SÖZÜMÜN ARASINDA BİR KÖZ…

Yakın zamanda insanların imkânsız dilekleri üzerine bir çalışmaya göz attım. İnsanlar en fazla “uçmak” veya “görünmez olmak” isterlermiş. Siz ne isterdiniz bilmiyorum. Ben de bunu birkaç arkadaşımla istişare ettim, yakın isteklerde bulundular gerçekten de… İnsan uçmak ister, EVET. Kimsede olmayan bir özelliği istemek onun tamamıyla egosu ile ilgilidir fakat mevzuumuz bu değil. Mevzu “görünmez olmak” istemek… İnsan neden görünmez olmak ister ki. Tabii ki, “görünmeden görmek için!”. Bence görünmezlik yalnızca kötülüğe hizmet eder. İnsan görünmez olsa idi ne yapardı? Kadınların soyunma odalarını röntgenler, sokakta çıplak gezer, kasalardan paralar çalar, otobüse akbil basmadan binerdi. Elimden geldiğince iyimser olmaya çalışıyorum ama iyi bir şey yok! Sakın bana kimse çıkıp da, “ben görünmez olsaydım, insanlar için iyilikler yapardım ve böylece kimse bana teşekkür etmek zorunda kalmazdı” demesin! İNSAN İYİ BİR ŞEY YAPTIĞINDA GÖRÜLMEK İSTER…

            Şimdi asıl meselemize gelelim. Fısıltı (*). Fısıltıyla konuşmak, konuşup da duyulmamayı istemektir. Neden konuştuğumuzun insanlar tarafından duyulmasından rahatsız oluruz? Neden SEMÎ ve ALÎM olanın fısıltılarımızı da duymasından rahatsız olmayız? Yoksa kapkara bir gecede, kapkara bir karıncanın, kapkara bir taş üzerindeki gölgesini gören Zât (c.c.)’ın duyduğunu, bildiğini unuttuk mu? Yoksa onun duyup bildiğini bildiğimiz halde rahatsız olmayacak kadar edepsiz bir halde miyiz?

            Fısıltıyla konuşmak, “Sana söylediğimi kimse duymasın!” demektir. Neden sadece ona söylüyoruz da, başkalarından saklıyoruz. Başkalarına duyuracağımız söz başka, ona duyuracağımız başka mı yoksa? İki sözümüz ve iki yüzümüz mü var?!

            Fısıltıyla konuşmak, “Sana söylediğimi, sırf sana söylediğimi kimse bilmesin” demektir.  Hem biz söyleriz, hem de “ben söylemiş olmayayım” deriz. Hem biz duyururuz, hem de “benden duymuş olma!” demeye getiririz. Evet, gıybetten söz ediyorum.

            Gıybet de tıpkı “görülmezlik” gibi kötülüğe hizmet eder. Bir “ifsad” eylemidir. Bir kötülüğü düzeltmez;  aksine yeniden üretir, çoğaltır ve sürekli kılar. İçeriğinin doğruluğu bile doğru olmasına yetmez, söyleyenin haklılığı bile haklı olmasını sağlamaz. Gıybet bir “seyyie”dir. Özünde kötüdür. İyi bir şey olsaydı, arkasından konuşulacak kişinin oradan uzaklaşması beklenmezdi. Gıybet bir “nefret”tir. Sevgiye ve barışa yönelik bir şey yoktur içinde. Elini kaldıramayan, sesini çıkaramayan ve artık “ölü” olan bir kişiyi ezmektir.      

            Söz ve hareketleriyle bizi hırpaladıktan ve kızdırdıktan sonra, yanımızdan ayrılan arkadaşımıza, arkasından, “yine de senin arkandan konuşmayacağım” diyemiyoruz. Diyemiyoruz, çünkü arkasından konuşabileceğimizi aklına getirmekten korkuyoruz. Diyemiyoruz, çünkü zaten aklında olduğunu bilmekten korkuyoruz. Diyemiyoruz, çünkü arkasından konuşmayacak kadar erdemli olduğumuzu sanmadığını ifade etmesinden ve bunun üzerine “arkandan konuşmayacağım” dediğimiz halde konuşabilecek kadar yalancı olduğumuzu görmekten korkuyoruz. Diyemiyoruz, çünkü bizim arkasından konuşacağımızı zannedecek kadar su-i zan sahibi olduğunu düşündüğümüzü bilmesinden korkuyoruz.

             

            “Şimdi söyle kullarıma; sözün en güzelini söylesinler; çünkü şeytan aralarında nizâ çıkarmak ister. Gerçek şu ki, şeytan insan için apaçık bir düşmandır (İsrâ/53).”

            “Eğer şeytan tarafından ısrarlı bir ayartmaya maruz kalırsan, hemen Allah’a sığın. Çünkü O, Semî (herşeyi işiten)’dir, Alîm’dir (Fussilet/36).”

            Kulların söyleyebileceği sözlerin en güzelleri, bildiğimiz bütün estetik haller, güzellikler, mükemmellikler Allah’ı görür gibi yaşama ekseninde gelişir, büyür ve gerçek olur. En iyi dinleyici Allah’tır. Öyleyse sözün estetiği de Allah’la konuşuyor gibi ve O’nun işittiğini bilerek konuşmaktır. Eğer bir insan duyar diye çekindiğin sözü, o insan yokken, işitmiyorken söyleyebiliyorsan, sözün güzelliğini ve estetiğini kullara göre ayarlıyorsun demektir.  GIYBET, Allah’ı unutarak konuşmaktır.

            Belki de kimse konuşmuyor. Belki de büyük bir sû-i kuruntu ile aldım kalemi ve kelâmı ânıma. Öyleyse, kim attı bu közü sözümün arasına!

 

 (*) Başkalarının duyması gerekmeyen ve başkalarının duymaması gereken, duyurduğuma muhabbetimi izhâr ettiğim mahrem fısıldaşmalar elbette bu bahsin dışındadır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum