Teslime Gülsen NURDOĞAN

Teslime Gülsen NURDOĞAN

Mavi Kutu ve Doğuş Azebler İşrak İbadeti

Az önce Rahmetullahi Aleyh Mehmed Zahid Kotku hocaefendi'nin “Cennet Yolları” isimli eserinden bir bölüm okudum. Tesiri üzerimdeyken yazmaya başladım. Hasbiyallah!.. diyerek yazmaya başladım.

Hocam, rahmetli hocam Zahid Kotku okuduğum bölümde İbrahim Aleyhisselamın ateşe atılırken ki hali pür melalini anlatıyordu. Tabi ki kitap, her okurunun durumuna göre şeyler söylediği gibi bana özgü şeyler de söyledi. İşte bir mürşidi kâmilin diğer alimlerden farkı burada ortaya çıkıyor. Her kişinin karakter ve mizacına uygun şeyler hissettirmesi. Elhamdülillah. Mümin rehbersiz olmamalı.

Okuduğum bazı kitaplarım çok özeldir. Onlara notlar düşerim. Hem kendim için hem bir gün eline geçipte okuyacak kişi için. Bu yürünen yolda iz bırakmaktır. Aynı yoldan geçecek kişiye bir anı bırakmaktır ki öldükten sonra dahi onunla tanışmış olalım. Kitabın üzerine aldığım notları burada paylaşmakta bir sakınca görmedim. Yürüdüğün yolda -yol hayırlıysa iz bırak!

Ben bugün aslında 9 Ağustos 2025 günü Çanakkale Gelibolu Azebler Namazgahında yapılan işrak ibadetini yazacağım. Hasbiyallahü ve ni’mel vekil diyerek. Kâr yapayım derken zarar etmeden yazmak için hasbiyallah diyorum. Ki bu zikri İbrahim babamız ateşe düşerken söylemiş. Nemrut onu mancınıkla ateşe attırırken Rüzgar Meleği yanına yaklaşmış; Emret ya İbrahim bu ateşi dağıtayım demiş.

Yağmur Meleği de; Emret ya İbrahim bulutları sevk edip bu ateşi söndüreyim demişler. Tüm melekler; Emrine amadeyim demişler. O ise; “Rabbim bana yeter. Sizlere ihtiyacım yoktur. Ve O, ne güzel bir vekildir. Kulunu elbette yalnız bırakmaz.” demiş. Bu sözlerin Arapça metni ise; “Hasbiyallahu La ilahe illa hu. Aleyhi tevekkeltü ve hüve Rabbül arş’il azîm.”

Kıymetli okuyucu! Gelibolu Azebler’deki İşrak İbadeti programı bana neler hissettirdi, yazmaya çalışacağım. Yaklaşık 11 bin kişinin başvurduğu bu program katılan herkeste kendince bir iz bırakmıştır diye düşünüyorum. Hiç iz bırakmaması bile bir izdir zannımca. Ben bunu yazarak ifade etmeye çalışacağım. Ama belki binde birini. Çoğu bende kalacak. Çünkü insan her hissiyatını anlatmaya güç yetiremez. Söz biter, kelime biter ama duygu bitmez.

Geceleyin 2.30-3.00 gibi otobüsümüz Gelibolu’ya geldi. Bizden önce Kadirli’den üç arkadaşımız aileleriyle birlikte Gelibolu’ya gelmişlerdi. Karekodlarımızı okuttuktan sonra arkadaşlarımızı bulduk. Kuzuların koyunların birbirine sokuluşları gibi biz de birbirimize sokulduk. Yorgun, uykusuzduk. Vücutlarımızda ağrı vardı. Ama gökkubbenin altında, Azebler Namazgahının karşısında, kadınlar bölümünde öndeki saflardan birindeydik. Üzerimizde dronlar uçuyordu görüntü almak için. Vızır vızır, kocaman arıları andırıyorlardı. Dron, tam tepemizin üzerinde dikiliyor, sağımızdan solumuzdan uçuyordu. O renkli, ışıltılı, vızıltılı alet bana şirin bir arı gibi görünüyordu. Gözlerimi o ışıltılı arıya diktim. Bir müddet seyrettim. Her şey canlıdır, makine dahi olsa. Her şey Allahı bilir. Bu dronlar da ömürlerinin en mutlu anlarından birini yaşıyor olmalıydılar. Çünkü Rablerini anan bir topluluğun üzerinden uçuyorlardı. Görevleri görüntü ve kayıt almaktı. Yanımdaki arkadaşıma espri yaptım; “Dronla göz göze gelmeye çalışıyprum. Böylece iz bırakıyorum.” Arkadaşım da esprime güldü. Allah hepsinden razı olsun.

Namaz kılacağımız alan önceden seccadelerle donatılmıştı. Ayakkabımızı içine koymamız için bize birer tane bez torba verdiler. Bağcıkları olan, çektinmiydi ağzı büzülen bez torbalara ayakkabılarımızı koyduk. Alandan ayrılırken bu torbalara bize verilen hediyeyi koyacağımızı bilmiyorduk.

Biraz oturduktan sonra teheccüt namazı kıldık. Rabbim herkesinkini kabul etsin. Daha sonra yanımdaki arkadaşlar vakit girdi, imsak kesildi, sabah namazının sünnetini kılalım dediler. Ezan okunmadan biz sünneti kıldık. Çünkü orada ezan okunacağını düşünemedik. Namazı riske atmamak için sünneti kıldık. Aman Allahım az sonra ezan okudular. Baktık ki bazıları akıllılık etmiş, ezandan sonra sünneti kıldılar. Yanımdaki arkadaşıma; “Ben sünneti bir daha mı kılsam!” deyince güldü: Kıldın ya dedi. Canım arkadaşım, canım kardeşim!.. Bu da böyle tatlı bir hatıra oldu. Sonra sabahın farzı cemaatle kılındı. Allah hocalarımızdan razı olsun. Her rekatta uzun uzun Kur’an okudu imam. İyi ki okudu. Kur’an nazlı nazlı salındı semalarda. Arada Mahmud Es’ad Coşan hocamızın sesini dinlettiriyorlardı. Hocamızın ağlamaklı ses tonuyla söylediği; “Salihlerin anıldığı yere rahmet yağar.” Hadis i şerifi, yapılan bu Doğuş Azebler İşrak İbadetinin ana çıkış noktası olmalıydı. Bu program Rahmetullahi Aleyh Mahmud Es’ad Coşan’ın 90. Doğum Yıldönümüne istinaden yapılıyordu. Hocaefendiyi ve eşi Hacer Muhterem Coşan hanımefendiyi anmak için yapılıyordu. Mahmud Es’ad Coşan Hocaefendi namazı vaktinde kılmanın faziletinden bahsetti. “Ben hacıhanıma bir şey söyleyeceğim, bakıyorum ki müezzin daha yerinden ayrılmadan o namaza durmuş oluyor.” dedi. Böylece Hacer Muhterem Coşan validenin güzel bir özelliğinden bahsetmiş oldu.

Sabah olup gün ağarıyordu. Sol tarafımda gökyüzünde parlayan ay ve yıldıza baktım. Türk bayrağı aklıma geldi. Ve şehitler tabi ki… Sol tarafım doğuydu. Biraz sonra güneş oradan doğdu. Ve hep birlikte işrak namazı kılındı.

Şüphesiz ki mikrofondan gelen Allah zikri beni çok etkiledi. Gökyüzünün altında binlerce kişiyle la ilahe illallah demek dünyanın en tatlı şeyiydi. Gelibolu bunca kişinin Allah zikrine şahit oldu. Gelibolu’yla böylece tanışmış olduk. Oraya da bir iz bıraktık, hemen Azebler Namazgahının ön tarafına iz bıraktık. Nurettin hocaefendiyi uzaktan yürürken gördüm. Misafiri olduğum sevgili kızım, Nurettin hocamızın hızlı hızlı yürüyüşünü ve mütebessim halini kardeşim Ersin’e benzetmiş. Hakkaten öyleydi. Kardeşim çok hızlı yürür ve yüzünden tebessüm hiç eksik olmaz. Yaratılışından mütebessim yaratılmış. En kızgın halinde bile yüzü gülümser. Bilmeyen onun kızgın olduğunu anlamaz.

İşrak namazı ve duadan sonra ikramları almamız için uyardılar. Kadınların ikram noktasıyla erkeklerin ikram noktası birbirinden ayrılmıştı. Herkes gibi biz de sıraya girdik. Buraya gelmeden önce okuduğum sözler aklıma geliyordu. “Size verilen mütevazi ikramlarımız hissiyatınızın bir yansıması olacaktır.” manasında bir sözdü. Acaba bu hediyeyi alınca neler hissedeceğim diye düşünmeye başladım. Öyle kalabalıktı ki zor ilerliyorduk. 1. Ikram Noktasında sıra bana geldiğinde, 2. Ikram Noktasına ilerleyiniz dediler. Çünkü bitmişti. Herkesin kucağında lacivert renkli şık bir kutu duruyordu. 2. Ikram Noktasında sıra bana geldiğinde gene ikramlıklar bitmişti ve 3. Ikram Noktasına yönlendirdiler. Karton kutulardaki çorba ve ekmekten verdiler. Şifa niyetine çorbayı içtim. Ama mavi kutu bana gelmediği için üzülüyordum. 3. Ikram Noktasına geldiğimde mavi kutular bitmişti. Beni 4. Ikram Noktasına yönlendirdiler. O kadar üzgündüm ki ağlamamak için kendimi zor tutuyordum. Kimseye kızamazdım değil mi? Hatta iki uç kutu birden alanlara dahi kızamazdım. Çünkü Allah isteseydi o kutu bana gelirdi. Ama niye gelmemişti. Allahım çok mahzunum ben ne yaptım ki!..

4. Noktadan da eli boş döndüm. Yanımdaki arkadaşlarımın nerede olduğunu da bilmiyordum. Kendi halime kalmak istiyordum zaten. Mahşer yerinde dolaşır gibi dolaşıyordum. Bir çocuğun annesine ya da çok sevdiği birine öfkelenişi gibi öfke vardı içimde.

Neden herkes kutu alabiliyor da ben alamıyordum ki! Bir an, hakkından fazla kutu alanlar olabileceğini düşünüp onlara kızasım geldi. Bu yaptıkları ayıp, diyesim geldi. Çünkü görevli,11 bin tane kutu dağıttıklarını söylemişti. Öyleyse benim kutumu kim almıştı?

Bu duygular içinde yürümeye devam ettim. Ve sonra Rabbimin her şeyi bildiğini düşünüp, beni sınava çektiğini hatırladım. Bu programda mavi kutu, yani o özel hediye sana yok! dedim. Kimbilir ne kabahatin var ki mahrum edildin?

Bu düşünceler içinde çıkış kapısına doğru gidiyordum. Sağ tarafımda Server Yayınları Kitap Standı vardı. Oraya şöyle bir göz attım. Hemen tezgahın dibinde, Mehmed Zahid Kotku’nun Cennet Yolları kitabı duruyordu. Bu kitabı daha önce almak istemiştim ama bulamamıştım. Bari alayım dedim.

Otobüse bineceğimiz yere gelip oturdum. Mahmud Es’ad Coşan hocamın gelini, Muharrem Nurettin hocamın eşine, kitabımı verecektim ama ona da rastlayamamıştım. Hanımlarla salavatlaşarak ayrıldı dediler. 1997’de intisap ettiğim bu yolda ne hocalarımızdan ne de onların akrabalarından hiç kimseyi görmemiştim. Bu sefer görebilirim diye umutta etmiştim olmadı.

Biraz sonra arkadaşlarım geldi. Kendileri iki kişi olmalarına rağmen ellerinde 3 mavi kutu görünüyordu. Birinin emaneti olabilir diye düşündüm. Oturduğum masaya geldiler ve mavi kutunun birini bana uzattılar. Sen alamayınca çok üzüldük ve bunu senin için aldık dediler. Nasıl aldınız ama kutu kalmamıştı dedim. Orasını karıştırma dediler. Gerçekten üzgün oldukları yüzlerinden belliydi. Mavi kutuyu Allah cc. arkadaşlarımın elinden bana ikram etmişti.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum