Muammer YALÇIN

Muammer YALÇIN

KALBLERİN MİMARI: İMAM CÂFER-İ SÂDIK VE KÖKLERİ BİRLEŞTİREN ZÜHD ANLAYIŞI

İslam düşüncesinin ve maneviyatının köşe taşlarından biri olan İmam Câfer b. Muhammed es-Sâdık (H. 83-148 / M. 702-765), sadece kendi dönemine değil, bugüne de ışık tutan evrensel bir figürdür. O, mezhepler üstü bir bilgelikle, farklı İslami ekolleri ortak bir paydada buluşturmayı başarmış bir gönül mimarıdır. Onun bıraktığı manevi mirasın temelini, kalbin murakabesi, ilim-amel bütünlüğü ve toplumsal sorumluluk ilkelerine dayanan zühd anlayışı oluşturur. Bu yazıda, İmam Câfer’in bu üç temel prensibiyle, İslam dünyasının köklerini nasıl birleştirdiğini inceleyeceğiz.

1. Kalbin Murakabesi: Sürekli Bir İç Gözlem ve Uyanış Hali

İmam Câfer-i Sâdık'ın manevi yolculuğunun temel direklerinden biri, kalbin murakabesi prensibidir (Kara, 2015). Bu, sadece dışsal ibadetleri yerine getirmekten ibaret değildir; bilakis, kişinin her an, her durumda Allah'ın kendisini gördüğünün, işittiğinin ve bildiğinin farkında olmasıdır. Bu farkındalık, bir korku aracı değil, kalbin sürekli bir şekilde uyanık ve diri kalmasını sağlayan manevi bir disiplindir. İmam'a göre bu bilinçle yaşayan bir mümin, nefsine aldanmaktan, dünya heveslerine kapılmaktan ve kalbini kirletecek günahlara meyletmekten uzak durur. Murakabe, kalbi gafletten koruyarak onu Allah'a yönelmeye hazır hale getirir (Uludağ, 1991).

Bu murakabe hali, gündelik hayatın her anına sirayet eden bir yaşam biçimidir. Bir mümin, alışveriş yaparken, konuşurken, dinlenirken, hatta yalnız başına kaldığında dahi kalbinin halini sorgulamalıdır. "Şu an ne düşünüyorum? Kalbimde hangi niyet var? Allah bu halimden razı mıdır?" gibi sorularla sürekli bir iç muhasebe halinde olmak, İmam Câfer'in öğrettiği murakabenin pratik bir yansımasıdır (Yılmaz, 2012). Bu, kişiyi riyadan (gösterişten), kibirden ve diğer kalp hastalıklarından korur; zira kişi, tüm eylemlerinin ve düşüncelerinin tek muhatabının Allah olduğunu bilir. Böylece murakabe, kuru bir ibadet rutini olmaktan çıkarak, kalbin arınması ve Allah'a yakınlaşması için en etkili yol haline gelir.

Bu derin manevi disiplin, müminin dış dünyadaki davranışlarından çok, iç dünyasındaki niyet ve duygularına odaklanır. İbadetlerin makbuliyeti, yalnızca zahiri şartlara bağlı değildir; asıl olan, kalbin ibadetteki samimiyetidir. İmam Câfer, murakabeyi, kuru bir dindarlıktan sıyrılarak ihsan mertebesine (Allah'ı görüyormuş gibi ibadet etme) ulaşmanın en etkili yolu olarak öğretir (Kalâbâdî, 1979 - Çeviren: Uludağ). Bu sayede, kişi tüm eylemlerinin tek muhatabının Allah olduğunu bilir ve bu bilinçle dolu, huzurlu ve istikrarlı bir manevi hayat sürer.

2. İlim-Amel Bütünlüğü: Bilinçli Bir Zühd ve Hayata Yansıyan Bir İrfan

İmam Câfer-i Sâdık'ın en önemli öğretilerinden biri, ilim ve amel arasındaki ayrılmaz bağdır (Yılmaz, 2012). O, bu iki kavramı, birbirini tamamlayan iki kanat olarak görür. İmam'ın vurguladığı ilim-amel bütünlüğü ilkesi, zühd anlayışının da temelini oluşturur. Ona göre zühd, kuru bir çilecilik veya bilgi birikiminden bağımsız bir pratik olamaz. Eğer bir zahit, edindiği dini bilgiyi, yani ilmi hayatına yansıtmazsa, bu bilinçsiz bir çaba olur ve onu yanlış yollara sürükleyebilir. İlimsiz zühd, kişiyi kolayca bid'atlere, hurafelere ve nefsani yanılgılara düşürebilir; bu durum İmam'ın ifadesiyle "sahibini saptırır" (Kara, 2015).

Aynı şekilde, sadece bilgi edinmekle yetinip, bu ilmin gerektirdiği amelleri ve takvayı hayata geçirmeyen bir âlim de büyük bir tehlikeyle karşı karşıyadır. Zühdsüz ilim, kalbin manevi arınmadan mahrum kalmasına yol açar ve kişiyi kibir, gurur ve riya gibi manevi hastalıklara sürükler (Uludağ, 1991). Böyle bir âlim, insanlara öğüt verirken kendi hayatında bu öğütleri uygulamaz; ilmini Allah'ın rızasından çok, dünyevi makam, şöhret ve saygınlık için kullanır. İmam Câfer için ilmin asıl amacı, kalbi temizleyip Allah'a yaklaştırmaktır (Önkal, 1990).

Bu nedenle İmam, zühdü, derin bir ilimle yoğrulmuş, Kur'an ve Sünnet'inrehberliğinde gerçekleştirilen bilinçli bir amel olarak tanımlar. Onun öğretileri, bir müminin hem aklını ilimle hem de kalbini amelle aydınlatması gerektiğini vurgular. Bu bütünlük sayesinde ilim, kuru bir teorik bilgi olmaktan çıkarak, hayatın her anına sirayet eden bir irfana dönüşür (Nasr, 1985, - Çeviren: Şahin). Amel ise taklidi bir ritüel olmaktan çıkarak derin bir bilinç ve niyetle yapılan, ruhu besleyen bir eylem haline gelir. Bu yaklaşım, İmam Câfer'intasavvufi düşünceye yaptığı en önemli katkılardan biridir.

3. Toplumsal Sorumluluk: İnzivadan Toplumun İçine Yöneliş

İmam Câfer-i Sâdık'ın zühd anlayışı, pasif bir dünya terk edişi değil, aktif bir toplumsal sorumluluk bilincini içerir. O, "insanların arasında onların eziyetlerine sabreden, dağda ibadet edenden üstündür" diyerek (Önkal, 1990), inzivayı değil, toplum içinde kalmanın manevi üstünlüğünü vurgulamıştır. Bu bakış açısı, müminin sadece kendi kurtuluşu için yaşamasını değil, aynı zamanda toplumun iyiliği için de çaba göstermesi gerektiğini ortaya koyar. İmam'a göre, inziva, nefsani arzulardan ve toplumsal sıkıntılardan kaçış olabilirken, halkın içinde bulunmak, nefsini terbiye etmek için eşsiz bir laboratuvar sunar (Yılmaz, 2012).

Bu ilke, İmam'ın hayatında somut bir şekilde görülür. Kendisi, Medine’de geniş bir ilim halkası kurarak binlerce öğrenci yetiştirmiş, aynı zamanda ticaretle de uğraşmıştır. O, mal ve mülke sahip olmayı değil, kalbin onlara olan bağlılığını reddetmiştir (Kara, 2015). Zira ona göre, asıl tehlike, dünya malının kendisi değil, onun insanı Allah'tan uzaklaştıran büyüsüdür. Bu yüzden İmam, malını ve kazancını muhtaçlara dağıtarak, servetin bir imtihan ve toplumsal bir emanet olduğunu göstermiştir. Onun kölelerine "Siz benim sahiplerimsiniz" diyerek hizmet etmesi, toplumsal hiyerarşiyi reddeden ve tevazuu esas alan bir zühdanlayışının en çarpıcı örneklerindendir (Schimmel, 2001- Çeviren: Kapaklıkaya).

İmam Câfer'in bu yaklaşımı, zühdkavramını kişisel bir takva pratiğinden çıkarıp, sosyal bir eylem biçimine dönüştürmüştür (Nasr, 1985 - Çeviren: Şahin). O, bir müminin en zorlu cihadının nefsini toplum içinde terbiye etmek olduğunu öğretir. İnsanlarla iç içe olmak, onların dertlerine ortak olmak, zulme karşı duruş sergilemek ve hakikati yaymak, İmam'ın zühd anlayışının ayrılmaz bir parçasıdır. Bu sayede o, sadece bireysel bir takva modeli değil, aynı zamanda topluma ışık tutan, rehberlik eden ve adaleti tesis etmeye çalışan bir lider olarak tarihe geçmiştir.

Kaynakça:

Kalâbâdî, Ebû Bekr Muhammed b. İshak. (1979). Doğuş Devrinde Tasavvuf: Taarruf(Hakikatleri Öğreniş). (S. Uludağ, Çev.). Dergâh Yayınları. (Orijinal çalışma 10. yy'dayayınlandı).

Kara, M. (2015). Tasavvuf ve Tarikatlar Tarihi (Gözden Geçirilmiş 9. Baskı). Dergâh Yayınları.

Nasr, S. H. (1985). İslam'da İdeal ve Gerçeklik. (A. Şahin, Çev.). İnsan Yayınları. (Orijinal çalışma 1966'da yayınlandı).

Önkal, A. (1990). Ca'fer es-Sâdık ve Dönemi. İSAM Yayınları.

Schimmel, A. (2001). İslam'ın Mistik Boyutları. (E. Kapaklıkaya, Çev.). KabalcıYayınevi. (Orijinal çalışma 1975'te yayınlandı).

Uludağ, S. (1991). İslam'da Emir ve Yasakların Hikmeti. Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları.

Uludağ, S. (1992). Tasavvuf Terimleri Sözlüğü (4. Baskı). Marifet Yayınları.

Yılmaz, H. K. (2012). Ana Hatlarıyla Tasavvuf ve Tarikatlar (Gözden Geçirilmiş 6. Baskı). Ensar Neşriyat.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum