Fatma Ç. KABADAYI

Fatma Ç. KABADAYI

Üç Diş Sarımsak

“Kaç kilo vereyim abla?” diye sordu pazarcı. “Allah vere de en azından şu diş diş parçalanmış sarımsakları bugün satabilsem,” diye geçirdi içinden. Müşterinin her yaklaştığında gözleri umutla parlıyordu. Destelenmiş olanlardan alabilen zaten fazla yoktu, hele şu en iri dişli olanlardan kırk yılda bir satabiliyordu. Fiyatlar hayli yüksekti.

Semt pazarı ve pazar yeri koronavirüs (Kovid-19) önlemleri | Meslek Hastalığı

Yeşil pardösülü kadına göz attı. Başörtüsünü özenle bağlamış bu soğuk havada giydiği ince pardösüsünün tüm düğmelerini diz altına kadar iliklemişti. Avcundaki birkaç diş sarımsağı çekinerek uzattı, adamın gözlerine bakmamaya çalışarak “Bu kadar yeter abi,” deyiverdi.

Pazarcı şaşkınlığını belli etmeyerek avcuna dökülen sarımsakları arkasındaki terazinin gözüne koydu. “Yüz yirmi gram…” Bu kadarcık sarımsak kaç gün yetecekti ki bu kadına? Acaba tek kişi miydi? Bu akşamlık mı lazımdı? Parası mı yoktu?

“İki buçuk ver yeter abla,” dedi. Almasa ikisi açısından da hoş olmayacaktı. Öyle ya herkes ayağını yorganına göre uzatmalıydı.

Yanında gelen komşusu pazarcıdan daha şaşkındı. Onunla ilk kez pazar alışverişine çıkmıştı ve sündüre sündüre taşıdığı Pazar arabası halen boştu. Şu soğukta önce bir tur atmışlar, ne var ne yok görmek için komşusunu da gereksiz yürütmüştü. Nerde yere dökülmüş ucuz, pörsümüş sebze meyve varsa onları soruyordu pardösülü komşusu. Ama başı dikti ve gururluydu. Belki de ucuz almak ona başarı duygusu veriyordu, cimri bile olabilirdi. Onu henüz tanımıyordu.

Mehtap “Evet, evet, evet,” diye bas bas bağırarak dikkat çekmeyi başaran hafif kamburu çıkmış, ufak tefek bedeni ile atom karınca gibi koşturan balıkçıdan en pahalı balığı, yan tarafından fiyatını dahi, sormadan özenle dizilmiş marul ve turpların en tazelerini aldı.

Diğer tezgâhtan yere serilmiş telis torbanın üzerine dökülen bir tarafları çürük ve eziklerle dolu elmayı çömelerek tek tek seçen komşusuyla eğilip onun elma seçmesine yardım etti. Pardösülü komşusunun elli kuruş daha fazla verse daha iyi elma alacağından emindi ama iki kilo elmada bu bir lira yapıyordu ve bir liralık da domates alabilirdi. Artık pazar tezgâhlarına ve tezgâhtaki mallara onun gözüyle bakar olmuştu. Hatta düşünmeden ihtiyaçlarını aldığı için kendini suçlu hissediyordu.

Kurt Yiyorsa Siz De Yiyin Yerel Tohum Çürük Haber Galerisi

Pazarcılara duygu sömürüsü yapıyor değildi. Çok azına “Şu fiyata olmaz mı?” diye sormuştu. Karnabaharın en küçüğünü, lahananın üç tanesi beş olanını aldığında da “İyi aldım” demekten kendini alamadı. Yüzü gülüyordu ama gözlerinin ardında alamadıkları için derin bir endişe vardı. Peynircinin önünden geçerken “Kız da oğlan da ekmek arasını seviyor ama para kalmadı, neyse o da haftaya…” diye mırıldandı.

Mehtap, durumlarının bu kadar kötü olduğunu hiç düşünmemişti. Oysa eşinin başka şehirde çalıştığını, kızının da bir şirkette yönetici olarak görev yaptığını ilk tanıştıklarında anlatmıştı. Üstelik güzel kızı her sabah havalı bir şekilde arabasına binip gidiyor, süsünden püsünden taviz vermiyordu. Annesinin gururuydu.

Pazarı ikinci tur gezerken tezgâh başlarında bağıran satıcıların ellerini ovuşturmalarını sadece Mehtap görüyor, diğeri gözünü kestirdiği ihtiyaçları için fiyat sorup duruyordu. Üzerlerine yazsalar ne güzel olacaktı ama ikindiye doğru gelmekte ısrarı bile fiyatta düşeceklerinden emin olduğundandı.

“Abla, kendi ürünümüz bunlar, maydanoz, tere, roka… Doğal, al abla…”

“Gel, gel, gel, çekirdeksiz, lokum gibi mandalina.”

“Kiviye bak abla, kivi kivi…”

Elbise tezgâhların yan tarafında yere saçılmış, mutfak bezlerine, havlulara tek tek baktı. Oldukça ucuzdu, biraz kirli ve bir tarafından defolu olması çok sorun olmazdı. Seçerken eliyle kumaşını inceliyor, kendisine ve pazar çantasına göz ucuyla bakan komşusu Mehtap’a da açıklama yapıyordu:

“Güzel oluyor bunlar, el havlusu bile olur. Mutfağa bez mi dayanıyor ki?”

Pazar sonrası yorgunluk kahvesi içmek için ısrar eden Mehtap’ı kırmadı, pardösüsünü çıkarmış, aldıklarını eve bırakmış olarak geldi. Mehtap’ın sigarasından izin isteyerek bir tane yaktı. Kahvesini yudumlarken pencereden boş arsada oynayan çocuklara baktı ve düşüncelere daldı.

Bundan üç yıl önce her şey ne kadar da güzeldi, hayat ne kadar da rahattı. Yirmiye yakın daireleri, ünlü bir markanın bayilikleri vardı. Her şey bir gecede olmuştu. İflas etmişlerdi. Toparlarız düşünceleri ile eşinin tefeciye bulaşması kısa zamanda sonlarını getirmişti. Borçları ödeyemeyince evler, yaşadığı evin eşyaları tamamen gitmişti. Eşi “Artık bu şehirde kalamayız” kararını açıkladıktan sonra, eşini ve iki çocuğunu alıp yeni bir şehre taşınmışlardı.

Zor günlerdi. Kapıcılık işi bulmasalar o kadar da toparlayamazlardı ama “Çok şükür” diyordu şimdilerde.

“Mal mülk hepsi yalanmış komşu. Şimdi ki halime şükrediyorum, artık ihtişamlı bir yemek odam yok ama mutfakta masam var, kirada oturuyorum ama sağlığım var,” diyerek açtı konuyu. Yaşadıklarını bir çırpıda özetledi. Eşi geçen yıl başka bir şehirde iş bulunca gitmiş, üç arkadaşıyla tuttuğu evde kalıyor ve ayda bir iki kez yanlarına geliyordu. Kızı üniversite mezunu olmasa işi bu kadar iyi olamazdı elbette. Fakat kazandığını iki ay önce aldığı o arabaya ve “insan içine çıkıyorum” diyerek seçtiği kıyafetlerine harcıyordu. Anası mecburen eşinin gönderdiği ile evini geçindirmek zorundaydı. Oğlanın zaten işi yoktu.

“Sarımsak tarlasını alacak durumumuz varken bilmem fark ettin mi bugün üç diş sarımsak alabildim,” dedi sigaradan derin bir nefes çekerken.

Komşusu kahvesinden bir yudum alıp gülümsedi:

“Fark etmedim inan. Almış mıydın sarımsak?” dedi gözlerini kaçırarak.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum