Sac düştü kelle göründü

Bize şunu söylemeye uğraşıyorlar:
Trafik kazalarında şunca kişinin öldüğü, madende göçük oldu mu kaç işçinin birden gömüldüğü, silah, bomba, mayınla onca canını kaybeden bu ülkede; bir depremde kaç Çinlinin can verdiği şu dünyada, "tek tek düşerekten" giden önemsizdir.
21 Şubat'tı.
O gün Çalışma Bakanı Çelik, "işveren temsilcisi" olduğu şüphesiz işverenler ile "işçi temsilcisi" olduğu tartışmalı kimi sendikacı imza attılar. Tersane kazalarına karşı ortak hareket maksadıyla.
Bakan, işverenlere kesilmiş 196 bin YTL'lik para cezasından bahsetti.
Sordular; kimlere para cezası kesildi, diye.
Bakan, "Sektör önemli. Firma isimlerinin açıklanması doğru değil" dedi.
Niye?
O 21 Şubat'ta, Çalışma Bakanlığı İş Sağlığı ve Güvenliği Genel Müdürlüğü'ne de "asaleten" Kasım Bey tayin edildi.
Bu ay içinde kendisini memlekete tanıtan Meclis Komisyonu konuşmasını yapmamıştı; Millet Meclisi'nde, "Ölen tersane işçilerinin köylülüğü" nden bahsedip kalabalıklaştıkları için öldüklerini söylememişti.
Ama daha Bismillah, atanmasının tam birinci ayını idrak ederken, Zonguldak ziyaretinde zaten peşin peşin buyurmuştu:
"Tersane şirketleri işçilerini eğitiyor. Ama taşeronlar acil işçi alıyor. Nereden bulursa. Kazaların yüzde 30'undan fazlası düşme. Köyünde hep toprakta yürüyen insanı 20 metre yukarıda 20 santimetrelik platformda yürütürseniz elbette aşağı düşer. Bu da eğitimin önemini gösteriyor."
Yani tezi çoktan hazırdı.
Kendi hesabına göre bile, ölenlerin yüzde 70'inin "düşmeden ölmeyi nasıl becerdiğini" anlatmıyordu zaten; ama "İşveren sağlığı ve güvenliği" açısından bu platformlara müdür olmak için "santim santim yürümüştü" adeta.
Tedbiri de şuydu: "İşyerinde nasıl yürünür, nasıl hareket edilir, nasıl çalışılır"... Aha bu öğretilecekti işte!
Tersane adab-ı muaşereti!
Çünküm, bu köylüler platformda manken neyin gibi yürümesini bilmiyordu!

"Pastoral" tezini birkaç ay sonra Meclis'te tekrarlamıştı ki, hemen ertesinde "ismi açıklanmasa iyi olur" Selah Tersanesi'nde infilak oldu; "köylü işçi" ille düşecek ya, önce havaya uçtu, parça parça yürüyemedi havada, "ismi açıklansa n'olur işçi" İzzet Gider. Düştü ve "toprakta yürümeye alışkın" her fani gibi toprağa gitti.
Aradan bir 9 gün geçti. Aynı tersanede, başka bir işçi daha, "adı açıklansa n'olur, açıklanmasa n'olur" Deniz Kaşıkeman hakikaten "düşme sonucu" öldü.
Lakin, "köyde toprakta yürümeye alışkın olduğu için, yüksekte yürüyemediği için düşen" o değil, başına inen, bedenini ezen 2.5 ton (yazıyla ikibinbeşyüzkilo) ağırlığındaki sac idi.
26 yaşında, yeni evli, yepyeni umutlu "montaj yardımcısı"na ton ton sac düştü; onun sağlığı ve güvenliğinden sorumlu bakanlık müdürü Kasım Bey'in istatistik, aritmetik, mantık, patronmatik, akrobatik, yürütmatik keskin dehası ile içinde konuşlandığı parlak kafası göründü.
"O kafa" da onu o göreve getiren üç imza mevcut: Cumhurbaşkanı, Başbakan, Çalışma Bakanı. (İsimlerini açıklamıyorum!)
Ya Kasım Bey artık utanıp istifa edecek...
Yahut üç imza sırayla utanıp gereğini yapacak.
Yoksa,
ölümlerin acısına bir de Kasım Bey'in küçük "düşürücü" lafları eklenip duruyor, üç imza o günahı paylaşıyor.
Üç
imzalı kamu görevlisi Kasım Bey'in, patronlar adına "aşağı düşen köylüler" diye aşağıladıkları, birer birer ölüyor!.. İki elleri kimin yakasındaysa artık.
Devlet,
ölü ya da diri, vatandaşından özür dilemeyi öğrenmeli.

Önceki ve Sonraki Yazılar