Yanlıştan vazgeçelim

ABD’nin Ankara Büyükelçisi Francis Ricciardone gazetelerin Ankara temsilcilerine, “Şiddete bulaşan, silâh kuşananların cezaevlerinde olmasını anlayabiliyorum da birinci sınıf demokrasi hedefleyen bir ülkede aydınlar ve gazetecilerin demir parmaklıklar arkasında olmasını anlayamıyorum” demiş...

Çok değil birkaç saat sonra, Zaman gazetesinin 25. yıldönümü töreninde konuşan Başbakan Tayyip Erdoğan ise, hükümet olarak hedefledikleri ileri demokraside fikir özgürlüğünün en geniş biçimde kullanılmasından yana olduklarını söylüyordu.

Bu işte bir tuhaflık olduğu belli.

Tuhaflık şurada: Türkiye’de aslında en geniş biçimiyle kullanılabilecek bir fikir özgürlüğü atmosferi var; buna karşılık cezaevlerinde ikamet eden gazeteciler de bulunuyor... Fikir özgürlüğüne sahip bir ülkede elinde kalem tutanların yolunun cezaevinden geçmemesi gerekirken demir parmaklıklar arkasında gazetecilerin bulunması gerçekten tuhaf.

Cezaevlerine düşen ve ‘gazeteci’ olduğunu iddia edenlerden bazısının buna hakkı olmadığını biliyoruz; Büyükelçi Ricciardone de ‘şiddete bulaşan, silâh kuşanan’ sözcükleriyle herhalde bu tipleri kast ediyor. Başbakan Erdoğan’ın konuşmasındaki ‘cebinde basın kartı bulunan eli silâhlılar’ dokundurmasının muhatapları da bunlardır sanıyorum...

Hepsi bu durumda olsaydı kimse itiraz etmez, etse de verilecek açıklayıcı bir cevapla ortalık yatışırdı. Oysa kamuoyunda ‘gazeteci’ kimliğiyle bilinen kişiler de bulunuyor cezaevlerinde; ‘aydın’ denildiğinde akla gelen bir öğretim üyesiyle bir yayıncı da... Sorun bu insanlardan kaynaklanıyor.

Sorunun kaynağı aslında insanlar değil; o insanların cezaevlerine düşmesini getiren hukuki çerçeve: Herhangi bir davayla ilintili gözaltına alınan kişiler kolayca tutuklanabiliyor ve tutukluluk halleri de uzunca sürebiliyor. Gözaltına alınmak için de Türk Ceza Kanunu ile Terörle Mücadele Kanunu’nda hayli madde var; o maddelerin kapsama alanına düşen herhangi bir kişi, mesleği ne olursa olsun, gözaltına alınabiliyor.

Önceki gün yayımlanan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi 2011 Raporuna göre, Mahkeme en çok mahkumiyet kararını Türkiye hakkında verdi; mahkum olduğumuz davaların çoğu âdil olmayan yargılama ve yargı süresinin uzunluğuyla ilgili...

Adil olmayan yargılamaya, kısa sürede verilen mahkumiyet kararlarına kimse bir şey demiyor. Gazeteci de yargılanır elbette ve mahkum olursa cezaevini de boylar... Buna da itiraz yok. İtirazlar uzun yargılama ve kolay verilen tutukluluk kararları üzerinde yoğunlaşıyor.

‘İleri demokrasi’ diye göğsümüzü gere gere övünebileceğimiz bir hale gelmek istiyorsak, her şeyden önce, bu yanlışlıkları ortadan kaldırmamız lâzım. ‘Gazeteci’ olarak bilinen bir tek kişinin cezaevinde olması bile Türkiye’yi savunulamaz duruma getiriyor. Türkiye basın özgürlüğü sıralamasında 179 ülke arasında 148. olmaya lâyık bir ülke mi?

Birkaç olumsuz örnek yüzünden hukuk alanında kaydedilen ileri adımlara gölge düşüyor, reformlar görmezden geliniyor, daha da kötüsü bazı niyeti bozuklara “Türkiye’de basın baskı altında, her bildiğimizi, düşündüğümüzü yazamıyoruz” yaygarası basma imkânı bahşediliyor.

Yabancıların hatırlatmasına ihtiyacımız yok. Sorunun nereden kaynaklandığını biliyoruz. Hükümet de biliyor. Yanlışı düzeltmenin zamanı ise geldi, geçiyor...

 

Önceki ve Sonraki Yazılar