Merak etmeyin: İyi olan yine kazanacak

Galiba bazıları 'tatlı cadı' türü sonuç bekliyormuş, beklediği olmayınca “Batsın bu dünya” garipliği sergilemeleri bu yüzden...

Siyah/beyaz ve tek kanallı televizyon döneminde oynayan bir Amerikan dizisiydi 'tatlı cadı', sıradan bir ev kadını görüntüsündeki Samantha aslında binbir hünerli bir cadıydı; her sorunu burnunu hafifçe oynatarak çözebiliyordu. Dünyalı eşine sevgisinden hünerlerini sergilemekten kaçınsa da, her zora düştüğünde olağanüstü gücünü kullanıyor ve sorun ortadan kalkıveriyordu.

Türkiye'nin içinden geçtiği süreçte burnunu oynatarak veya sihirli değneğini devreye sokarak sorunları çözebilecek olağanüstü güçlerle donatılmış kimse yok. Keşke olsaydı. Birikmiş bunca sorunun altından kalkmak her fâninin harcı değil çünkü.

Farklı görünmeye çalışsak da gerçek ortada: Sabırlı insanlardan oluşan bir toplum değiliz; herhangi bir işe uzun süreli olacağını bilerek başlasak bile sonuca biran önce erişmek istiyoruz. Sonun en baştan görünmediği, her aşamasında üzerinde düşünüp yeniden tavır alınması gereken 'süreçler' bize hayli zor geliyor. Bir an önce çözülmezse eldeki sorun, onun hiçbir biçimde çözülemeyeceğine inanıveriyoruz.

Bugün üstesinden gelmeye çalıştığımız sorunlar bayağı köklü birer geçmişe sahip; yıllarca elimizi değdirmeden uzağımızda tutup kendiliğinden ortadan kalkacağını düşündüğümüz sorunlar için vade nihayet kapıya dayandı. Dirlik ve birliğimizi koruyabilmek için de, ileriye dönük beklentilerimizi gerçekleştirmek için de mevcut sorunlarımızı çözmemiz gerekiyor.

Sadece içerideki şartlar zorlamıyor sorunların üzerine üzerine gitmeye; yakın ve uzak coğrafyada irtibatlı olduğumuz veya ilgimizi bekleyen ülkelerin de gözü bizde... Pek çok bakımdan bizi birlikte yürünecek, ortaklık edilecek, stratejik bakımdan önemli bir ülke olarak görenler, derhal göze batan eksiklik ve yanlışlıklardan kurtulmamızı da arzuluyorlar.

Hem iç şartlar hem de dışarıda karşılaştıklarımız, bizi, mümkün olduğu kadar kısa sürede safralardan kurtulmaya zorluyor.

'Kısa sürede' olmasına kısa sürede, ama öyle birdenbire de değil...

Derhal sonuç alma aceleciliğimiz burada aleyhimize çalışmaya başlıyor işte. Neredeyse 100 yıldır birbirine ters bakan iki toplum arasındaki buzları eritmek ve 'komşularla sıfır sorun' ilkesi gereği “Ermenistan'la açılım” veya çeyrek asır boyunca onbinlerce cana yüzmilyarlarca dolar maddi kayba yol açmış 'Kürt sorunu' için başlatılmış açılım... Bu iki açılımın birkaç ay içerisinde sonuca bağlanmasını beklemenin bir mantığı var mı?

Mantığı yoksa, “Neden hâlâ bir sonuca bağlanmadı?” diye tepinmenin âlemi ne?

Almanya ile Fransa, aralarındaki husumeti ortadan kaldırdılar, ama bu öyle birkaç ay içerisinde gerçekleşmedi. Her iki ülke birbirlerini sınadılar önce, ardından da yavaş yavaş yakınlaşmaya başladılar. İngiltere 1990'ların ortalarında başlattığı 'IRA sorunu ile ilgili açılımı'nı 2000'li yıllara kadar sürükledi. İki taraf arasındaki 'güveni artırıcı' her yeni tedbir, taraflardan birine yakın muhaliflerce sıfırlanıyordu çünkü.

Süreçlerde önemli olan, sorunun çözümü için güçlü bir iradenin varlığıdır. Süreçlere karşı çıkanlar veya varılacak sonucu 'tehlikeli' bulanlar, söylem ve eylemleriyle, o iradeyi yok etmeye çalışırlar. Tıpkı bugün Türkiye'de meydana gelen olağanüstü olaylarla yapılmak istendiği gibi...

Hiçbirimiz 'tatlı cadı' türü olağanüstü bir güce sahip değiliz, bu işe soyunan hükümet de değil... Ancak unutmayalım ki, başlayan süreçleri durdurmak için kolları sıvayanlar da bizim gibi, onların da olağanüstü güçleri bulunmuyor. Süreçlerde iyilik ve hayır için yola çıkan sabırlılar kazanır daima.

Önceki ve Sonraki Yazılar