat Terakki iktidarı ise tarihimizin en “işbirlikçi”, en “dışa bağımlı” iktidarıdır.

İttihatçılar öylesine “işbirlikçidir” ki Osmanlı Ordusu’nun yönetimini hiç çekinmeden Alman generallere teslim etmiştir.

Enver Paşa, Osmanlı’nın kapılarını ardına kadar Almanlara açmıştır.

Almanların hatırı için Osmanlı’yı hiç hazır olmadığı halde Birinci Dünya Savaşı’na sokmuş, Almanlarla işbirliği yaparak ülkeyi “savaşa sokmasını” ise Sait Halim Paşa’nın konağında toplanmış olan kabineye, “bir oğlumuz oldu beyler” diye duyurmuştur.

Bugünlerde sıkı bir biçimde tartıştığımız, “kabulünü kendimize hakaret olarak gördüğümüz” Ermeni soykırımı da Almanların Osmanlı Ordusu’na hâkim olduğu bir dönemde gerçekleşmiştir.

Almanlarla “işbirliği” içindeki İttihatçıların gerçekleştirdiği bu korkunç katliam, Osmanlı’nın diğer ülkelerle “ittifak” kurma ihtimalini tümüyle yok etmiş ve tam da Almanların istediği gibi Osmanlı’yı Almanya’ya mahkûm etmiştir.

Yapılanın, Osmanlı’nın çıkarıyla bir ilgisi yoktur.

Bunu savunmanın bugün de Türkiye’nin çıkarıyla bir ilgisi olmaması gibi.

Ermeni meselesi 1915’te Osmanlı’yı nasıl yalnızlaştırdıysa, bunu savunmak da bugün Türkiye’yi yalnızlaştırmaktadır.

O “yalnızlık” Osmanlı dönemindeki Alman destekli İttihatçıları nasıl iktidarda tuttuysa, bugünkü yalnızlık da hâlâ varlıkları süren asker ve sivil İttihatçıların iktidarına yardım eder.

İttihatçıların iktidarı ise Türkiye’nin çıkarına değildir.

Ermenileri öldüren, Kürtleri ezen, Türklerin dindar ve demokrat olanlarını baskı altına alan, muhalifleri vurduran bir iktidar nasıl Türkiye’nin lehine olur?

İttihatçı bir iktidarın sürmesini, Türkiye’nin dünyadan koparılmasını, “küçük bir zümrenin” dışında kalan Türklerle Kürtlerin ezilmesini, yasakların, baskıların artmasını istiyorsanız tarihteki yalanları savunun.

Ama bilin ki savunduğunuz yalanlar ne sizin çıkarınızadır, ne de Türkiye’nin çıkarınadır, sadece Türkiye’yi yüz yıldır yöneten silahlı bir azınlığın çıkarınadır.

Önceki ve Sonraki Yazılar