Davut CİVELEK
İki Kardeş, Tek Ruh: Habil, Kabil ve İçimizdeki Ebedi Savaş
İnsanlık tarihi, bir kardeşin elinin diğerinin kanına bulanmasıyla başlamadı aslında. Bu, sadece tozlu raflardaki mitolojik bir anlatı değil; her sabah aynaya baktığımızda gördüğümüz o tanıdık yüzün, henüz anlatılmamış hikayesidir.
Hz. Adem'in iki oğlu, tarihin derinliklerinde kalmış iki ayrı figür değildir. Onlar, her birimizin göğüs kafesinde yankılanan iki kadim sestir: Habil ve Kabil.
Belki de bu yüzden, yüzyıllardır birbirimize tam anlamıyla "kardeş" olamadık. Çünkü o ilk cinayet sadece toprağa düşen bir damla kan değil, insan ruhunda açılan bir yarıktı. Ve o yarık, binlerce yıldır sessizce kanamaya devam ediyor.
I. İçimizdeki İkili Meclis
Bir yanımız merhamet, diğer yanımız öfke…
Bir yanımız adalet terazisini tutarken, diğer yanımız haksızlığa uğradığında "Artık yeter, ben de vururum" diyen o karanlık fısıltı.
Her insan, bu iki devasa güç arasında gidip gelen bir sarkaçtır. Bazen Habil'in şefkatine sığınırız, bazen Kabil'in öfkesiyle bileniriz. Hiçbirimiz safi iyilikten ya da safi kötülükten ibaret değiliz. İnsanlığın trajedisi de, umudu da tam olarak bu gri alanda gizlidir: Seçim, her nefeste yeniden bizimdir.
II. Habil Olmanın Dayanılmaz Ağırlığı
Habil olmak zordur. Hiç kolay olmadı, hiç de olmayacak.
Çünkü Habil olmak, sadece "kötülük yapmamak" demek değildir; kötülüğün o boğucu kuşatması altında bile kendini kaybetmemektir. Kabil seni yok etmeye kalktığında bile, elindeki taşı yere bırakabilmektir.
Bu, kulağa romantik bir erdem gibi gelebilir. Ancak insan olanlar bilir: Bazen fırlatılmayan o taşın ağırlığı, atılan taşın ağırlığından daha fazladır. İnsanı asıl yakıp kavuran, içine gömdüğü o taşların sessizliğidir.
"Vicdan, elinde tutamadığın taşların mezarlığıdır."
III. Kabil'in Zafer Yanılsaması
Yine de ben, inatla Habil olmayı seçerim. Neden mi?
Çünkü bilirim ki; Kabil kazandığında bile kaybetmiştir. Kardeş kanıyla kurulan hiçbir taht, adaletin terazisinde dengede duramaz. Kabil'in zaferi o an için görkemli, gürültülü ve korkutucu olabilir. Ama o zafer, ruhunda açtığı kara deliği kapatamaz.
Cinayetten sonra Kabil kaçar, şehirler kurar, surlar örer ama asla kurtulamaz. Çünkü insan, yaptığı kötülükten değil, yaptığı kötülüğün hatırasından kaçar. Tarih, devasa imparatorluklar kuran ama bir gece bile huzurla uyuyamayan Kabil'lerle doludur.
IV. Fethedilemeyen Tek Toprak: Vicdan
Evet, dünya haksızlıklarla dolu. Zalimler altın varaklı yataklarında ölürken, mazlumlar isimsiz mezarlara gömülüyor olabilir. Ama adaletin asla susmadığı, rüşvetin geçmediği ve yalanın barınamadığı bir mahkeme vardır: Vicdan.
Orada hâlâ bir Habil yaşar. Orada yargıç da, sanık da, cellat da insanın kendisidir. O mahkeme salonunda kimse kendinden kaçamaz. Orası, evrenin tek mutlak adalet sarayıdır.
V. En Büyük Direniş: Benzememek
Bazıları fısıldar: "Habil olmak saflıktır; taş atmazsan taş yersin, eğilirsen ezilirsin."
Oysa bilmezler ki, Habil'in gücü bileğinde değil, duruşundadır. Zalime benzememek, bazen dünyadaki en büyük başkaldırıdır. Kötülüğü yenmenin tek yolu, onun yöntemlerini reddetmekten geçer.
Gandhi'nin o ölümsüz uyarısını hatırlayın: "Göze göz, dişe diş felsefesi bütün dünyayı kör ve dişsiz bırakır." Habil, şiddetin bu kısır döngüsünü kırmayı seçendir. Canavarla savaşırken canavarlaşmamak, insan kalabilmenin son kalesidir.
VI. Bir Öğretmenin Gözünden: Sınıftaki Savaş
Ben bir öğretmenim. Hayatın laboratuvarı olan sınıflarımda, her gün yeni Habil'ler ve yeni Kabil'lerle yüzleşirim.
Birinin gözbebeklerinde yüzyıllık bir kin, diğerininkinde taze bir umut parlar. Biri yumruğunu sıkar, diğeri elini uzatır. Biri yıkmak için bahane arar, diğeri onarmak için çare…
Ve her defasında o basit gerçeği yeniden keşfederim: İnsan kaderini değil, tavrını seçer.
Tarih kitapları hep "güçlüleri" yazar, ama insanlığı omuzlarında taşıyanlar isimsiz Habil'lerdir: Savaşta düşmanına su veren asker, kıtlıkta ekmeğini bölen anne, namlunun ucunda bile doğruyu söyleyen gazeteci… Dünyanın kolonları, bu sessiz kahramanların sırtındadır.
VII. Saf Kalmak: Çağımızın Cesareti
Belki bugün taş atmamak "saflık", affetmek "zayıflık", merhamet etmek "akılsızlık" sayılıyor. Belki bu çağda Habil olmak, modası geçmiş bir romantizm gibi görülüyor.
Ama ben inanıyorum: Saf kalmak, kirlenmiş bir dünyanın en büyük cesaretidir.
Kinle zehirlenmiş bir toplumda sevgiyi, öfkenin kutsandığı bir çağda sabrı, yalanın normalleştiği bir dünyada hakikati seçmek… İşte bunlar, günümüzün gerçek devrimidir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.